Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün açıklamaları bir yandan, PKK yöneticisi Murat Karayılan’ın açıklamaları diğer yandan, Kürt sorununda savaş politikası dışında bir yaklaşımın güç kazandığını kanıtlıyor.
Süreç, kimsenin beklemediği kadar hızla ilerliyor. Abdullah Gül, Suriye ziyareti sırasında, “Bu meselelere ne derseniz deyin, Güneydoğu meselesi deyin, Kürt meselesi deyin, terör deyin, ne derseniz deyin, çözüme gitmek durumundayız. Bir noktada sadece hükümetin sorumluluğu değil, siyasi partilerin sorumluluğu değil, entelektüellerin de sorumluluğu var. Ama bütün bu şeylerde ben çok ümitliyim. 10 yıldır devlet sisteminin içindeyim. Hiçbir dönemde olmadığı kadar, sivil, asker, tüm kesimler, ortak anlayış, işbirliği ve koordinasyon içinde” demişti.
Barış süreci başladı
Bu açıklamalarla, PKK lideri Murat Karayılan’ın gazeteci Hasan Cemal’e yaptığı açıklamalar örtüşüyordu. Ama açıklamaların üzerine bir gelişme daha yaşandı. 1 Haziran’da, PKK, 13 Nisan’dan beri sürdürdüğü eylemsizlik kararını, 15 Temmuz’a kadar uzattığını açıkladı.
Sorunun çözüm süreci yönünde işaretler olarak algılanması gereken açıklamalara Recep Tayyip Erdoğan da katıldı. Erdoğan, “Yıllarca bu ülkede bir şeyler yapıldı. Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. Acaba kazandık mı? Aklıselimle bunlar düşünülemedi. Bu, aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi. Ama aklıselimle düşününce, ‘şuralarda ne gibi yanlışlar' yaptık diye şöyle bir başımızı iki elimizin arasına aldığımızda ‘hakikaten ne yanlışlar' yapmışız' diyorsunuz” sözleriyle, tartışmaya katıldı.
Biliyoruz ki Tayyip Erdoğan gazeteci İsmet Berkan’la görüştüğünde de savaşçı bir dil kullanmamıştı.
Barışı kimler istemiyor?
Kürt sorununda bir yandan çözümü yükses sesle dile getiren yaklaşımlar devletin çeşitli merkezlerinden yankılanırken, bir yandan da savaş isteyenlerin sesi duyuluyor. Kürt sorununda çözüm sürecinin basit bir el sıkışmayla gerçekleşmeyeceği çok açık. Bu, çok sert bir süreç olacak. Sert bir süreç olacak çünkü, savaşın devamından çıkarı olanlar var. Bunun en başında Türkiye’de savaşan ve savaştığı için, şehitlik onuru gibi, “Askerlerimiz dağ bayır demeden ülkeyi teröre karşı koruyor” gibi vurgularla politikada söz sahibi olmaya devam edenler geliyor.
Savaşı isteyen bir başka güç ise Ergenekon adı verilen derin mekanizma. Kürt illerinde süren “düşük yoğunluklu savaş” bu çeteye kendini meşrulaştırmak için zemin yaratıyor. Sadece zemin değil, ayrıca silah, cephane, olanak ve en önemlisi para yaratıyor. Zamanın başbakanı Çiller’in “Vatan için kurşun atan da, yiyen de şereflidir” sözü, kirli savaşın derin devleti nasıl meşrulaştırdığını da gösteriyor.
Barışı istemeyen bir başka güç ise faşistler ve ırkçılar. Irkçı ve faşist parti açısından koyulaştırılmış bir propaganda için, milliyetçi ve linççi histerinin örgütlenmesi için, savaşın sürmesi gerekiyor. MHP 2007 genel seçimlerinde seçim meydanlarında idam vurgusu yaparak kampanya yaptı.
Barışı istemeyen güçler arasında korucular, özel timciler, suikastçiler, sermaye sınıfının Kemalist kanadı da sayılabilir.
Kürt hareketinden yıllardır “Ayrı bir Kürt devleti” talebi yükselmemesine rağmen, bölünme paranoyasına kökten bağlı bir biçimde politika yapan tüm güçler barış sürecine karşı. Bu paranoya, işçi sınıfını Kürt-Türk, bölücü-bölücü olmayan biçiminde böldüğü için her zaman devletin de işine geliyor.
Bu yüzden hem milliyetçi paranoyayı okşayan hem de kazık gibi statüko savunucusu olan sol milliyetçiler de Kürt sorununda barışçıl çözümün karşısında.
