Kadınlara yönelik ayrımcı uygulama ve söylemlerin her gün yeniden üretildiği ve işlendiği bir dünyadayız.
Gündelik hayatta sırasıyla hepsi bir diğerini güçlendiriyor; Başbakan tarafından sürekli dillendirilen 'en az 3 çocuk doğurmalısınız' veya 'kadın erkek eşitliğine inanmıyorum' anlayışı, kürtaj hakkının kısıtlanmasına yönelik girişimler, boşanma oranlarının artışıyla yükselen kadına yönelik şiddet, artık önüne geçilememesinin kocaman bir şaka olmasını umduğunuz kadın cinayetleri.
Devlet: Erkek şiddetini koruyan aktör
Kadına yönelik ayrımcılığı tüm kurumlarıyla birlikte içselleştiren devlet toplumsal cinsiyet konusunda ideolojik olarak önemli bir rol oynuyor, gündelik ilişkileri düzenliyor. Tüm yasaları ve kurumsal işleyişi 'aile' kurumunun korunması üzerine şekillenen devlet aynı zamanda erkek şiddetini koruyan ve pekiştiren bir aktör.
Savaş ve militarizm 'güçlü erkek' anlatısının her gün yeniden pekiştirilmesinde oldukça etkili. 'Erkek' olmanın yolunun askere gitmekten ve silah tutmaktan geçtiği söylemi için erkek 'ne kadar kavgacı o kadar makbul'. Savaş ve düşmanlık dilinin bu kadar yaygın olduğu bir toplumda kadına yönelik şiddet oranlarının tek istikrarlı istatistik olması anlaşılır. Bu söylemin devlet açısından ikili bir kazanımı var, erkekleri silahlandırarak cinsiyetçi iş bölümünün devamlılığı ve erkeklere 'erkekliklerini' test etme sahası olarak sunarak savaşın devamlılığı.
Savaş ve militarizm erkekliği pompalamanın yanı sıra kadına yönelik cinsel şiddeti de körüklüyor.
Tarih boyunca cinsel şiddet pek çok kez bir savaş taktiği olarak uygulandı. Fransa- Vietnam savaşında Fransa özellikle hamile kadınları hedef aldı, Pasifik savaşında binlerce kadın tecavüze uğradı, Bosna'da savaş sırasında uğradığı tecavüz sonucu hamile kalan ve doğurmak zorunda bırakılan kadın sayısı yaklaşık yirmi bin kadardı. ABD'nin Irak işgalindeki tecavüz ve cinsel saldırı politikaları ise hepimizin hafızasında çok daha yakın ve canlı bir örnek. Türkiye'de 90'lı yıllarda Kürt kadınlara yönelik cinsel şiddet bir devlet politikası olarak kullanıldı. Polis, jandarma, asker tarafından tecavüz kadının şahsında bir halktan 'intikam almak' için politik bir baskı aracı haline getirildi.
Kadına şiddetin son bulması
Tecavüz bir savaş suçudur. Bu yüzden bugün savaşa karşı çıkarken kadına yönelik şiddete karşı mücadeleyi de yükseltmek, tecavüze karşı çıkarken aynı zamanda barış talebini haykırmak çok önemli. Milliyetçiliğe ve militarizme karşı olmak cinsiyetçiliğe karşı mücadelenin de ayrılmaz bir parçası.
Kadın bedeni üzerinden yürütülen bütün devlet politikalarını teşhir etmek ve kadına yönelik şiddetin son bulmasını sağlamak için 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde kadınlar barış talebiyle sokağa çıkacaklar.