Şenol Karakaş
AKP, kendisine muhalefet eden iki partinin, CHP ve MHP’nin politikalarının içeriği nedeniyle kurulduğu günden bu yana hep rakipsiz oldu. Kürdistan’da ise bambaşka bir hareket bambaşka bir muhalefet tarzı nedeniyle AKP’ye her zaman kafa tuttu ve zaman zaman da geriletmeyi başardı.
Kürt hareketinin AKP’yi geriletebilme yeteneği, ders çıkartmasını bilenler açısından eşsiz bir deneyim havuzuna tekabül ediyor. Konu, Kürt hareketinin toplam deneyimleri olmadığı için, burada bu mücadelenin en önemli yanına değinmek gerekiyor: AKP’ye karşı Kürt hareketinin mücadelesinin başarılı olmasında iki sihirli etken var: Birisi, Kürt hareketinin statükoyu, köhnemiş Türk milliyetçiliğini savunmayan bir hareket olması, diğeri ise çok zengin bir çeşitlilik arz eden ve sayısız yöntemi aynı anda hayata geçirme yeteneğinin ürünü olan kitleselliği. Özgürlükleri savunan ve farklı mücadele yöntemlerini arka arkaya ve yan yana hayata geçirebilen kitlesel bir hareket Kürt hareketi.
Batıda, hem Türkiye siyasetinin hem de şehrin merkezine bir ateş topu gibi düşen Gezi direnişi de, AKP’ye geri adım attırabilmesini, her şeyden önce kitleselliğine ve özgürlük isteyen yüz binlerce insanın eyleminin ürünü olmasına borçlu.
Gezi direnişi ve özgürlük talepleri
1 Haziran’dan beri tekrarlandığı için ayrıntılarıyla yazmaya gerek yok ama Gezi direnişi, direniş günlerinden önce biriken öfkenin patlama anıydı. Diğer bir deyişle, Gezi direnişi, Gezi direnişinden önce başladı. Erdoğan’ın nobranlığına, AKP’nin kentsel dönüşüm merkezli olan ama bu alandaki müdahalesiyle sınırlı kalmayan neo-liberal uygulamalarına, özgürlük alanlarını kısıtlayan uygulamalara ve bu uygulamaları güvence altına almak için her geçen gün ve hafta tırmandırılan polis şiddetine karşı biriken tepkinin öfkeyle patlamasıydı.
Bu patlama, bu yüzden her şeyden önce özgürlükleri üzerindeki kısıtlamalara tepki gösteren insanların kendiliğinden eylemiydi. Kadınların özgürlüğü, hayvanların özgürlüğü, ağaçların özgürlüğü, alkol satın alma özgürlüğü, çocuk doğurup dorurmamaya karar verme özgürlüğü, gençlerin özgürlüğü, el ele gezme, metroda öpüşme özgürlüğü, kentin dönüşümünde karar verebilme özgürlüğü, gösteri yapma özgürlüğü, yürüyüş özgürlüğü, gaz bombası yemeden eylem yapabilme özgürlüğü, tuttuğu takımı istediği gibi destekleyebilme özgürlüğü, interneti canı çektiği gibi kullanabilme özgürlüğü, her türden sınavda yolsuzluk yapılıp yapılmadığını öğrenme özgürlüğü, dinsel inançlarını istediği gibi yaşayabilme özgürlüğü, istediği gibi giyinebilme özgürlüğü, cinsel yönelimlerini dile getirebilme özgürlüğü, okulların güvenlik merkezi gibi polisle doldurulmasına karşı okulları okullarda yaşayanların belirlemesi özgürlüğü.
Tarih işte böyle şakacıdır, ‘’üç, beş ağaç için’’ başlayan mücadelenin, bütün özgürlük taleplerinin patlamalı bir platformu haline gelmesi mümkün olabilir bazen. Zira ne ilk kez ağaçlar için mücadele ediliyordu ne de polis ilk kez hunharca davranmıştı. Ama 27 Mayıs’la 31 Mayıs günleri arasında, hem tüm dünyanın politik merkezlerini, hem kendisini her şeye hazır ve nazır sanan AKP liderliğini hem de harekete katılan tüm bireyleri, grupları, kurumları ve partileri şok eden dev gibi bir hareket tüm haşmetiyle ortaya çıktı.
Hareketin kitlesel karakterinin tümüyle berraklaştığı ikinci gününde, AKP hükümeti çoktan geri adım atmıştı. Polisin Gezi Parkı’ndan geri çekildiği an, hareket kazanmıştı.
