Esra Akbalık

Marksist sosyolog ve felsefeci Henri Lefebvre, 1968 Paris protestolarından önce aynı isimle kaleme aldığı kitabında yer alan ve bir slogan olarak da 1968 hareketine ilham kaynağı olan “Kent Hakkı” kavramını, dünyayı değiştirmenin bir metodu olarak kullanır. Lefebvre’ye göre, Kent Hakkı (1), kentsel mekânın üretimini şekillendiren güç ilişkilerinin kent sakinleri tarafından yeniden düzenlenmesi ve kentin sahiplenilmesi anlamına gelir. Mekânı, algılanan-tasarlanan ve yaşanan mekân olarak üç boyutta ele alan Lefebvre, gündelik sosyal ve toplumsal ilişkilerin deneyimlendiği kentsel mekânları, hem bu ilişkilerin üretildiği hem de bu ilişkiler tarafından üretilen yerler olarak güç ilişkilerinin merkezinde konumlandırır. Sadece resmi vatandaş olarak değil, kentte var olan, orada yaşayan ya da kısa süreli de olsa oradan geçen tüm bireylerin “kentlilik” bilinciyle bu kentsel mekânlara sahip çıkmasının önemini vurgular.

Neo-Marksist David Harvey de (2), Lefebvre’den yola çıkarak, küresel kapitalin artı-değerinin emildiği yer olan küresel kentlerin dönüşümünü neoliberal politikalar boyutuyla ele alır ve yürütülecek demokrasi mücadelelerinin, “kenti ve bununla birlikte kendimizi de yeniden şekillendirme ekseninde” olması gerektiğini söyler.

Lefebvre’nin tanımladığı haliyle, sosyal ilişkilerin düzenlendiği ve yine bu sosyal ilişkiler tarafından düzenlenen kentsel mekânlar, bir anlamda kâr ve meta odaklı neoliberal politikaların yürütücülüğünde şekilleniyor. Bu küresel kent fotoğrafı içindeki yeni sosyal ilişkiler ağı da bir çeşit “tüketiciler ağı” olarak yeniden tanımlanıyor. Bu yeni ilişkiler ağı içinde, tükettiği ölçüde var olabildiği yanılsamasıyla kodlanan günümüz insanı da, kentsel yaşam içindeki tüketim potansiyeli ile rolünü üstleniyor. Bu roller, ayrıştırma ve yerinden etmenin en temel barınma hakkını bile yok ettiği noktadan, mülkiyetin bir kimlik temsili olarak sunulduğu içe kapalı “güvenli yaşam alanları”nın yarattığı başka bir ayrımcılığa kadar uzanıyor. Özellikle konut alanlarında görünür olan bu farklılaşma ve ayrışma, spekülatif emlak piyasasının ve kentsel alanların meta değerinin rasyonelleştirilmesinde de güçlü bir araç olarak kullanılıyor. Kentte yaşayanların karşılaşarak etkileşime girdikleri kamusal alanlara yönelik erişimi kısıtlayan ve kamusalı özelleştiren politikalar da “kentli” kavramının pasif bir yalnızlığa dönüşmesinde etkili bir yöntem olarak karşımıza çıkıyor.

21.yüzyılda dünya nüfusunun yarısına ev sahipliği yapan, BM Habitat Raporlarına göre de 2050 yılında bu oranın %65’e çıkması ön görülen kentler, küresel kapitalizmin ürettiği eşitsizlik, adaletsizlik, göç, ayrışma ve yerinden etme gibi sorunların birebir görünür olduğu yerler olarak, temel insan hakları hareketlerinin de odak noktasında yer alıyor. Neoliberal politikaların ürünleri olarak küresel iklim değişikliği, savaşlar ve kaynakların eşitsiz dağılımı, bir taraftan insanca yaşam ve barınma haklarının sürekli ihlal edildiği, bir taraftan da marka değerleriyle yarıştırılmaya çalışılan “kentlerin yeniden inşasında” bu ihlallerin daha da sertleştiği kent manzaraları yaratıyor. Yerellik ve demokrasi yerine küresel şirketlerin yönlendirdiği kâr odaklı politikalar ile şekillenen günümüz kentlerinde, gerek doğal kaynakların gerekse de yapım faaliyetlerinin, mekânların kullanım değerinden çok stratejik ve meta değeri ön plana çıkıyor.