Özetle, demokrasinin gelişmesini, sınırlarının daha da açılmasını kendi çıkarlarına aykırı gören güçler Kürt sorununda şu ya da bu derecede çözümsüzlükten yana.
Engeller
Kürt hareketi, barış isteğini ilk kez dile getirmiyor. Uzun süredir Kürtler barış istiyor, haklı taleplerini dile getiriyor ve ayrı bir devletten değil, kardeşçe ama gerçekten kardeşçe bir arada yaşamaktan söz ediyor.
Barışa alerjisi olan güçler ise her seferinde olduğu gibi bu sefer de engeller çıkartıyor, çıkartmaya da devam edecek.
PKK’nin eylemsizlik kararını açıkladığı gün DTP’ye yönelik operasyonların başlaması, çözümden söz ettiği günlerde Abdullah Gül’ün “kayıp trilyon” davasından yargılanması girişimleri, PKK’nin eylemsizlik kararının uzatılacağı günden önce KESK’e yönelik jandarma operasyonları barış sürecinin hangi engellerle karşılaşabileceğinin ipuçlarını da gösteriyor.
Sorun siyasi, çözüm de
İmralı’dan Abdullah Öcalan da, Kürt aydınlar da, bir ‘akil adamlar” heyeti oluşturulması önerisine sahipler. Hatta giderek görüşmelerin kapalı kapılar ardından yapılması önerisi de dillendiriliyor.
Her türlü önerinin dile getirilebileceği ve tartışılacağı bir dönemden geçiyoruz. Sosyalistler bu dönemde Kürt sorununun esas olarak siyasi bir sorun olduğunu anlatmak ve siyasi çözüm için, Kürt halkının siyasal haklarının ve temsilcilerinin sorunun çözümünde temel muhatap alınması için mücadele etmek zorundadır.
İki temel hedefimiz olmak zorunda: Birincisi, çözümün garanti altına alınması ve Kürt halkı lehine gelişen bir süreç olarak işlemesi. Çözüm istemeyenlerin de, çözümden yana görünen çeşitli devlet merkezlerinin de DTP milletvekillerini muhatap olarak görmemek gibi bir saplantıları var. DTP ile görüşmek için DTP’ye bir dizi şart koşanlar, çözüm sürecini tıkamaktan başka hiçbir iş yapmış olmayacaklar.
Özellikle, DTP milletvekillerine PKK’nin terörist olduğunu söyletmeye çalışmak, yüksek sesle “Biz çözümden yana değiliz” demenin farklı bir biçimidir.
Sosyalistlerin atması gereken ikinci adım ise, ırkçılığa, milliyetçiliğe ve savaş isteyenlere karşı en geniş mücadele cephesini oluşturmaktır.
DTP’ye operasyon yapıldığında bu operasyonun demokrasiye karşı olduğunu, KESK’e Kürt sorunu bahanesiyle operasyon yapıldığında bu saldırının tüm emek güçlerini bölmek üzere yapıldığını anlatmak ve baskıya maruz kalanların yanında olmak zorundayız.
Kürt sorununun çözümünün en başta işçilerin birliğini geliştirecek, işçilerin bölünmüşlüğüne karşı en önemli adımların başında geldiğini anlatmak zorundayız.
Kürt halkı onyıllardır hakları için mücadele ediyor.
Şimdi, Kürt halkının koşulsuz bir biçimde yanında olmanın, kitlesel bir biçimde “Hepimiz Kürdüz, hepimiz DTP’liyiz!”, “KESK’i değil, silahları susturun” sloganlarını haykrımanın tam zamanıdır.
l Kirli savaşa bugüne dek 500 milyar dolar harcandı. Bu paranın beşte ikisi ile Türkiye’nin dış borçları ödenebilir, IMF ve Dünya Bankası’ndan tamamen kurtulanabilirdi. Paranın geri kalanı ile Kürt bölgesinde 8 tane GAP projesi bitirilebilirdi. Onca para dağı, taşı bombalamaya harcandı. Vergilerimiz tanka, uçağa, tüfeğe harcandı.
l 25 yıllık savaş boyunca 40 binden fazla insan yaşamını yitirdi. Ölenlerin yüzde 80’i Kürt’tü.
l 17 bin Kürt faili meçhul cinayetler sonucu yaşamını yitirdi.,
l Cepheye sürülen Türk gençlerinin başına kötü şeyler geldi. Dağlıca’da ve Aktütün’de olanlar gibi. Savaştan sağ dönmeyi başaranlar ciddi psikolojik sorunlar ve toplumsal uyumsuzlukla baş başa bırakıldı
l Faşist hareket ve ırkçılık Kürtlere karşı yürütülen savaştan beslendi. demokratik haklar sürekli askıya alındı. Bir çok grev “terör” ve “güvenlik” gerekçeleriyle yasaklandı.