AKP’nin şaşkınlığı ve kendiliğindenlik
Gezi direnişine AKP liderliğinin ilk tepkisi, şaşkınlık oldu. Ekonominin çeyrek dilimlerde büyümesinin, yollar, köprüler yapılmasının, GSMH’nın son on yılda artmasının verdiği özgüvenle, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere, AKP heyetinin ilk tepkisi, ‘’Daha ne istiyorsunuz?’’ diye çıkışmak oldu.
Oysa istenen çok basit bir şeydi: Haysiyetinin yok sayılmasından bunalan insanlar, özgürlüklerin baskı altına alınmasını istemiyordu. Bu duygu, Gezi hareketinin kendiliğindenliğini de açıklıyor. Öfke, toplumun çok değişik, daha önce beraber eylemler, politik kampanyalar örgütlememiş olan, bırakalım daha önce eylem örgütlemeyi, her hangi bir eyleme katılım dahi göstermemiş olan kesimlerini bir araya getirdi. Pervasız polis şiddeti, bu şiddeti dayanılmaz bulanları, aynı direnişin politik odağında hareket etmeye zorladı. Daha sonra devreye giren ‘’fazi lobisi’’, ‘’küresel güçler’’ gibi safsataları bir kenara bırakalım. Hiçbir büyük kendiliğinden patlama, ne kadar kudretli olduğu sanılırsa sanılsın, örgütler, kurumlar, lobiler, partiler tarafından planlanamaz, yüz binlerce insan bir komployla bir araya getirilemez. Kendiliğinden patlamalar, planlanamaz, olur.
Daha önce de vurgulamaya çalıştığım gibi; on binlerce insanın öfkesinin niye o gün patladığı sorusunun dakikaların siyasi hesabını yaparak yanıtını vermek mümkün değil ama son damla, bardağı o gün taşırdı. 31 Mayıs gecesi amaç sadece parkı korumak değil, parka girmek hâline geldi. Erdoğan ve polisle hesaplaşmak hâline geldi.
Dünya çapında süren direnişlerden aralıksız öğrenme yeteneği, Türkiye’de yaşananlara duyulan öfkeye ivme kattı ve insanlar tam ne olduğunu anlamadan kendilerini polis barikatlarından üzerlerine boca edilen gaz bombalarına karşı direnirken buldular. Kaçmamak ve direnmek! Polisi de, direnenleri de şaşırtan bir gelişmeydi ve bu gelişmenin yaşanması sadece çok büyük kalabalıkların bir araya gelmesiyle mümkün olabilirdi.
Çok büyük kalabalıklar bir araya geldi; artık biliyoruz ki, şu ya da bu örgütün çağrısıyla değil, biriken öfkeleri patladığı için saatlerce gayri insani bir durum olan gaz bombası soluyarak, gaz bombası soluyacaklarını bilerek Taksim’e akmaya başladı.
AKP'nin önde gelenleri bu yüzden bocaladı. Zira kendiliğinden hareketlerin dezavantajları saymakla bitmez ama bir avantajı vardır: Neredeyse içgüdüsel bir hareket olduğu, yani şu ya da bu hegemonik liderliğe sahip olmadığı için, birileri çıkıp da ‘’Haydi geri çekilelim’’ dediğinde geri çekilmez. Tıpkı, bir başka birileri çıkıp da, ‘’Haydi geri çekilin’’ dediğinde geri çekilmeyeceği gibi. Roket fırladığında, artık fırlamıştır.
AKP hareket karşısında sadece gerilemedi, iç sorun da yaşadı. Üslup farkları, Gezi direnişine yaklaşım farkları AKP liderliğinin en merkezinde de bir siyasal hareket olarak AKP’de bir araya gelen farklı katmanlarda da açığa çıktı. Gezi direnişi, yakından bakınca, AKP’yi sadece geriletmekle kalmadı, AKP’nin zaaflarını da açığa çıkarttı. Daha sonra Yalçın Akdoğan ve Tayyip Erdoğan tarafından AKP’yi birleştirmek için kurulan keskin ve saldırgan politik çizginin nedeni de bu.
Gezi neyi gömdü?
Direnişin ilk günlerinde sesi duyulmayan ulusalcılık, kitleler parka yerleştikten sonra sesini yükseltmeye başladı. Bu ses, ne kadar soldan gösterse de kendisini, etki kurduğu her alanda her türden hareketi AKP’nin mücadele etmekte hiç zorlanmayacağı alana çeken şamatacılıktan başka bir şey değil. AKP’yi geriletmek istiyorsak, kitlesel bir hareket inşa edilmeli. Bu hareket hem kitlesel hem de özgürlükçü olmalı, bu hareketin özgürlükçülüğü AKP’nin tabanında yer alan, değişimin adresi olarak o alanı gördüğü için o çevreden kopamayan yoksulları, emekçileri de kazanmayı hedeflemeli. Yoksul kitlelerin ve bireylerin kendisini ifade edişinin bir şekli olan hiçbir zemine, fobilerle yaklaşmamalı. Özgürlük mücadelesinin politik başlıkları arasında öncelik-sonralık ilişkisi kurmamalı.
