Volkan Akyıldırım
“Ararız, buluruz, yok ederiz.” ABD gezisi sırasında Kürt sorunu hakkında konuşan Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un bu sözleri devletin bildik tutumundan vazgeçmeyeceğinin bir göstergesi olabilir mi?
Cumhurbaşkanı ‘iyi şeyler olacak’ demiş ve Kürt sorununun Türkiye’nin birincil sorunu olduğunu tespit ederek hızla çözülmesi gerektiğini vurgulamıştı. Gül, DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk’le görüşerek Kürt siyasetçilere dönük boykotu kırmış ve devletin en tepesinde bir diyalog kapısı açmıştı. Son birkaç yıldır bölgede DTP’ye karşı şahince söylemleri benimseyen, ağzından “ya sev ya terket” sözünü kaçıran Başbakan Tayyip Erdoğan ise Bingöl’de yaptığı konuşmada çözümden yana olduklarını, çözümün bir gecede oluşturulamayacağını, ancak ortada bir irade olduğunu söylemişti.
Washington’daki Türk-Amerikan Konseyi toplantısında konuşan genelkurmay başkanı şunları söylemişti:
1. Irak Kürdistan’nda PKK’nin varlığı Türkiye için tehdittir. Buradaki PKK varlığı sona ermeden PKK yok edilemez.
2. PKK’nin silahlı güçleri dağdayken sadece ekonomik ve sosyo-kültürel çalışmalarla “terörizmin biteceğini düşünmek bir hatadır.”
3. ABD, Irak Kürdistanı’na dair Türkiye’nin endişelerini paylaşmalıdır. ABD ve Türkiye arasındaki istihbarat paylaşımı yerini aktif bir işbirliğine bırakmalıdır.
Sözler hükümete ve cumhurbaşkanına
İstanbul’da 6 Haziran’da Türkiye Barış Meclisi tarafından düzenlenen “Çözüm için diyalog önerileri” toplantısında konuşan DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk, Başbuğ’un sözlerini “Cumhurbaşkanı ve başbakana oradan yanıt veriyor; esas benim diyor. Aslında bize değil yapılan çalışmalara karşı çıkıyor” diyerek yorumladı. Haklıydı.
Hükümet Kürt sorununu çözmek için önce kendi Kürtleriyle değil “dışarıdaki” Kürtlerle konuşmaya başlamıştı. 2005-2007 arası TSK ve ulusalcı güçlerin baskısıyla savaş noktasına çekilen Irak Kürt Yönetimi ile ilişkiler cumhuriyet tarihindeki en yakın düzeye ulaşmıştı. Bu bölgedeki Türkmen azınlığı destekleyen ve silahlandıran Türk askeri güçlerinin çıkarlarına tamamen tersti. Buradaki “milli” mesele Kerkük petrollerinin yasal ve yasadışı ticareti üzerinden yükseliyordu. ABD ile hepsini paylaşmak varken, neden Kürtler kendi topraklarındaki bu zenginlikten yararlansındı ki? Irak Kürdistanı’nın inşasında ABD bazıları OYAK’ın yan kuruluşları olan Türk şirketlerinin önünü açmışken ve tam da işler tıkırındayken Türkiye ile Irak Kürdistanı arasındaki normalleşme kabul edilemezdi. 1990’larda defalarca Iraklı Kürt örgütlerini PKK’ye karşı kışkırtmaya çalışan Türkiye başarısız olmuştu. PKK’nin Irak’taki varlığı “dışarıdan” değil doğaldı, Barzani, Talabani ve Öcalan aynı ulusun üyeleriydi.
Sıra sonunda “içerideki” Kürtlere geldiğinde ise sadece ekonomik ve sosyo-kültürel politikalarla olmayacağı hatırlatıldı. Bu tek taraflı ateşkes kararını 1 Eylül’ kadar uzatan ve orduya operasyonları durdurma çağrısı yapan PKK’ye bir yanıttı. Aslında pek de şahince değildi. “PKK silah bırakmadan çözüm olmaz” diyen şu anki devlet politikasının bir tekrarıydı. Bir devletin genelkurmay başkanından başka bir şey söylenmesi de beklenemezdi.
Halkın yüzde 82’sinin ABD politikalarına karşı olduğu bir ülkede ABD ile işbirliğini açıkça savunan Başbuğ konuşmasında bir şeyin altını çiziyordu: Kararı biz veririz, seçilmişler değil.
