Şenol Karakaş
Solda bir akıl hastalığı baş gösterdi. Her türlü demokratik gelişme, ABD'nin oyunu, ABD'nin planı olarak reddediliyor.
Onlarca yıllık geleneğiyle, marksizmden geriye, bu solun elinde kala kala ABD planları kaldı. İnsan, "Acaba solun bazı kesimleri bazı gizli belgelere mi ulaştı, Pentagon'da yapılan bir dizi toplantının kayıtlarını mı ele geçirdi?" diye sorası geliyor.
Ermeni açılımı, Kürt açılımı ve bir dizi demokratik açılım, sırf ABD planı olarak görüldüğü için reddediliyor.
Bu ABD meselesine daha yakından bakınca, sorunun ABD değil AKP meselesi olduğu anlaşılıyor. ABD planı vurgusu, AKP hükümeti döneminde yaşanan bir dizi açılımın reddedilmesinin maskesi olarak kullanılıyor.
Çünkü milliyetçi sol, AKP'yi istemiyor. "İstemiyor" derken kastedilen, bir sosyalistin tüm burjuva partilerine duyduğu kızgınlık, tiksinme ve öfke anlamında istememek değil. Milliyetçiler, AKP'yi her hangi bir burjuva partisi olarak da görmüyor. Örneğin CHP hükümet olsa ve 1 Mayıs'ı yasal ve izinli tatil günü, bir bayram ilan etse coşkuya kapılacak olanlar, aynı hak, AKP döneminde kazanılınca, işin içinde bir bit yeniği arıyorlar.
Kürt açılımı DSP-ANAP-MHP koalisyonu altında olsa hayra yoracak olanlar, AKP'nin açılım konusunda attığı adımları pentagon planlarına bağlıyorlar.
Burada, sınıflar mücadelesi yok! Bu anlayış, tarihin motorunun sınıflar mücadelesi olduğunu değil, kapalı kapılar ardında yapılan planlar olduğunu var sayıyor. Değişimi sadece yöneticilerin sarsılmaz olan planlarına bağlayan ve edilgen kitlelerin bu planların hayata geçişini izlemekle yetindiğini düşünenler, ya karamsarlığa kapılmak ve mücadeleden vaz geçmek ya da yöneticilerin bir kesimiyle yakınlaşmak ve "ABD planlarına karşı geliştirilen planları" hayata geçirmek için örgütlenmek zorunda kalıyor.
Türkiye'de solun bazı kesimlerinin AKP'ye karşı TSK'yı savunmaya başlamasının nedeni de bu.
Hastalık erken teşhisle belirlenemezse ölüm kaçınılmaz. Solun bir kesiminin sol adına intiharı seçmesinin kanıtı, AKP'yi ABD'nin oyuncağı ilan ederken TSK'yı ABD planları karşısındaki direniş mevzisi olarak saptaması!
Evet! Bu şaka değil! 21. yüzyılda sosyalizmin güncelliğini tartıştığımız bir dönemde, içinde "ilerici bir birikim" olduğu iddia edilen ordu, ABD'nin yeni dönem planlarına karşı direniş kalesi olarak görülüyor. Hatta AKP hükümeti karşısında geri adım attığı için de ABD emperyalizmine karşı bağımsızlık ruhunun mağlup olduğu düşünülüyor.
Oysa durum son derece basit. Doğrudan işçi sınıfı iktidarına hizmet etmeyen her türlü hükümet, Troçki'nin faşizme karşı mücadelenin önemini anlattığı çalışmalarında değindiği gibi, burjuvaziye hizmet etmek zorundadır. Bunun nedeni, Troçki'den yetmiş yıl sonra da, hala, bu toplumun iki temel sınıf arasındaki, burjuvazi ve işçi sınıfı arasındaki uzlaşmaz çelişkiye bağlı olarak hareket etmesidir. Eninde sonunda her siyasi parti ve devlet örgütlenmesi bu iki sınıftan birisine hizmet etmek zorunda kalacaktır. Türk sermaye sınıfından bağımsız iktidar olan, hatta desteğini almadan iktidar olan hiçbir parti yoktur, olamaz. Ama aynı şekilde, belirli bir özerkliğe sahip olsa da Türk sermaye sınıfından bağımsız bir devlet kurumu da olamaz.
Türk sermaye sınıfı şekillenmesinin en başından beri küresel sermayeye muhtaç, onunla birlikte palazlandığı için de özellikle ABD ile her düzeyde, her kurumuyla yakın ilişki içindedir. Silahlı kuvvetlerin bundan bağımsız olduğunu ya da içinde "ilerici birikimler" olduğunu savunmak, kabaca, Türk sermayesinin ilerici birikimlerinden, bağımsızlığı için yanıp tutuştuğundan söz etmektir. Özetle, AKP ne kadar sermayeye ve ABD'ye bağımlıysa, silahlı kuvvetler de o kadar sermayeye ve ABD'ye bağımlıdır.
ABD'nin planı "teorisi" bu yüzden bir saçmalıktır.
ABD'nin tutmayan bir planı vardır oysa! Irak işgali planı. Sınıflar mücadelesinin, egemen sınıfların parlak ışıklı odalarında yapılan planlardan ne kadar bağımsız ve bu planları umursamadan sürüp gittiğini de, egemen sınıfların ve kurumlarının birleşik bir merkez komitesi gibi çalışma yeteneğine sahip olmadığını, tersine çelişkili ve bölünmüş bir sınıf olduğunu da 1 Mart tezkeresinde hep birlikte gördük. Meclis bölündü, egemen sınıf bölündü, egemen sınıfın en büyük partisi AKP bölündü, silahlı kuvvetler ne diyeceğini şaşırdı.
Ama belli mi olur, belki de plan, geçmeyeceğini bile bile tezkereyi meclise getirip AKP'nin halkın nezdinde puan kazanmasını ve birkaç yıl sonra da yüzde 47 oy alarak ABD'nin asıl planını, Türkiye'nin bütün kapılarını açma planını hayata geçirmekti!
Bu arada Bush'un yerine Obama'nın gelmesi mi? Belli ki bu daha da derin bir planın parçasıydı.
Marksistlerin bu kadarını bilmesine olanak yok, bunu, neredeyse Bush'la birlikte aynı dönemde İslam fobisine kapılan milliyetçi solcular düşünsün.
Bunu düşünürken, neden darbecilerin de İslam düşmanlığı yaptığını ve Ergenekon örgütünün belgelerinde AKP'ye karşı cunta girişimlerinde "şeriatçı olduğu" gerekçesini kullandığını da kendilerine açıklayabilirler.
Marksistler işçi sınıfının her düzeyde birliği için mücadele et- meye devam edecekler, milliyetçi solcular Bush'un argümanlarını kullanarak ABD planlarına karşı çıkmaya devam etsinler.