Nuran Yüce
Geçtiğimiz hafta sel, lodos, kar ve tipi ile mevsim normalleri üzerinde seyreden hava sıcaklıklarını aynı anda yaşadık.
• Kayseri’de saatteki hızı 95 kilometreyi bulan fırtınadan çatılar uçtu. Uçan çatılardan biri yolda yürüyen birinin ölümüne neden oldu.
• Foça’da saatte hızı 70 kilometreyi bulan rüzgar ve dalgalar sahildeki evlerin duvarlarını yıktı. Elektrik kesintileri olurken İzmir ve Çandarlı körfezinde gemi trafiği durdu.
• Bitlis’te de rüzgarın hızı 90 kilometreye ulaştı.
• Karadeniz’de 5 metreyi aşan dalgaların taşıdığı taş, çakıl ve biriken su nedeniyle sahil yolu tamamen kapandı. Son zamanların en büyük deniz felaketlerinden birini yaşadıklarını söyleyen balıkçılar, çaresiz bakışlarla dev dalgaların yuttuğu teknelerini izledi.
‘Bunlar her yıl oluyor bu durumda bir anormallik yok’ diye düşünebilirsiniz. Maalesef durum böyle değil. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 1940 yılından bugüne ‘aşırı hava olayı’ sayılarının son yıllardaki artışını gösteren bir rapor yayınladı.
Rapora göre:
• 2010 yılında 550 aşırı doğa olayının yüzde 46’sını fırtına, yüzde 29’unu sel, yüzde 14’ünü de dolu oluşturdu.
• 2011’de ise 324 aşırı doğa olayı meydana geldi. Bu olayların yüzde 36’sını dolu, yüzde 28’ini sel, yüzde 20’si ise fırtınaydı.
Bakanlık, “İklim değişikliğine bağlı olarak hava olaylarında olduğu gibi doğal afetlerde de artışların olması beklenmektedir” dedi ve ekledi: “Bunlar kaçınılmazdır.”
Kaçınılmaz mı?
Evet, fosil yakıt tüketimi devam ettiği sürece, gezegenin sıcaklığının artması kaçınılmaz. Karbon salım oranları hemen radikal bir biçimde tüm dünyada düşürülse bile gezegenin sıcaklığı yaklaşık 2 derece artacak. Kuraklık, seller, orman yangınları, bitki ve hayvan türlerinde azalma, salgın hastalıklarda artış ve su krizi - kaçınılmaz olarak bu 2 derecelik sıcaklık artışının sonuçları olacak.
Küresel ısınmanın bilimsel olarak kanıtlandığı andan itibaren felaketi durdurmanın imkânı vardı ve hala da var. 1980’lerden beri düzenlenen iklim zirvelerinde şirket haline dönüşmüş devletler, bugüne kadar milyonlarca yoksul insanın yaşamını ve ekosistemi kaygı edinen herhangi bir anlaşma oluşturmadılar. Devletler, kapitalist sınıfın kâr odaklı kaygılarını dile getirdiler ve bugün gezegenin geleceğini tehdit eden ekolojik yıkımdan bile para kazanmanın peşine düştüler. “Kömür yılı” ilan edip termik santralleri yapmaya devam ederseniz, petrole dayalı enerji ve ulaşım politikalarından vazgeçmezseniz tek bir kaçınılmaz sonuç var: İnsan ve canlı yaşamının sonu.
29 Haziran’da İstanbul’da, küresel 350 kampanyası ile birlikte miting yapacağız. “Tek evimiz dünya” için “iklimi değil, sistemi değiştireceğiz” diye haykıracağız. Miting için şimdiden standlar açabiliriz, toplantılar örgütleyebiliriz.
Bu büyük mücadelede hepimizin katkısına ihtiyaç var.