Volkan AKYILDIRIM

Tarihçi Halil Berktay Taraf'ta Roni Margulies'i devlete karşı Kürt hareketini desteklediği için şiddeti savunmakla suçladı. Türkiye'de şiddetin kaynağı olan militarizme ve Ergenekon çetesine mücadelenin öncülüğünü yapan, savaş karşıtı hareketin başlatıcısı olan DSİP üyelerini şiddet savunuculuğuyla suçlamak birçok başka iftira gibi hiçbir gerçeğe dayanmıyor.

Marksistler şiddeti bir siyasal araç kullanmayı reddeder. Sınıflı toplumların tarihine damgasını vuran şiddet, yeni ve özgür bir topluma ulaşmanın siyasi yöntemlerinden biri olamaz.

Marks'a göre yeni toplum işçi sınıfının kendi eylemi ile kurulur; işçiler dünyayı değiştirirken kendilerini de değiştirirler. Devrim işçilerin kitlesel kolektif eylemidir.

Suikastlar, bombalamalar, terörist saldırılar ve komplolar ise azınlığın işidir. Kolektif değil bireyseldir, emekçi sınıfları edilgen bir konuma iter. Yeni bir topluma bir topluma gidişin araçları olmayacakları gibi işçi sınıfı mücadelesine de zarar verir. Engels şöyle der:

"Tüm komplolar salt yararsız olmanın ötesinde, zararlıdır. Onlar çok iyi bilirler ki devrimler, ne niyetlenerek ne de keyfi olarak yapılmamıştır; özgül parti ve sınıfların irade ve kılavuzluğundan tümüyle bağımsız koşulların zaruri sonucu olarak gerçekleşmiştir."

İşçi sınıfının mücadele yöntemi grevdir, kitlesel protestolardır. Yani egemen sınıfın iktidarının üretildiği asıl alanda yürütülen ekonomik siyasi mücadelelerdir. Bir azınlığın şiddeti yeni topluma geçiş için araç olacaksa kitlesel mücadeleler inşa etmenin, hegemonya mücadelesi verecek devrimci bir işçi partisi kurmanın da bir anlamı yoktur.

İlk kurşunu burjuvazi sıktı

Tarihte ilk kurşunu sıkan burjuvazidir. 1789'da Fransa'daki burjuva devrimin yetersiz olduğunu düşünen işçiler yola devam etmek için 1848'de ayaklandıklarında kapitalist sınıfın şiddet araçlarıyla karşılandılar.

1871'de Paris'te Komün'ünü kuranlar, Fransa-Prusya savaşına sürülen, ellerine silah verilen, ardından Fransız burjuvazisi tarafından yüzüstü bırakılan yoksullardır.

Prusya ordusunun kuşatması altında olan Paris'te tüm halk savunma için silahlandırılmıştır ve herkes silahlı olduğu için topluma çevrilmiş bir silahlı güç ortadan kalkmıştır.

Marks, Paris Komünü'nü işçi devleti olarak nitelemesinin nedeni budur: Şiddet aygıtının sürekliliğine son verilen devlet, "devlet olmayan devlet"tir. Paris Komünü'nde doğrudan demokrasi işlerken, şiddet yine burjuvaziden gelmiştir. 50 bin Komünar katledilmiştir.

1917: Şiddetsiz devrim

1917 Rus devrimi, şiddetsiz bir devrimdir. Devrimin kalbi olan Petersburg'da kimse ölmemiştir. Ekim Devrimi sırasında kayda değer tek silahlı çatışma, merkezden uzakta Moskova'da gerçekleşmiştir. Bir grup askeri okul öğrencisi subay ile işçiler karşı karşıya gelmiş, çatışmada 7 subay ölmüştür. 1917 devriminde kayıtlara geçen tek şiddet olayı budur.

Rusya'da işçi sınıfı önce silahlanıp sonra ayaklanmadı. Ayaklandıktan sonra karakolları ve kışlaları basarak silahlara el koydu. Devrim sırasında ordu ikiye bölündü ve polis örgütü fiilen dağıldı. Çar'ın askerleri karşısında devrimi savunmak için silahlara el koyan işçiler, ayrı bir silahlı gücün varlığına son vererek şiddetin asli kaynağını da ortadan kaldırdı.

