Kriz Türkiye'yi de derinden etkiledi. Ekonomi 2008 yılının son çeyreğinde yüzde 6.5 küçülmüşken, krizin etkisiyle birlikte büyüme oranı da yüzde 1'in altına düştü.
Ocak 2008'e göre Ocak 2009'da sanayi üretimi yüzde 21.3'lük bir düşüş yaşadı. Şubat ayında ise sanayi üretiminde yaşanan düşüş yüzde 23.7 oranıyla tam bir rekor kırdı.
Ekonominin geneli ise 2009 yılının ilk üç ayında yüzde 13.8 geriledi.
Türkiye'de de kriz özellikle işsizlik patlamasıyla emekçileri vurdu. Kasım 2008'de işsizlik oranı yüzde 12.3'e, Ocak 2009'da 15.5'e, Şubat ayında ise rekor kırarak yüzde 16.1'e fırladı.
Rakamların soğukluğu işsizliğin boyutlarını tam anlamıyla ifade etmiyor. İşsizlik oranının yüzde 16 olması demek, aileleriyle birlikte yaklaşık 20 milyon insanın evine ekmek gitmemesi anlamına geliyor. Çocukların okul parasının ödenememesi, sağlık giderlerinin karşılanamaması, açlık, her türlü hastalığa açık hale gelmek.
Kuşkusuz Türkiye'de dev şirketler, büyük bankalar iflas etmedi. Tersine bankalar, "2009 Yılı Finansal Piyasalar Raporu"nun da gösterdiği gibi, bu yılın ilk yarısında geçen yıla göre kârlarını yüzde 33 oranında artırdılar.
Kriz özellikle sanayide kapasite kullanımında sert bir düşüş ve krizi bahane olarak da kullanan patronların işçi düşmanlığı, işten çıkartma politikaları şeklinde yansıdı.
Aynı bahane bugün kamu çalışanlarına toplu görüşmede hükümetin önerdiği ücret oranında da kendisini gösteriyor. Hükümet kamu çalışanlarına öngörülen enflasyon hedefinin bile altında bir oran önerdi. 2010 enflasyon hedefi ortalama 5.3'ken, hükümetim kamu çalışanlarına önerdiği zam oranı yüzde 2+2.
Bahane hazır: Kriz!
Hükümetin bir yandan "Kriz bizi teğet" gerçi derken işine geldiğinde krizi bahane olarak öne çıkartması tam bir iki yüzlülük.
Bu günlerdeki en yoğun tartışmaysa IMF ile yapılacak anlaşma. IMF'nin Türkiye'ye vereceği düşünülen borç 20 milyar dolardan daha fazla.
IMF ile yapılan her anlaşma emekçilerin sırtına biraz daha yük binmesi anlamına geliyor.
Aynı IMF, Dünya Bankası ile birlikte dünya zirvesi için 6-7 Ekim'de İstanbul'da toplantı yapacak. 13 bin kişi, bakanlar, maliye bakanları, şirket lobicileri İstanbul'a geliyor.
Bu; emekçiler, anti kapitalistler için çok önemli bir fırsat. IMF'nin işlevsiz ve tehlikeli bir örgüt olduğunu göstermek gerekiyor. Ömrünü dolduran bir örgüt olduğunu göstermek gerekiyor.
İşsizliğin hesabını hem Türkiye'de hükümetten, sermaye sınıfından hem de küresel sermaye grupları ve onların sözcülerinden sormak gerekiyor.
Sosyalist İşçi'de daha önce de vurgulandığı gibi: Emek örgütleri bir dizi talebe sahip. Açlık sınırında yaşayan insanlara yurttaşlık ücreti ödenmeli, temel tüketim, gıda maddeleri ve ilaçta KDV kaldırılmalı, işsizlerin sağlık giderleri kamu tarafından karşılanmalı, işsizlik fonunun süresi ve kapsamı genişletilmeli, ücret farkı olmadan çalışma saatleri günde 7 saate indirilmeli.
Bu talebe, zenginlerin vergilendirilmesi talebi de eklendiğinde önemli bir hamle yapılmış olacak.
Bu talepler işçi sınıfının grev hakkı ve toplu pazarlık haklarında basınç oluşturan yasakların kaldırılması talepleriyle birleştirildiğinde, krize teğet yaşayanları politik bir krize sokacak yaygın ve kazanmak için bir mücadele adımı atılabilir.
1 Ekim'de emek örgütlerinin krize karşı eylemi, 2-6 Ekim arasında Antikapitalist Blok ve bir dizi kampanyanın yapacağı gösteriler, krizin birinci yılında çok daha anlamlı olacak.
Şimdi "İş-İklim-Adalet-Barış-Özgürlük" sloganını yükseltme zamanıdır.