Ergenekon ve Fırat’ın Doğusu
Kürt sorununda çözüm yönünde atılacak adım, Ergenekon davasının sonuçlanmasıyla da sıkı sıkıya bağlı.
Darbeci bir iç savaş örgütlenmesi olan Ergenekon, uzun yıllar kirli savaştan beslendi. Bazı PKK itirafçıları bu savaş sırasında izlenen, savaş yasalarına göre bile yasadışı olan yöntemleri anlattı. Kürt gençlerinin nasıl evlerden kaçırılıp öldürüldüğünü, kuyulara nasıl atıldığını, binlerce faili meçhul cinayetin aslında JİTEM denilen özel örgütlenme tarafından işlendiğini anlattılar.
İtirafçıların tarif ettiği yerlerden gerçekten de cesetler çıktı.
BOTAŞ kuyuları kazıldığında insan kemikleri ve giysi parçaları çıktı toprağın altından.
Şimdi, Ergenekon çetesi paçasını kaptırmışken, Kürt sorununda en kirli yönetmlerle suç işleyenlerin yargılanması için mücadele etmek gerekiyor.
Ergenekon, sadece darbe yapmaya çalışanlardan oluşan bir çete değil. Darbe yapmak için güce, silaha ve en önemlisi politik ve ideolojik bir tabana ihtiyaç duyan bir örgütlenme. Darbe için, milliyetçi bir histerinin yaygınlaşması ve bu histeri etrafında bir kitle tabanı yaratılması da gerekiyor. Kürt sorunu, bu milliyetçi linç havasının yaratılması için Ergenekon’a bulunmaz bir fırsat sundu. Katiller, çoğu kez, “tanınan iyi çocuklar” olarak savunuldu. Kürtlerle savaşta gösterdikleri kahramanlıklar anlatıldı.
Bu kahramanlık destanının en önemli bölümleri, asit kuyuları, işkence, kitapçıların bombalanması, Kürt aydınlara yönelik suikastler, iş adamlarının öldürülmesi, hep gizlendi.
Bugün ise artık bu gerçek gizlenemez halde. Ergenekon davası, demokrasinin genel seyrinin genişlemesi davası olduğu kadar, aynı zamanda Kürt halkının özgürlük davasıdır.
Ergenekon davasının sonuna kadar gidilmesi ve katillerin ve darbe girişimcilerinin en ağır cezalara çarptırılması, Kürt sorununda çözüm için atılacak bir adım olacaktır.
Kürt sorununda çözüm için
29 Mart yerel seçimleri Kürt illerinde Kürt halkının temsilcisinin hangi siyasi güç olduğunu keskin bir biçimde kanıtladı. AKP 29 Mart seçimlerini Kürt illerinde referandum olarak ilan etti ve referandumu kaybetti.
Kürt halkı iradesini ortaya koydu. 29 Mart, Kürt sorununda çözüm için de önemli bir milat olarak görülmeli.
Biz, koşulsuz bir şekilde Kürt halkının yanındayız. Kürt halkının kendi kaderini belirlemesi için de mücadele ediyoruz. Bu mücadelemizde ortaklaştığımız bir dizi talep var:
1. Çözüm için Kürt hareketi ve öncelikle meclisteki DTP milletvekilleri muhatap alınmalıdır. DTP milletvekilleri, en başta Kürt sorununun çözümü için meclise girdiler. Başbakanın Barzani’yle, Talabani’yle görüşüp DTP milletvekilleriyle ve DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’le görüşmemesi kabul edilemez. DTP’li belediye başkanlarına silahlı örgüt yöneticisi muamelesi yapılamaz.
2. Ölüm değil çözüm! PKK eylemsizlik kararını uzattı. Şimdi devletin de her türlü operasyona son vermesi ve siyasi çözüm için gereken iklimin yaratılmasında rol alması gerekiyor.
3. Anadilde eğitimden, örgütlenme ve kendini ifade etme özgürlüğüne kadar yeni Anayasa tartışmalarında Kürt halkının talepleri mutlaka kapsanmalıdır.
4. Her türlü ırkçı, milliyetçi yasa kaldırılmalıdır. Irkçı yayınlar yasaklanmalı, hâlâ Kürt halkının varlığını tartışan propagandaya izin verilmemelidir.