Can Irmak Özinanır
Dünyada otoriter eğilimlerin yükselmeye başlamasıyla beraber bu eğilimlere zemin hazırlayan müesses nizam temsilcileri paniğe kapılmaya başladı. Elbette başta ABD Başkanı Donald Trump olmak üzere ezilenlerin hayatını cehenneme çeviren otoriterliğe karşı sol da çare aramaya başladı. Geçtiğimiz yıl dünyanın dört bir yanı isyanlarla sarsıldı ancak genel olarak üretilen çözümler yine müesses nizamın sınırları içinde kaldı. Türkiye’de de benzer bir eğilim var. İktidar blokunun yükselmekte olan otoriterizmine karşı çözüm önerileri genellikle eski hükümet üyeleri Ahmet Davutoğlu’ndan, Ali Babacan’a, CHP’den Saadet Partisi’ne kadar uzanan bir ittifakla sosyalistleri yan yana getirmeye kadar uzanıyor. Elbette bunun için sosyalistlerin de Kürtlerin de sözlerini biraz “sakınmaları” gerektiğinin altı çiziliyor. Oysa kitleler gerçek bir değişim istiyor. İngiltere’de Jeremy Corbyn öncülüğünde yaşanan sol yükseliş, Corbyn’nin Brexit konusunda İşçi Partisi’nin sağ kanadına verdiği taviz yüzünden bir felaketle sonuçlandı. Şimdi ABD’de müesses nizam temsilcileri bugüne kadarki en sol başkan adayı Bernie Sanders’ın önünü kesip Trump’ın karşısına Joe Biden gibi neoliberal bir savaş destekçisi ile çıkmaya çalışıyorlar. Neoliberal uzlaşıyı yeniden diriltmek üzere atılan her adım otoriterliğe daha da güç kazanıyor. İhtiyacımız olan neoliberal uzlaşıyı da burjuva demokrasisini de aşan bir ufuk, gerçek bir demokrasi ufku. Bu ufku 1871’de Marx’ın sözleriyle gökyüzünün fethine çıkan Paris Komünü önümüze koymuştu.
Tarihteki ilk işçi hükümeti
1871’de savaştan, kıtlıktan ve Prusya işgalinden bıkmış olan Fransa işçileri başkent Paris’i ele geçirdi. Bu, o güne kadar yaşanmış en demokratik deneyim olarak tarihe geçti. Ulusal Hükümet, Paris’i teslim etmeye ve sekiz gün içinde yeni bir Ulusal Meclis’in seçilmesine karar verdiğinde Louise Michel gibi kadın işçilerin öncülüğündeki İlçe Güvenlik Komiteleri’nin koordinasyonuyla Paris halkı direnişe başladı. Paris’i silahsızlandırmak isteyen askerler de bu kahramanca kitle hareketi karşısında silahlarıyla beraber direnişçilere katılmaya başladı. Bu bir devrimdi ve kısa ömürlü de olsa tarihin gördüğü ilk işçi hükümetini kuracaktı.
Marx, Fransa’da İç Savaş kitabında Komün’ü şöyle anlatıyordu:
“Komünün ilk kararnamesi sürekli ordunun kaldırılması, ve silahlanmış halk ile değiştirilmesi oldu.
Komün, kentin çeşitli ilçelerinden genel oy hakkı ile seçilmiş belediye meclisi üyelerinden kurulmuştu. Bu üyeler sorumlu ve her an görevden geri alınabilir idiler. Komün üyelerinin çoğu doğal olarak işçilerden ya da işçi sınıfının ünlü temsilcilerinden oluşuyordu. Komün, parlamenter bir örgenlik değil, ama aynı zamanda hem yürütmeci hem de yasamacı, hareketli bir gövde olacaktı. Merkezi hükümetin aleti olmaya devam edecek yerde, polis siyasal özniteliklerinden hemen yoksunlaştırıldı ve Komünün sorumlu ve her an görevden geri alınabilir bir aleti durumuna dönüştürüldü. Yönetimin tüm öbür dallarındaki görevliler (memurlar) için de aynı şey oldu. Komün üyelerinden aşama sırasının en alt düzeyine değin, kamu görevi işçi ücretleri karşılığı görülecekti. Yüksek devlet görevlilerinin kullanma hakları ve temsil ödenekleri, bu yüksek görevlilerin kendileri ile birlikte ortadan kalktılar. Kamu hizmetleri, merkezi hükümet tarafından korunan kimselerin özel mülkiyeti olmaktan çıktı. Sadece belediye yönetimi değil, ama o güne değin devlet tarafından yürütülmüş bulunan tüm girişkenlik, Komünün ellerine verildi.”
Bu biçim 4 veya 5 yılda bir sandık başına gidilen burjuva demokrasisinden de temel hakların referanduma götürülebilmesini öngören anlayışlardan da demokratikti. Dünyadaki neredeyse bütün işçi direnişlerinde, grev komitelerinde bir nüve olarak ortaya çıkan demokrasi biçimi vücut bulmuş bir hâlde Paris Komünü’nde yaşandı.
Komün aynı zamanda yurtseverlik ve milliyetçilik pompalayan burjuvazinin asıl olarak kimden korktuğunu da göstermiş oldu. Cumhurbaşkanı Adolphe Thiers, Parisli işçilerin kenti koruması karşısında işgalci Prusya ordusuyla kol kola girerek devrimi Paris’e bir saldırı olarak adlandırdı. Cumhuriyeti savunduğunu söylüyordu ama kralcılarla ittifak kurdu. Tek bir şehre sıkışmış olan Komün, Thiers öncülüğündeki burjuvazinin baskısına ancak 72 gün direnebildi. Tarihteki ilk işçi ayaklanması kanla bastırıldı.
Komün bugün niye önemli?
Kapitalizm, çok çeşitli biçimler altında var olabiliyor, egemen sınıf kimi zaman açıkça diktatörlüklere destek verirken, kimi zaman görece demokratik formları savunabiliyor ancak yaldızı her kazındığında kapitalizmin “daha fazla demokrasi” talebiyle çeliştiği görülebiliyor. Neoliberal uzlaşının çözüldüğü günümüz koşullarında geniş kitleler bir değişim arayışında. Bu arayış kendini isyanlarla da ifade edebiliyor, sandıklarda merkezde olmayan sol veya sağ “alternatiflerin” yükselişiyle de… Dolayısıyla otoriter ve ırkçı sağın yükselişinde de müesses nizam karşısında duyulan bıkkınlığın ve umutsuzluğun rolü var. Bunun karşısında sol ise genellikle düzenin sınırları içinde bir perspektif öne sürüyor ve bu otoriter sağa yarıyor.
Bugün otoriterliğe karşı bir alternatif geliştirmek isteyen herkes ırkçılığa, otoriterliğe tavır aldığı kadar neoliberalizmin yaldızlı masallarını yeniden parlatmaya çalışan uzlaşmacılığa karşı da tavır almalıdır. Alternatif, demokratik olduğu kadar antikapitalist de olmalıdır. Dünya çapında, burjuvaziyle ittifaka değil burjuvazi karşısında bir ittifaka ihtiyacımız var. Burjuva demokrasisini aşan bir ufku önümüze koymadığımız sürece bu “demokrasi” içinde kazanımlarımız olan özgürlükleri bile korumamız mümkün değil.
Bugün antikapitalistlerin önlerine koyması gereken hedef demokrasi düşmanlarıyla demokrasi ittifakları kurmak değil gökyüzünü fethe cüret etmek.