Win Windisch - Pepijn Brandon
Bertolt Brecht, bu yüzyılın en önemli oyun yazarlarından biriydi. Hayatı ve sanatı, oyunlarının oynanmasıyla tüm dünyada tekrar ve tekrar anılacaktır.
Öte yandan Brecht bir komünistti. Bu sebeple, ister oyunlarının değersiz stalinist propaganda olduğunu söyleyerek, ister oyunlarının politikaya rağmen fena olmadığını söyleyerek olsun, ana akım sanat dünyasından onun adını değersizleştirmeye yönelik pek çok girişimin de mağduruydu.
Ancak Brecht'i depolitize etmek zor bir iştir. Ne de olsa, Küçük Burjuvaların Yedi Ölümcül Günahı ve Komün Günleri gibi adları olan oyunlar ve Sınıf Düşmanının Şarkısı gibi şiirler yazmış bir adamdan bahsediyoruz.
Tabii Alman Komünist Partisi (KDP) ile devam eden uzun soluklu beraberliğine rağmen Brecht'in inançlı bir stalinist olduğu temeli üzerine oturmak da bir o kadar zor bir iş.
Brecht, 20 yüzyılın ilk yarısında Almanya'yı parçalayan kavgaların en yetenekli çocuklarından biriydi. 1915'te, I. Dünya Savaşı'nın patladığı bir dönemde, okul ödevinde ulusu için ölmeyi onurlu bulmadığını anlatıyordu. Bu hisleri 1918'de savaşın son aylarında emir altında sıhhiye görevi yaptığı sırada daha da güçlendi.
Bu zamanlarda Brecht oyunlar yazmaya başladı. İlk oyunlarından birinin adı Spartaküs'tü. Alman devrimciler Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht'in yardımlarıyla daha sonraki yıllarda Gecenin Davulları adıyla yayınlanmıştır.
Brecht açık bir şekilde radikaldi. İlk oyunları, kendisini de genç ve başarılı bir sanatçı olarak içinde gördüğü burjuva toplumunun çürümüşlüğü ve çöküşü üzerineydi. Ancak o günlerde Brecht bir marksistten çok bohemdi. Weimar Cumhuriyeti'ndeki iç savaşın Almanya'yı bölmesi ve yükselen faşizm onun politik yönünü sivriltti.
Değişim, 1920'lerin sonunda başladı. Brecht, borsaları ve ekonominin patlama çökme dinamiklerini daha iyi anlamak için Karl Marx okumaya başladı. Brecht, 'Bu Marx denilen adam benim oyunlarımı gerçekten anlayan ilk insan" demişti.
Brecht, marksizmi sıkı birer antistalinist olan arkadaşları Karl Korsch ve Walter Benjamin'den öğrendi. Onlardan, diyalektiğe aşkı, işçi sınıfının kendini özgürleştirme yetisine güven ve resmi komünist liderlere karşı ciddi bir şüphe aldı. 1930'larda Leon Troçki'nin kitaplarını okuyup fikirlerini tartıştı.
Ancak Brecht antistalinist solun kararsızlığına katlanamıyordu. Bir keresinde Korsch'u "proleteryanın evinde, her zaman bavulu gitmek üzere hazır bir misafir" olarak tasvir etmişti. Brecht hayatı boyunca defalarca taraf olmak zorunda hissedecekti.
Üzücü bir şekilde antistalinist sol ona olayları etkileme şansı vermedi. O günlerde Almanya'daki troçkist örgütlenmenin bütün Berlin'de 50 üyesi vardı. Brecht, o dönemde pek çok inançlı devrimcinin de Hitler'e karşı koyabilecek tek güç olarak gördüğü kitle partisi KDP'ye doğru çekildi.
Brecht'in marksizmle ilgilenmesi tiyatroya yaklaşımını da değiştirdi. O, gerçekliğin mükemmel bir benzerini sunmaya çalışan doğalcı tiyatroyu her zaman reddetti. Gecenin Davullarının sahnesi için, arkaya "O kadar da romantik bakmayın!" yazan bir afiş asmayı öneriyordu.
İlginç bir şekilde tiyatroda radikal yeni bir form ihtiyacı, onun en büyük ticari başarısı olan Üç Kuruşluk Opera'nın ardından netleşti. 1928'de Üç Kuruşluk Opera onu bir dünya starı yaptı. Oyunda dilencilik, polis şefiyle birlikte suçluların sessizce gerçekleştirdiği organize ticaret olarak anlatılıyordu.
Oyun, burjuva seyircileri şok etmek yerine büyük bir başarıya imza attı. Tiyatroseverler cüretkar parçalarından büyülenseler de, Brecht'in ağır kapitalizm eleştirisi fazla dikkat çekmedi.
Brecht "epik tiyatro" teorisini bu olaya cevap olarak ortaya koydu. Amacı eğlendirmek ya da seyirciyi birşey yapmaya itmek değildi. Bu yaklaşımlar seyirciyi pasif tüketicilere çevirmişti.
O, seyircinin sahnede gelişen olayları bilinçli ve eleştirel izleyicilere dönüşmesini istedi. Sürekli olarak onları "illüzyonizm"den kopararak, sanatsal bir performansı izlediklerini farkettirmek için yollar arıyordu.
Bunu başarmak için sabit dramanın beş geleneksel yapısını kırdı. Rus devrimci tiyatrosundan etkilenerek, temel sorun olarak gördüğü "yabancılaşma hissinden" uzaklaşmanın yolunu aradı.