Ancak 1919'un başında Rus egemen sınıfı Batı kapitalizminin desteğiyle karşı devrim için askeri saldırıya başladığında Rusya'da şiddet (iç savaş) başlamıştır. Kızıl Ordu'nun kuruluş nedeni işçi iktidarını savunmaktır; ama ne Lenin ne de Troçki Kızıl Ordu'yu sosyalist toplumun inşasında temel bir araç olarak gördü.

Devrim tek bir ülkeye sıkıştığı için eski toplumun pislikleri yeniden üredi ve Kızıl Ordu'da yeni toplumun değil eski toplumun bir parçasıdır.

Hangi marksizm?

20. yüzyıla kadar şiddet, terör ve komploculuk, solun değil aşırı sağın tekelinde olmuştur. Ancak kendini Marksist olarak niteleyip, silahlı mücadeleyle yeni bir toplumun kurulacağını söyleyen akımlar ortaya çıktığında durum değişti.

Bu hareketlerin söylemleri ne denli radikal olsa da özde parlamenter mücadeleyi esas alan reformizmden hiçbir farkları yoktur. Her ikisinde de emekçi kitlelerin kolektif eylemi yadsınır, onlara "biz sizi kurtaracağız, bizi sadece destekleyin" denir.

Halil Berktay gibiler Mao'yu da, Castro'yu da, Pol Pot'u da marksist olarak görüyor; şiddetin faturasını bir bütün olarak marksizme çıkarıyor. Şiddeti bir mücadeleci yöntemi olarak benimseyenler kendilerine Marksist deseler de marksizmle yakından uzaktan bir ilgileri yoktur.

Berktay'ın analizinde tek hata bu değil, o kapitalist devletin sistematik olarak şiddeti üreticisi olduğunu gözden kaçırıyor.
Türkiye'de de şiddetin asli üreticisi kapitalist ulus-devlettir. İşgal ettiği Kürdistan'daki sömürge yapısını korumak için şiddete ve savaşa başvurmaktadır.

Kendisine başka hiçbir yol bırakılmayan sömürgedeki kurtuluş hareketi siyasi mücadelesinde şiddet araçlarına dayanmak zorunda bırakılmıştır.

PKK'nin sivilleri öldüren ve Türk yoksullarına zarar veren şiddet eylemlerine son vermesinin yolu devletin ulusal baskıya son vermesinden geçer.

Biz tam da şiddete kökten karşı olduğumuz için asıl olarak devleti eleştirmek gerektiğini söylüyoruz. Silahların susmasının tek yolu devletin Kürtlere karşı tutumunu değiştirmesidir. Her iki tarafı da eleştirdiğini söyleyen Berktay gibiler ise aslında çözümsüzlüğün devamını, şiddetin sürmesini yaratan koşuların sürmesini savunuyor.

Şiddete karşı olmamız devletin şiddeti ile azınlık gruplarının uyguladığı şiddetin simetrik ve eşit olduğunu söylememize neden olamaz:

"Terörist eylemlere karşı insan yaşamının 'kutsal değeri' hakkında açıklamalar yapan satılık ahlâkçılarla [biz komünistlerin] ortak hiçbir yanı yoktur. Onlar, başka durumlarda, başka 'kutsal değerler' adına (örneğin 'ulusal onur' veya monarşinin prestiji) milyonlarca insanı savaş cehennemine itmeye hazırdır. Bugün özel mülkiyeti korumak için silahsız işçiler üzerine ateş açılması emrini veren Bakan, onların ulusal kahramanıdır. Ama yarın, işsiz işçilerin çaresiz elleri bir yumruk haline geldiğinde veya bir silahı kavradığında, yine aynı adamlar bu kez şiddetin hiçbir biçiminin kabul edilemeyeceğine dair bin türlü saçmalığı dillerine dolayacaklardır." Troçki

 


Dijital sayı 27 - 11 Mayıs 2021 (pdf)

Dijital sayı 26 - 27 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 25 - 6 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 24 - 23 Mart 2021 (pdf)

Dijital sayı 23 - 16 Mart 2021 (pdf)

Abone olun

Dostlarımız

Marksist.org

Marksizm 2013

dsip
















Su Hakkı Kampanyası