AKP’nin hegemonya gücünü kıracak olan, bu politik adımları aynı anda atma başarısını sergileyen bir hareketin sürekliliğini sağlamaktır. Bu ise ulusalcı kökenleri çok açık olan tüm analiz ve önerilerin hareket içinde mağlup edilmesine bağlı. ‘’Sivil vesayet’’, ‘’AKP diktatörlüğü’’ ya da ‘’AKP faşizmi’’ gibi tanımlar, sadece ezberden ve bol keseden kullanılan ulusalcı iddialar olduğu için değil, gerçeği, AKP gerçeğini görünmez kıldığı için yanlış ve hareket açısından tehlikeli.
AKP yoksulların da desteğini alan bir burjuva partisidir ve AKP’den bahsederken Türkiye egemen sınıfından bahsetmemek, bu partiyi sınıflar üstü kendinden menkul bir varlığa sahip siyasi bir organizma olarak tanıtmakla eş anlamlı. AKP sadece kendine ait bir ajandası olan bir parti değil, egemen sınıfın ajandasını uygulayan da bir parti. Bu partinin egemen sınıf politikalarını uygularken halk desteğini genişletmesi ve koruması ise AKP’ye karşı mücadelenin odaklanması gereken fay hattını işaret ediyor.
AKP kitlesinin önemli bir kesimini oluşturan yoksullarla AKP liderliğinin, bu liderliğin bir parçası olan egemen sınıf temsilcilerinin ve egemen sınıfın bizzat kendisinin çıkarları arasındaki çelişkiyi önce görünür kılmak ve aynı zamanda derinleştirmek, AKP ile ilgili hurafeleri bir kenara bırakmakla mümkün.
Gezi direnişi bu açıdan da çok önemli bir hareketti ve 2002 yılında Meclise gelen Irak savaş tezkeresini püskürten kampanyalardan beri bu partinin saflarındaki en önemli sarsıntıyı yarattı. Bu sarsıntıyı, AKP’den umut besleyen yoksulları iktidar partisinin politik hegemonya alanından kopartan bir mücadeleye dönüştürmek ise bütün özgürlükleri aynı anda savunan kitlesel bir sol alternatifin radikal bir mücadele platformuna dönüşmesiyle mümkün.
Bu ne demek? Bu, her şeyden önce, ‘’Gezi iki 12 Eylül’ü de gömdü, 12 Eylül 1980 ve 12 Eylül 2010 referandumu’’ gibi tutarlılığı olmayan tezleri, makul iddialar gibi ortalığa saçmamak demek. Bu tür yalanlar, şu nedenle harekete zararlı: 12 Eylül 1980, bir askeri darbeydi. 12 Eylül 2010 ise bu darbeyle yetersiz düzeyde yaşanan bir hesaplaşmaydı. Askeri darbe geleneği, özgürlükçü aktivistlerin Ergenekon’a ve darbelere karşı verdiği mücadeleyle sekteye uğradı. 2010 12 Eylül’ü, bu referandum sırasında yapılan ‘’Yetmez ama Evet’’ kampanyası, askeri vesayetin gerilemesini tescilledi. Siyasetin normalleşmesi, ardından çözüm sürecinin başlaması ve bu normalleşme içinde köhnemiş statükonun, Özel Harp Daireleri’nin hareket alanının daralması, Gezi direnişi gibi bir patlamayı mümkün kıldı.
Gezi’nin kendiliğinden patlamasının özgürlükçü niteliği, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de tüm yoksulları heyecanlandırdı. Mücadelenin daha başından ‘’haysiyet’’ mücadelesi olduğu belliydi.
Bu mücadeleye en büyük zararı yanlış, eski ve statükocu kodların hareket içinde etkinlik kurması verebilir. Gezi direnişi, AKP’nin neo liberal politikalarına inen sert bir tokat oldu ama aynı zamanda askeri vesayet meraklısı, bu vesayetten beslenemeyince ne yapacağını şaşıran, kemalizmin restorasyonunu en önemli politik meşgalesi olarak gören, kendi yaşam tarzına müdahale karşısında son derece hassasken başkalarının yaşam tarzını aşağılayan, Kürtlere, Ermenilere, başörtülülere tahammülü olmayanlara da sert bir tokat oldu. Her iki siyaseti de tokatlamanın ne kadar doğru olduğunu, Erdoğan’ın rüyalarında bile Gezi direnişini gördüğünü kanıtlayan konuşmaları ve ruh hali kanıtlıyor.