Örneğin, izleyicilere doğru yorumlarda bulunmaya, araya şarkılar katmaya ve bilgi içeren yazılı metinler göstermeye başladı. İzleyicilerin doğal merakını kırmak üzere sahneden önce sahneyi özetlemesi için sunucu kullanmaya başladı.
Bu teknikle -tiyatroda ya da gerçek hayatta- olayların akışının öylece oluşmadığını gösterme yetisini kazandı. Hayat her zaman çelişkilerle gelerek seçimleri ve aktif müdahaleyi gerektirir.
Artık oyunlarının politik tarafını gözardı etmek zorlaşıyordu. İyi örneklerden biri de Maxim Gorki'nin, 1905 devrimi Rusyası'nda geçen Ana romanıdır. Roman, Bolşevik oğlunu hapisten çıkarmak isteyen ve bu yolda kendisi de inançlı bir komüniste dönüşen bir anneyi anlatır.
Oyunla seyircinin arasını açmak için genellikle tarihi setler kullandı. Galileo Galilei'de, bilim insanıyla, Katolik kilise arasındaki tartışma, bireysel tercihlerle, yönetenlerin beynimizi kontrol çabası arasındaki gerilimi anlatır.
Herhalde en iyi savaş karşıtı oyunlardan biri olan Cesaret Ana, 17. yüzyılda Otuz Yıl Savaşları'na denk gelir. Ailesini geçindirmek üzere savaştan kâr etmeye çalışan bir annenin, çabalarken tüm çocuklarını kaybetmesini anlatır.
Bu oyunların hiçbiri sorduğu ahlaki sorulara basit cevaplar vermezler. Hiçbiri de basit propaganda aletleri değillerdir. Daha çok izleyiciyi, bağımsız karakterlerin önündeki ihtimallerin toplum tarafından nasıl çerçevelendiği ve "sağduyulu" ahlaki önermelerin sınırlarının neler olduğu üzerine düşünmeye iter.
Brecht, Weimar Cumhuriyeti'nin son yıllarında şarkıları ve oyunlarıyla tartışmaların odağındaydı. Ana'nın 1932'deki prömiyerinden bir ay kadar sonra polis oyunun oynanamayacağına, sadece okunabileceğine karar verdi. Bir başka oyun da Naziler oyuncuları dövdükleri için iptal oldu.
Naziler iktidara geldiklerinde, Brecht sürgüne gitti. Kitapları yakıldı. Brecht, Almanya'daki antifaşist mücadeleyi desteklemek için Danimarka ve Finlandiya'da, Almanya sınırına yakın olmayı tercih etti. Savaşla birlikte ABD'ye gitmek zorunda kaldı.
Brecht, savaştan sonra Doğu Almanya'ya giderek stalinist rejimin kanatları altında çalıştığı için sıklıkla eleştirilir. Aslında sürgün, Brecht'e Batı'nın "özgürlüğünü" ilk elden yaşama şansı vermişti.
Net bir şekilde kara listelere alınmıştı. Yazdığı kırk senaryodan sadece biri film yapmaya uygun bulundu. O senaryo da Hollywood tarafından o kadar fena kesilmişti ki, Brecht senaryosunu geri çekti. Savaştan kısa bir süre sonra Brecht Amerika Karşıtı Hareketler Komitesi'ne davet edildi. Duruşmasından bir gün sonra Avrupa'ya geri döndü.
1949'da Brecht Doğu Berlin'de kendi tiyatrosunu açtı. Kısa sürede başı stalinist bürokrasiyle derde girdi. Pek çok oyununu değiştirmeye zorlandı. İki tanesinin gösterimi durduruldu.
Doğu Almanya'nın en önemli tiyatro dergisinin editörü Brecht'e karşı kampanya başlattı. Stalinist "sosyalist gerçekçi" sanatsal muhafazakarlığın etkisiyle Brecht'in epik tiyatrosunu, şekilsel deneylerden öte birşey olmamakla suçladılar.
Brecht'in Doğu Almanya'daki rejimle arası hep nane molla oldu. Bir taraftan, hiç olmamasındansa kötü bir sosyalizmi yeğleyeceğini söyledi. Öte yandan diktatörlüklerden nefret ederdi. 17 Haziran 1953'te Berlin işçilerinin ayaklanması sert bir şekilde bastırıldığında, görüşmeye çağırdığı Komünist Parti Genel Sekreteri'ne bir mektup yazdı. Sadece son cümlesi olan -hükümeti desteklemek- yayınlandı.
1989'da Doğu Alman Devrimi'nden bir yıl önce hükümet tiyatrosunun önüne bir Brecht heykeli dikti. Anıt, Doğu Alman diktatörlüğünün Brecht'i nasıl gördüğünü Ana'dan bir alıntıyla iyi özetler:
Yaşayanlar hiç bir zaman asla demesinler!
Güvendeki güvende değil
Herşey olduğu gibi kalmayacak
Ancak Brecht'in iki mısrası ortadan kaybolmuştur:
Yöneticiler konuştuktan sonra
Sıra yönetilenlere gelecek
Sonuç olarak, Brecht'in çözümlemesi doğru çıktı. Doğu Alman yöneticiler gitti ve bizim bugün okumamız gereken Brecht de bu Brecht'tir.
Çeviren: Avi Haligua