Türkiye’de bir uçak veya helikopterin kendi kendine arıza yaparak düşmesi ihtimali ve düştükten sonra kara kutusunun bulunup teknik bir sorun nedeniyle düşmüş olduğunun saptanması ihtimali hiç yok. Teknolojik ve aerodinamik açılardan var elbet, ama toplumsal algı açısından yok. Otomobil kazalarının son derece doğal karşılandığı ve trafik kazalarında her yıl adeta Birinci Dünya Savaşı’nı baştan yaşamış kadar çok sayıda kişinin öldüğü bir memlekette, hava taşımacılığına müthiş bir güven duyuluyor herhalde ki, kaza olabileceğine kimse inanmıyor.
Hemen senaryolar yazılmaya başlıyor: “Bizim bakkal o uçaktaydı; uçan kuşa borcu vardı; alacaklıları düşürmüştür herhalde uçağı”.
Sanki Mustafa Kemal “Öğün, çalış, güven” dedikten sonra, “Ha, bir de komplo teorileri üretmeyi unutma” demiş.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun hayırlı ölümüne yol açan kutlu helikopter düşürülmüş müdür, düşmüş müdür, bilemem. Hiç umurumda değil. Hatice’ye değil, neticeye bakıyorum. Ergenekoncular düşürmüşse helikopteri, ellerine sağlık; JİTEM düşürmüşse, Allah razı olsun.
Teorilerden yaygın biri, herifin derin devlet tarafından kullanıldığının farkına varmış olduğu, nedamet getirdiği, olumlu ve iyi bir insan haline geldiği, filan.
Bu herifin de, Çatlı ve arkadaşlarının da, tüm MHP’li katil sürüsünün de devlet tarafından kullanıldığını zaten herkes biliyor (bilmeyenlere, Tanıl Bora ile Kemal Can’ın Devlet Ocak Dergâh kitabı önerilir). Ülkücü katiller 12 Eylül darbesinin ardından işsiz güçsüz, vasıfsız ve yeteneksiz ve elleri silahlı olarak ortada kalıverdi. “Biz sürünüyoruz, liderimiz hapiste, görüşlerimiz iktidarda” diye düşünürlerken, iktidarda olan görüşlerin derin kanadı bu katilleri önce Ermenilere, sonra Kürtlere karşı, sonra da her türlü pislik için kullanmaya başladı. Bile bile ve seve seve kullanıldılar. İşlerini şevkle yaptılar. Ceplerinde yeşil pasaportlarla ve ağızları sulanarak cinayetler işlediler.
Faşizm, Avrupa’da radikal bir harekettir; özellikle kriz dönemlerinde büyük sermaye ile işçi sınıfı arasında sıkışan, örgütsüz, çaresiz, lümpen kitleleri seferber etmek için sadece komünizme karşı değil, aynı zamanda kapitalizme, büyük bankalara, mevcut rejime karşı bir söylem kullanır. Düzen karşıtıdır.
Türkiye’de ise, bir yandan bunu yaparken, bir yandan da hep devlete ve düzene bağlı kalmaya çalışmış ve bu çelişkiyi bir türlü aşamamıştır.
Devlet ise, faşistleri tehlikeli ve radikal manyaklar olarak değil, saygın milliyetçiliğin biraz aşırı ucu olarak görmüş, kabul edilebilir bulmuş, devlete sadık olduklarından kuşku duymamış, kullanmakta tereddüt etmemiştir.
Alparslan Türkeş’in 1997’de eli kanlı bir katil olarak değil, devlet töreniyle ve büyük Türk devlet adamı olarak gömülmesinin nedeni budur. Muhsin Yazıcıoğlu’nun lümpen bir tetikçi olarak değil, saygın bir siyaset adamı olarak gömülmesinin ve Oya Baydar’ın sözleriyle “devletin zirvesinin esas duruşa” geçmesinin nedeni budur.
Mesele sadece “kör ölür, badem gözlü olur” değil, ölenin arkasından kötü konuşmanın ayıp karşılanması da değil.
Türkiye’de şu anda ve uzun zamandır Avrupa’nın en büyük faşist partisi var. Alman Nazileri gibi düzeni tehdit etmeyen, saygın siyaset yelpazesinin içinde bir parti. Kriz derinleştikçe büyüme ihtimali yüksek olan bir parti. Bu tehlikeyi hiç gözden kaçırmayalım.
Roni Margulies