Küresel kentlerin rekabetinde etkin bir rol üstlenmek isteyen İstanbul’da da bu politikaların hızlı ve sert etkilerini her geçen gün daha fazla görüyoruz. Afet yasası gibi temelini çoğunlukla “risk” faktörüne dayandıran yeni düzenlemelerin, sağlıklı yaşam koşullarının sağlanmasından çok kentin meta değerinin yükseltilmesine hizmet eden merkeziyetçi düzenlemeler olarak hayata geçmesi, doğal, kültürel ve toplumsal pek çok büyük riski de beraberinde getiriyor. Sulukule, Tarlabaşı gibi soylulaştırma projeleri, ayrıştırma ve yerinden etme yöntemleriyle hayata geçerken; 3.Köprü, Kanalİstanbul, Topçu Kışlası, Emek Sineması yerine AVM gibi büyük ölçekli kültürel ve coğrafi müdahaleler, hiçbir toplumsal uzlaşı gözetmeden İstanbul’un geleceğini, neoliberal politikalar kılavuzluğunda şekillendiriyor. Ciddi problemlere ve uzun vadeli risklere gebe olan bu projelerin bu kadar keyfi hayata geçebiliyor olmalarının yönteminin de, 17 Aralık 2013’te iyice açığa çıktığı gibi, türlü “özel anlaşmalar” ve “çıkar denklemleri” olduğunu biliyoruz.

Tüm bu olumsuz ve keyfi uygulamalara karşın; 2001’de Porto Allegre’de ilki düzenlenen Dünya Sosyal Forumu, dünya çapındaki neoliberal politikaların ürettiği her türlü eşitsizliği ve bunlar karşısında kentsel sosyal hareketlerin önemine vurgu yaparak Lefebvre’nin Kent Hakkı kavramını yeniden gündeme taşıyordu. 1968’de, “Kenti de hayatı da değiştir!”, “Kaldırım taşlarının altında kumsal var!”, “Gerçekçi ol, imkânsızı iste!” sloganlarıyla Paris’te yankılanan hak arayışı ruhunun, 21.yüzyılın başından itibaren küresel kapitalizm karşısında küresel bir uyanışla kent sokaklarını yeniden sahiplenmeye başladığını umutla söyleyebiliriz.

Doğal ve inşa edilmiş çevrelerdeki sağlıklı yaşam ve bunun bir parçası olan kent hakkımızı, demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak Gezi Parkı sürecinde İstanbul’dan yayılarak ülke genelinde deneyimlemiş olmak, kentlere yönelik neoliberal düzenlemelerin, içinde ciddi bir mücadele ve yan yana gelme potansiyeli de barındırdığını öğretti hepimize. 1968’in sloganlarına selam gönderip, çağdaş mizahla, akıl ve duyguyla güçlenen bu direniş ruhu, yalnızlaştırılmış, tüketici kimliğine hapsedilmiş kentliye, tüm yaşam alanlarının gerçek sahibi olduğunu, sokakları, kenti ve hayatı bir arada şekillendirmenin temsili olmayan gerçek bir demokrasinin mümkün olduğunu hatırlattı. Yıllardır korkuların ardında birbirine yabancılaştırılmış, herbiri bir diğeri için “öteki” olarak yeniden üretilip yan yana gelme olasılıkları yok edilmiş, meydanlara, kıyılara, ormanlara, sokaklara erişimi türlü yollarla yavaş yavaş kısıtlanmış hatta engellenmiş bir nüfus şimdi bir arada yaşama hakkı etrafında neoliberal politikalara dur diyor.

İmkansız olan değil aslında istenen, sadece doğal olan ve zaten olması gereken; çünkü biliyoruz: Başka bir kent mümkün.. Başka bir dünya da..


Dijital sayı 27 - 11 Mayıs 2021 (pdf)

Dijital sayı 26 - 27 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 25 - 6 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 24 - 23 Mart 2021 (pdf)

Dijital sayı 23 - 16 Mart 2021 (pdf)

Abone olun

Dostlarımız

Marksist.org

Marksizm 2013

dsip
















Su Hakkı Kampanyası