Nuran Yüce
İstanbul’da Marmara denizi kıyılarında hummalı bir çalışma devam ediyor. Yenikapı ile Samatya arasındaki yolda kamyonlar birbiri ardına dizilmişler. Dev iş makineleri, hafriyat ekipmanları, hem karadan hem denizden 7/24 durmaksızın çalışıyor. Çok acele bitirmeleri gereken bir işleri var. Türkiye demokrasi ve işçi mücadelelerine yıllarca ev sahipliği yapan ve son dönemlerde kendisi de bir mücadele alanına dönüşen Taksim Meydanı vatandaşlara kapatılırken “kentin bir miting alanına çok büyük ihtiyacı var” denilerek başlanan “İstanbul Metropolü Miting ve Gösteri Alanı”nı bitirmeleri gerekiyor.
Yüce gönüllü hükümet, vatandaşlarının toplanma ve gösteri hakkını kullanmaları için 715 bin metrekarelik bir alan yaratıyor bu projeyle. Nezih bir ortamda gösteri yapılabilmesi için de her şey düşünülmüş. 2 bin 500 araç ve 800 otobüsü alabilecek büyüklükte otopark, sahne, tıp merkezi, idari ve güvenlik birimleri, kafe, büfe, restoran ve sergi alanları. Alanın 450 bin metrekarelik bölümüne de binlerce ağaç ve çiçek dikilerek yeşil alan haline getirileceği söyleniyor. Ayrıca engelliler de unutulmamış, onlar için ayrı localar yapılıyor. Son bir şey daha meydanın altına 2,5 milyon nüfusun atık suyunun arıtılacağı “İleri Biyolojik Arıtma Tesisi” de kuruluyor. Ama bu projeyi yürütenlerin çevre hassasiyetini gösteren son şeyi söylemeden bu kısmı bitirmek haksızlık olur: İnşaat alanında toz ve çamur içinde kalan kamyonların, şehir trafiğine katılmadan önce yıkama tünellerinde kirlerinden arındırılmaları; işin kurmayları, hem hijyen hem de göz estetiği bakımından çok duyarlı oldukları için bunu yaptıklarını söylüyorlar!
Artık, “yeşilin hastası” bir anlayışın inşa ettiği bu alanda güneşli bir pazar günü arabanıza atlayıp, mitinge katılabilirsiniz. Miting öncesi ve sonrası alışveriş yapabilirsiniz, yorulursanız birbirinden şık kafelerde dinlenebilirsiniz. Tabii miting için haftalar öncesinden gerekli bürokratik işlemleri tamamlamış ve bildirimde bulunulmuş olması gerekiyor. 34 Kürdün yaşamını yitirdiği Roboski katliamı gibi birçok olay karşısında bu toplumun vicdanı olduğunu ve sorumlularının hemen bulunup cezalandırılması talepleriyle anında sokağa çıkıp, gösteri yapamazsınız. Önce bir durun, soluklanın, gerekli bürokratik işlemleri tamamlayın ve size gösterilen yerde miting yapın.
Hükümet tarafından toplanma ve gösteri hakkı “izinli” ve belirlenmiş alanlara sıkıştırılırken, “İstanbul Metropolü Miting ve Gösteri Alanı” yapılma kararı hiç kimseye sorulmadan alındı ve yapılmaya başlandı. İstanbul’un kültürel ve tarihi mirasını, nüfus yapısını, ormanlarını ve su havzalarını etkileyecek çok sayıda proje gibi (3.köprü, 3.havalimanı, yeni yerleşim yerleri, kentsel dönüşüm) bu proje de yıkıma yol açacak nitelikte.
Öncelikle miting ve fuar alanı olarak hazırlanan 715 bin metrekarelik alanın 578 bin metrekarelik bölümü deniz doldurularak elde ediliyor. Deniz ekosistemine bu kadar büyük bir müdahalenin balıkların yumurtlama alanlarının tahrip olmasına ve biyoçeşitliliğin azalmasına yol açacağı kesin. Ve bu yıkımı ne ekeceğiniz ağaçlar, ne de mevsimlik çiçekler telafi edebilir. Düzce depreminde en fazla hasar denizin doldurulmuş kısımlarında yaşandı. İstanbul’un deprem tehdidi altında olduğu da herkes tarafından biliniyor. Bu iki bilgiye rağmen bu projenin yapılması depremde yaşanacak can ve mal kayıplarının daha da artmasına neden olacaktır.
