Dave Crouch

Sovyetler Birliği, 1979 yılında Afganistan'ı işgal etmeden önce, bunun kolayca zafer kazanacakları basit bir savaş olacağını düşünüyorlardı. Ancak direnişin gücünü küçümseyerek hata ettiler.

1990'ların başında Moskova metrosuna binseydiniz, üzerlerinde askeri üniforma giymiş, bacaklarından biri eksik bir çok genç dilenciye rastlardınız. Bu gençler, Rusya'nın bir felakete dönüşen Afganistan işgalinin kurbanlarıydı.

İşgal 1979 yılının noel arifesinde başlamıştı ve ancak 9 yıl sonra son Sovyet birliğinin de Özbekistan'a çekilmesiyle sona erdi. En iyimser tahminlere göre 15 bin Sovyet askeri bu savaş sırasında hayatını kaybetti. Bu esnada yarım milyon Afgan öldürüldü ve çok daha fazlası, milyonlarcası, evlerinden göç etmek zorunda kaldı. 

Sovyetler Birliği ordusu; bombaları, napalmları, tankları, mayınları, helikopterleri ile Afgan gerillalara saldırıyor ancak bir sonuç elde edemiyordu. Bu yenilgi SSCB'nin askeri gücünün sona erdiğini gösterdi ve emperyalizme karşı yükselen ulusal hareketlere ilham kaynağı oldu.

Rusya'nın o günkü yenilgisi bugün ABD'li ve Britanyalı askerî liderleri korkutuyor. 2005 yılında ABD'li bir askerî görevli "Her ne yapmaya karar verirsek verelim ama ormana kaçan ayıyı takip etmeye kalkmayalım" demişti. Şimdi Sovyetlerin yenilgisinin 20. yılında, Afganistan'daki NATO askeri personeli sayısı o günkü Rus birliklerinin sayısına eşit hale geldi. Acaba sonları da aynı mı olacak?

Batılı liderlere göre ABD'nin ve NATO'nun savaşı Afgan halkının desteğini alıyor çünkü halk da Taliban'a karşı aynı safta. Ancak Ruslar da ülkede kendilerine ait bir kukla hükümete sahipti ve bu hükümet vahşi işgallerinin sivil kanadını temsil etmekle yükümlüydü. Ve tıpkı ABD gibi Rusya da Afganistan'a ufak bir askeri kuvvetle ve küçük hedeflerle girmişti, ancak işler gitgide kontrolden çıktı.

Ruslar, 18 ay önce iktidarı ele geçiren ancak halk tarafından destek görmeyen Komünist hükümeti güçlendirmek için ülkeye girmişlerdi. Hükümet yokoluşun eşiğindeydi ve bu durum SSCB'nin güneyindeki cumhuriyetlerde islamcı direnişlere umut veriyordu.

Rusya'nın özel güçleri, kukla Babrak Karmal'ı başkan koltuğuna oturttular. Ana kentleri işgal ettiler ve Afgan ordusunu eğitim verme adı altında kontrol altına aldılar.

Rusların bölgede önceden de varlıkları mevcuttu, bunun işlerini kolaylaştıracağını düşünüyorlardı. Ülkeyle 1930'dan beri ticaret yapıyorlardı, 1950'den sonra ülkedeki Sovyet askerlerinin ve ekonomik danışmanlarının varlığı sürekli bir hal almıştı. Ülkenin yollarının çoğu Sovyetlerce inşa edilmişti.

Tüm bunlara rağmen Sovyet işgali hemen direnişle karşılandı. 23 Şubat 1980 gecesi hemen hemen Kabil nüfusunun tamamı çatılara çıktı ve Allah-u Ekber diye bağırarak Sovyet birliklerinin işgalini protesto ettiler. Çok geçmeden Sovyetlere karşı bir isyan başlayacaktı.

Sovyet generalleri daha fazla birlik talep ettiler. Ordunun başında bulunan Nikolay Ogarkov 115 bin kişilik orduyla ülkeyi işgal etmenin tedbirsizce olacağını söyleyerek bunun 5 katı asker talep ediyordu ancak bu talebi reddedildi.