Çözüm ve Ergenekon soruşturması
Ahmet Türk’de buna dikkat çekti. Türk, "Birlikte hareket edemezsek süreci Ergenekonculara, statükoculara terk etmiş olacağız. Treni kaçırırsanız, zamanında müdahale etmezseniz, süreçte etkili rol oynayamazsanız birileri sizin yerinize geçer. Toplumu, demokrasi güçlerini, Kürtleri susturmaya yönelik yeni bir süreç başlatır" dedi. Bir kaç ay önce Ergenekon soruşturması nedeniyle tutuklanan özel harekâtçı İbrahim Şahin’in üzerinden çıkan suikast listelerinde hem Tayyip Erdoğan’ın hem de Ahmet Türk ve 550 DTP’li politikacının adı vardı. Ahmet Türk toplumun AKP ve DTP’ye demokratikleşme görevi verdiğini söyledi. Ancak hükümetin elinde herhangi bir proje bulunmadığını söyledi.
Kim yönetiyor? Seçilmiş parlamento ve onun içinden çıkan hükümetler mi? TSK ve devlet bürokrasisi mi? Kürt sorununun çözümü Ergenekon soruşturmasıyla tam da burada birleşiyor. Türk ve Kürt kamuoyu ise barışa hazır, çatışmadan ve ölümlerden yorgun. Asker savaşmak istiyor. Siyasetçiler ise ürkek.
Tam da burada parlamento dışı muhalafetin çözüm için gerekliliği beliriyor. Türkiye Barış Meclisi’nde konuşan Ahmet Türk, Kürt sorununu Kürtlerin tek başına çözmesinin mümkün olmadığını, çözüm için Türk-Kürt ortak iradesinin açığa çıkması çağrısını yaptı. Sonuna kadar haklı. Kürt sorununun çözülmesi ve darbelerle hesaplaşmak için şimdi toplumun büyük çoğunluğunu bir araya getirmek gerek. Sosyalistler Türk işçiler ve yoksullar içinde Kürtlerin haklarını savunmalıdır.
Öcalan: Ergenekon çözümü engellemek istiyor
“Barışın önünde sürekli engel çıkarabilirler. Abdullah Gül'e dava açılması, DTP milletvekillerinin ifadeye zorlanmaları, Bilge Köyü katliamı, Diyarbakır olayı, bunlar hep Ergenekon'un çözümü engelleme çabalarıdır. Bunlar Ergenekon'un sıkıştırmalarıdır, daha da sıkıştıracaklardır”.
Bu sözler Ahmet Türk tarafından Nelson Mandela’ya benzetilen Abdullah Öcalan’a ait. Öcalan, yakın sürece dek Ergenekon operasyonuna kuşkuyla bakıyor ve Kürtleri tarafsız kalmaya çağırıyordu. Görüşlerini değiştirdi. Avukatları aracılığıyla görüşlerini açıklayan Öcalan, Kürt sorununa dair çözümü Ergenekon soruşturmasıyla birlikte ele alıyor ve şu tespitleri yapıyor:
1. Ergenekon, İttihat Terakki geleneğinin devamıdır.
2. Menderes’i Ergenekoncular idam ettirdi. 6-7 Eylül, Kıbrıs’taki katliamlar ve Rumların sürülmesi hep onların işidir.
3. CHP ve MHP, Ergenekon’un sivil kanadıdır. Sadece Mustafa Özbek değil, başka sendikacılar da bu işin içinde.
4. Ergenekon’un büyük kısmı hâlâ dışarıda.
5. Gül, Kürt sorununu çözmezse tasfiye edilecek.
6. “Barışın önünde sürekli engel çıkarabilirler. Abdullah Gül'e dava açılması, DTP milletvekillerinin ifadeye zorlanmaları, Bilge Köyü katliamı, Diyarbakır olayı, bunlar hep Ergenekon'un çözümü engelleme çabalarıdır. Bunlar Ergenekon'un sıkıştırmalarıdır, daha da sıkıştıracaklardır.”
7. “Türkiye'deki demokrasi bloğunu üçe ayırıyorum” diyen Öcalan, şu analize sahip: “Birincisi muhafazakâr demokratlar, AKP içindeki bazı kesimler. İkincisi Liberal demokratlar, Taraf çevresi ve diğer birçok aydın. Üçüncüsü Radikal demokratlar. Ben kendimi ve DTP'yi bu şekilde değerlendiriyorum. Bir de bu blokta yer alan demokratik solu da bu grupta değerlendiriyorum. Yani Ergenekoncu sol ile Radikal Demokratik Sol kesin olarak ayrışmalıdır…
8. Başbakan demokratik bir yoldan ilerlerse onu destekleriz.
Eğer Türkiye'de barış ve demokrasinin gelmesini istiyorsak muhafazakâr demokratlar, liberal demokratlar ve radikal demokratlar bir araya gelmeli ve birlikte hareket etmelidirler. Bu üçü birlikte Demokrasi Bloğunda bir araya gelebilmelidirler. Yoksa Ergenekon'a karşı başarılı olamazlar, başarı şansını bulamazlar. Hangi blok kazanacak? Bunu çalışmalar belirleyecek.'