Bunlar bu projenin yerel ölçekte yaratacağı olumsuzlukların bir kısmı. Ama bir de “İstanbul Metropolü Miting ve Gösteri Alanı”nı bizzat sulara gömecek büyük bir tehlike var. Bu tehlike ise, iklim değişikliği ve yükselen denizler…
1990 yılından bu yana dünya genelinde deniz seviyeleri 20 cm yükseldi. Şu ana kadar yükselmenin ana nedeni deniz suyunun ısındıkça genleşmesi ve kara buzullarındaki erimeydi. Hükümetlerarası İklim Değişimi Paneli’nin altı yıl önce açıkladığı bir rapor, deniz yüzeylerinin yüzyılın sonuna kadar 58 cm yükseleceğini öngörüyordu. Bu rapor hazırlandığı dönem içinde bile, Grönland ve Antarktika buzullarındaki erimenin etkisini dahil etmediğinden dolayı oldukça iyimser bir tahmin olarak değerlendirilmişti. Grönland ve Antarktika’daki buzul erimelerini (1992 yılından bu yana yılda yaklaşık 200 milyar ton buzul kaybetmiş) dikkate alan bilimsel raporlar ise, 2100 yılına kadar deniz seviyelerinin günümüzden en az bir metre yüksek olacağını tahmin ediyor. Buzulların beklenenden daha hızlı erimesi bu beklentileri bile iyimser kılmış durumda. Columbia Üniversitesi, New York Dünya Enstitüsü’nden araştırmacı olan Radley Horton, “Son birkaç yıldır Grönland ve Batı Antarktika’daki buzul örtüsünün daha hızlı eridiğini gözlemliyoruz ve hızlanma böyle sürerse, 21.yüzyıl sonuna geldiğimizde deniz düzeyinin dünya genelinde bir değil, iki metre kadar yükselmesi konusunda endişeler var” diyor (National Geographic, Eylül 2013). Deniz seviyelerinin yüzyıl sonuna kadar 15 metre yükselebileceğini söyleyen Potsdam İklim Etkileri Araştırmaları Enstitüsü ise bu öngörüsünü, her bir santigrat derecelik sıcaklık artışı için 2,3 metre civarında yükselmenin olacağına dayandırıyor. Atmosferdeki karbondioksit oranının geçtiğimiz mayıs ayında 400 ppm’i geçtiğini ve bu oranı azaltacak bir adım atılmadığını dikkate alacak olursak, Potsdam’ın öngörüsü de göz ardı edilebilecek nitelikte değil.
Bilimsel raporların tamamı küresel ısınmaya bağlı olarak bu yüzyıl sonuna kadar deniz seviyelerinin yükseleceğini söylüyor. Ve sadece bunu söylemekle kalmayıp (doğal olarak) yükselmenin yarattığı ve yaratacağı sonuçlara ilişkin raporlar da yayınlıyorlar. Yükselen denizlerin alçak bölgeleri sular altında bırakacağı, fırtınaların yarattığı dalgaların şiddetinin artacağı ve dalgaların daha iç kesimlere ulaşacağı başlıca tespitleri. Yüzyılda bir görülen fırtına dalgalarının, on yılda bir hatta daha sık görüleceğini de söylüyorlar. Geçtiğimiz yıl ABD’nin kuzeydoğu kıyılarını vuran Sandy kasırgasının yarattığı dalgalar, New York’ta 43 kişinin ölümüne, 19 milyar dolarlık hasara yol açmıştı. Sandy kasırgasının 1,5 metre daha yüksek bir deniz seviyesinde on yılda bir ya da daha sık aralıklarla gerçekleştiğini bir düşünün. Bu hem can hem de mal kaybı açısından inanılmaz bir yıkım oluşturacaktır. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü, deniz seviyesinin yarım metre yükseleceği ( çok iyimser bir tahmin) verisinden hareketle 2070 yılına kadar dünyanın büyük liman kentlerinde yaşayan 150 milyon insanın kıyısal taşkınlar karşısında risk altında olduğunu ve 35 trilyon değerinde maddi kaybın oluşacağını öngörüyor. İşin kötüsü şimdiye kadar iyimser tahminlerin değil, daha az ihtimal verilen kötü senaryoların gerçekleştiğine tanıklık ediyoruz.