Bunun yerine generallere yüksek teknolojili silahlar verildi, Ruslar savaşın bu şekilde kazanılabileceğini düşünüyorlardı. Direnişi kırmak için dünyanın en büyük endüstri gücünün ürettiği tüm korkunç silahları kullanacaklardı. İşe yaramadı. Şehirlerin dışında Sovyet askerleri hızla hareket etme yeteneğine sahip gerillaların etkili saldırılarıyla karşılaşıyorlardı ve bu yüzden sürekli tehdit altındaydılar.

Sivilleri öldürmek

Sovyetler duvarlar ördüler, hava saldırıları yaptılar, şehirlerin dışına operasyonlar düzenleyip direnişin kalelerini yerle bir ettiler ve bu esnada sivil halka çok büyük zararlar verdiler. Tüm bu olan biten sadece direnişin daha da güçlenmesine yol açtı. Sözgelimi 1984'te Sovyet ordusu bir saldırıda Herat şehri ve etrafındaki varoşları kapsayan 20 km'lik bir alanın tamamını yok etmişti. Mücahitlerin elinde olan bu alan temizlendikten kısa bir süre sonra direniş yeniden başladı.

Geçmişte olanlar bugün ABD ve Britanya birliklerinin yaptıklarının aynısı. Direnişçileri öldürmek çim biçmek gibi bir iş; her seferinde daha gür biçimde yeniden ortaya çıkıyorlar.

Kalpleri ve zihinleri kazanmak ise koskoca bir yalan! Geçen ay Afganistan'daki NATO birliklerinin komutanlarından biri olan general Stanley McChrystal,  "Sivilleri öldürerek kendi sonumuzu hazırlıyoruz" diyordu birliklerine yaptığı yol haritası konuşmasında, "ölenlerin akrabaları silahlı harekete katılıyor".

Askeri üslerin dışında işgalci birlikler savunmasız durumdalar. Her ay yüzlerce kargo kamyonu birliklere destek taşırken Taliban tarafından saldırıya uğruyor.

Tıpkı bugün ABD'nin yaptığı gibi Sovyetler de Afganlardan oluşan ve kendileri için savaşacak bir ordu yaratmaya çalışmıştı, 150 bin kişiden oluşuyordu bu ordu. Ancak Afganlar Sovyetlere güvenmedi. Hep en tehlikeli ve en ölümcül işlerde kullanılıyorlardı ve bunu istemiyorlardı. Rus ırkçılığı, karşıtlıklarını daha da arttırdı. Afgan ordusu içerisinde direnişe büyük bir sempati oluşmaya başladı, bu da Mücahitlere hareket imkanı sağlıyordu.

Sovyet ordusu zorunlu askerlik yapan kişilerden oluşuyordu. Bu insanlar korkunç koşullarda yaşadılar. 9 yıllık işgalde 650 bin Rus, orduda aktif olarak hizmette bulundu. Bunların dörtte üçü ya yaralandı ya da hepatit, dizanteri, sıtma, tifüs gibi ciddi hastalıklara yakalandı.

Askerler ele geçirdikleri direnişçilerin uyku tulumlarını ve botlarını alıyorlardı çünkü kendilerininki çok kalitesizdi. Onlara yüksek idealler için korkunç bir şeytana karşı onurlu bir savaşa gittikleri söylenmişti ancak gördüler ki savaştıkları fakir, gururlu çiftçilerdi ve bu insanların tek derdi yaşam tarzlarını sürdürmekti. Bu da orduda bir moral çöküntüsüne yol açtı. Askerler arasında alkol ve uyuşturucu kullanımı yükseldi, şiddet ve tecavüz olayları görülmeye başlandı.

Görevliler, Afganistan'da görev yapmanın zehirli bir içeceği içmeye mahkum edilmek anlamına geldiğini düşünüyorlardı: zafer imkansızdı ama yenilginin suçu üstlerine kalacaktı.

