Berk Efe Altınal
Hayvanlar üzerinde kurulan tahakkümün düşünsel altyapısı türcülüktür. Türcülük, insan menfaatlerinin diğer hayvan menfaatlerinin üzerinde ve öncelikli olduğuna dair bir ideolojidir. Bu ideoloji insanın diğer hayvanlarla kurduğu ilişkide belirleyici konumdadır.
Bu açıdan türcülük, diğer ayrımcı ideolojilerden farklı değildir. Bir ırkçı beyaz için, beyaz insanların menfaatleri diğer “ırklardan” insanların menfaatlerinden önce gelir. Bu demektir ki eğer beyazlar daha fazla refah içinde yaşayabileceklerse, siyahların köleleştirilmesi ya da haklarının gasp edilmesi kabul edilebilir bir durumdur. Bir ırkçıya “peki ama ya beyazlar da köleleştirilirse” dediğinizde bu durumun yanlış olacağını söyleyecektir. Bir beyazın köle olması yanlıştır, ancak beyazların menfaatleri bunu gerektiriyorsa siyahların köle olması kabul edilebilirdir. Irkçı beyazın bu görüşü, psikolojik bir rahatsızlığa ya da siyahlarla empati kuramıyor oluşuna vs. dayanmaz, beyazların üstün ırk olduğu, daha yüksek bir akla sahip olduğu vs. gibi rasyonel olduğuna inandığı bir dizi argümana dayanır.
Bir yandan da türcülük diğer ayrımcılık türlerinden farklıdır. Çoğumuz diğer hiçbir ayrımcılık türüne türcülükte olduğu kadar aktif olarak dahil değiliz. Pek çoğumuz, şurada ve burada heteronormatifliğe ya da Ermeni Soykırımına karşı olduğumuzu söyleyerek, yazarak ya da imza kampanyalarına imza vererek bir şeyler yapıyor hissedebiliriz. Eşcinsel düşmanı veya ırkçı olmayan birisi olmak için dilimizden belli ifadeleri çıkarmanın yeterli olduğunu ya da bu düşünceleri savunan birileriyle tartışmanın yeterli olacağı inancını taşırız. Bu büyük ihtimalle de doğrudur çünkü çoğunluğumuz (ki bu meseleyi kafasına takacak hemen hepimiz) bu ayrımclık biçimlerinde aktif olarak yer almıyoruz, evimizde çalışan siyah köleler yok, eşcinselleri öldürmüyoruz vs.
Ama türcülük böyle değil, türcülüğe basit bir şekilde “ben türcülüğe karşıyım” diyerek, imza kampanyalarına imza vererek, protesto gösterilerine katılarak ancak hayvan sömürüsüne aktif olarak dahil olmaya devam ederek karşı çıkamayız. Burada tercih çok nettir, ya hayvanların sistematik olarak sömürüldüğü bir sistemin parçası olmak ya da vegan olmak.
Veganlık, bir fikir değil türcülük karşıtlığının pratiğe dökülmüş halidir, bu açıdan veganizm ifadesi hatalı bir ifadedir. Vegan olmak, hayvan sömürüsünü hayatlarımızdan çıkarma pratiğidir. Bu sebeple hayvansal et, hayvansal süt, yumurta, bal gibi yiyecekleri tüketmeyiz; yün, kürk, deri, ipek gibi malzemelerden yapılan giysileri satın almayız; hayvanlar üzerinde deney yapılarak üretilen ürünleri boykot ederiz ve hayvanların eğlence malzemesi haline getirildiği sirk, yunus parkı, hayvanat bahçesi gibi yerleri protesto ederiz.
Vejetaryenlik, hayvansal etin diğer bütün hayvan sömürüsü biçimlerinden farklı olduğuna dair hatalı bir düşüncedir. Vejetaryenler, genellikle hayvan sömürüsüne karşıdırlar ancak hayvansal et yememenin yeterli olduğunu düşünürler, oysa hayvan sömürüsü bir bütün olarak karşı durulması gereken bir mevzudur. Hayvansal süt, hayvansal etten daha masum değildir. Hayvan refahçılığı ise, sorunun endüstriyel koşullar ya da kötü üretim tarzları olduğuna dair hatalı düşüncedir. Sorun endüstri ya da kötü şartlar değil, herhangi bir şart altında hayvanların sömürülüyor olmasıdır. Köleliğe, köleler için daha iyi şartlar isteyerek karşı çıkamayacağımız gibi hayvanlar için daha geniş kafesler talep ederek sömürüyü engelleyemeyiz. Unutmayalım ki, geçmişe dair çizilen pastoral resimler içinde bugünün endüstrisinin potansiyellerini taşıyordu. Hayvan refahı, sömürüden rahatsız olanları sistemin içinde tutmak için uydurulmuş devasa bir yalandır.
Bitkilerin canı yok mu?
Böyle bir yazı yazdığımda bu sorunun gelmesi kaçınılmaz, siz sormadan ben söyleyeyim. Veganlık, hissedebilir canlıların özgürlüğünü savunur. Bitkiler, hayvanlardan farklı olarak acıyı hissedebilecekleri sinir sistemlerine sahip değildir. Bir bitki hissedemediği için menfaatlere de sahip değildir. Bu, bitkilere ve ağaçlara yıkıcı bir şekilde yaklaşabileceğimiz anlamına gelmez.
Öte yandan bu konuda ikna olmayan ve bitkilere karşı da etik sorumluluklarımız olduğunu düşünenler için frutaryen olmak bir seçenektir. Frutaryenler, bitkinin kendisine zarar vermeden toplanabilen meyveleri, sebzeleri, tohumları ve baklagilleri tüketebilirler. Hangi bitkisel ürünü tüketeceklerine karar verirken kriter, bitkinin öldürülmemiş olmasıdır.