Bu vahim veriler ve öngörüler karşısında devletler ne yapıyor? İklim değişikliğini önleme konusunda hiçbir şey yapmadıklarını söyleyebiliriz. Deniz seviyelerinin yükselmesine karşı ise tedbir alan ülkeler var. Bunlardan bir tanesi 1953 yılında 1836 kişinin ölümüne neden olan fırtına sonrası inşaatına başlanan, 6 milyar dolardan fazla harcama yapılan ve 1,5 milyon insanı 10 bin yılda bir görülebilecek fırtınalardan koruyabilecek hareketli bariyerlerin yapıldığı Hollanda. Hollanda hükümeti şimdi bu bariyerleri deniz seviyelerinin ne kadar yükseleceği tahminlerine göre güncelliyor, setlerin bakım ve denetimini yapan mahalle su kurulları ise herhangi bir tehlike karşısında her zaman tetikte. Ayrıca deniz seviyesi beş metre yükselse bile Hollanda’nın maddi açıdan makul çözümler üretebileceği söyleniyor.
Deniz seviyelerin yükselmesine ilişkin hazırlanan raporların tamamında yer alan bir ibare var: “dünya genelinde”. Dünya’da bulunan ve üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’nin de, dünya genelinde yükselecek deniz seviyelerinden az ya da çok etkileneceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Avrupa Çevre Ajansı’nın buzul erimelerini dikkate almadan hazırladığı rapora göre bile Akdeniz havzasında deniz yükselme seviyesinin yüzyılın sonuna kadar 60 cm olacağı belirtilmekte. Son zamanlarda yapılan gözlemler ise Akdeniz havzasında deniz seviyelerinin 140-150 cm’ye kadar yükselebileceğine işaret ediyor.
İklim değişikliği ve etkileri konusunda dünyanın en önemli bilimsel yayın organı olan Nature Climate Change dergisinde, geçtiğimiz ay iklim değişikliğinin tüm dünyadaki kıyı şehirlerine etkisini inceleyen bir araştırmanın sonuçları yayınlandı. Araştırmaya göre 2005 yılında 136 şehrin su baskınları nedeniyle gördüğü hasar 6 milyar dolar olarak hesaplanmış. Deniz seviyelerinin yükselmesine karşı önlem alınsa bile 2050 yılında oluşacak hasarın da 52 milyar dolara çıkması öngörülüyor. Ayrıca şimdiden önlem alınmaması durumunda en riskli şehirlerin sıralaması yapılmış. Dünya’da en riskli ilk on şehir sıralamasında, İstanbul sekizinci, İzmir de onuncu sırada yer alıyor. Yani, şimdiden deniz seviyesindeki yükselişe ilişkin önlem alınmazsa Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 20’sini barındıran, GSYİH’sının yarısına yakınını üreten İstanbul, su baskınları açısından 2050 yılında dünyanın en riskli sekizinci şehri olacak. Araştırmada deniz seviyesinin 40 cm yükselmesi ve İstanbul’un etrafına 45 cm yükseklikte koruma duvarı inşa edilmesi durumunda bile İstanbul’un senelik zararının 29 milyon dolar olacağı da söyleniyor.
Son olarak deniz seviyelerinde yükselmenin İstanbul’da, Tarihi Yarımada’nın kıyılarını nasıl etkileyeceğini harita üzerinde de gösteren bir çalışma yapılmış. Bu harita, yüz yıl içinde deniz yüzeyinin 2,6 metre yükselmesi durumunda Yenikapı sahillerinden girecek tuzlu suların Aksaray’a kadar ilerlediğini gösteriyor. Tabii bu durumda büyük paralar harcanarak yapılan “İstanbul Metropolü Miting ve Gösteri Alanı” da sulara gömülecek. Ve yanı sıra her geçen gün daraltılan demokrasiyi de sular alıp götürecek.
Bütün bu bilimsel raporların, verilerin ve gelişmelerin karşısında neredeyse koruyucu hiçbir tedbir almayan yönetimlerle karşı karşıyayız. Türkiye’de ise durum daha da vahim… AKP hükümeti, iklim değişikliğinin yaratacağı olumsuz koşullara karşı uyum ve koruma tedbirleri almak bir yana değişimin hızını arttıracak projeleri hız kesmeden hayata geçiriyor. Dünya genelinde karbon salım artış hızı sıralamasında ilk sıralarda yer alan Türkiye, 52 tane yeni kömürlü termik santrale yapım izni vererek, karbon salım miktarı olarak da ilk sırada yer almaya aday bir ülke haline dönüşüyor. Eğer AKP hükümeti bu adımları atmaya devam ederse sadece İstanbul’u, İzmir’i sular altına gömmeyecek. Tüm gezegenin ve canlıların geleceğinin yok olmasına da neden olacak. Bu yüzden sadece belirtilen yerlerde değil, tüm dünyada her sokakta, her mahallede ve her meydanda mücadele ediyoruz. Denizi doldurarak yaptıkları “demokrasi” adaları batarken, yeni bir mücadele #Direngezegen etrafında örülüyor.