1983 yılında Sovyet gazeteleri sadece 6 Sovyet askerin öldüğünü yazıyorlardı ancak gerçek elbette çok farklıydı, 6 bin ölü ve 10 bin yaralı vardı. Medyaya koyulan sansüre rağmen sokaklarda, gençlerin anlamsız bir savaş için vahşi bir ölüme gönderildikleri konuşuluyordu. Aileler umutsuzca çocuklarının askere alınmasını engellemeye çalışıyorlardı.

ABD'li askeri yazarlar, o günlerde Rusların kazanma hevesini yitirdiklerini yazıyorlardı. Bu duruma "asimetrik çatışma paradoksu" diyorlardı. Bu bir paradoks, çünkü dünyanın devasa ordularının bu ufak fakir askeri toplulukları yenmesi beklenirken gerçekte hiç de böyle olmuyor.

Savaş 'asimetrik'ti çünkü Rus halkı için hiçbir şey ifade etmezken Afgan halkı için bir ölüm kalım mücadelesi idi, topyekün savaştı. Bu durum bugünkü Amerikanlar için de geçerli. Bu sebeple Afganların savaşa olan inançlarını yitirmelerini bekleyemeyiz, ancak Britanyalıların ya da ABD'lilerin savaşa olan inançlarını yitirmeleri oldukça muhtemeldir.

Ölüm kalım mücadelesi

Gerilla direnişçilerin kullandıkları silahlar zayıftır ve teknikler işgalcilerle birebir çatışmaya girmelerini önler. Bunun yerine düşmanlarını pusularla ve ev yapımı bombalarla yenilgiye uğratırlar.

1980'lerdeki Sovyet hükümetinin durumuna göz atınca durum daha da önemli gözükmeye başlıyor. Rus ekonomisi çöküş dönemindeydi ve  Afganistan'da olanlar uluslararası bir tepkiye yol açıyordu. İçeride Sovyet sistemine yönelik devasa bir hayal kırıklığı yaşanıyordu. Afganistan'da kalmanın ekonomik ve politik bedelleri çok yüksekti.

Kimileri ABD'nin mücahitleri desteklemesinin Rusya'nın yenilgisinde önemli bir rol oynadığını söyleyecektir. Onlar, Stinger uçak savar roketlerinin direnişçilere tedarik edilmesinin savaşta bir dönüm noktası olduğunu öne sürecektirler. Ancak direniş bu uçaksavarlarca desteklenmeden önce de yüzlerce helikopteri ve tankı imha etmişti.

Sovyet lideri Mikhail Gorbaçov 1985'te başa geçtiğinde komutanlarına savaşı kazanıp kazanamayacaklarını sordu ve aldığı cevap 'hayır, kazanamayız' oldu. Sovyetlerin yenilgisi teknolojik bir yenilgi değil, politik bir yenilgiydi.

Afganlar bir kez daha işgalcilere karşı direniyor ve tüm dünyaya ne kadar hiddetli savaşçılar olduklarını gösteriyorlar. 19. yüzyılda o günlerin en büyük sömürgeci gücü olan Britanya'yı yenilgiye uğratmışlardı. 1980lerde o zamanların en büyük ikinci askeri gücüne sahip olan Sovyetleri yendiler. 11 Eylül'ün ardından Afganistan'a düşen ilk bombanın ardından bir CIA şefi uyarmıştı: "ABD dikkatli hareket etmeli, yoksa Afgan tarihinde saklı kül yığınına karışır gider"

Çeviri: Berk Efe ALTINAL


Dijital sayı 27 - 11 Mayıs 2021 (pdf)

Dijital sayı 26 - 27 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 25 - 6 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 24 - 23 Mart 2021 (pdf)

Dijital sayı 23 - 16 Mart 2021 (pdf)

Abone olun

Dostlarımız

Marksist.org

Marksizm 2013

dsip
















Su Hakkı Kampanyası