1989 yılında yıkılan Doğu Bloku’na bakılarak sosyalizmin tek parti rejimi olduğu düşünülüyor. Çünkü bütün bu ülkelerde gerçekten de tek parti rejimleri vardı.
Oysa 1917 yılında, işçi sınıfı Rusya’da iktidarı ele geçirince birtek parti iktidarı kurulmadı. Tam tersine devrimin başını çeken Bolşevik Partisi (sonradan adını Komünist Partisi olarak değiştirdi) yoksul köylülerin örgütü Sol Sosyalist Devrimciler ile koalisyon kurdu.
Bolşeviklerin önderi Lenin yeni devrimci hükümetin tarım programı olarak Sol Sosyalist Devrimcilerin programını olduğu gibi benimsedi.
Hükümeti iki partinin koalisyonu kurduğu gibi, diğer siyasi partiler de özgürdü. Açıkça siyasi faaliyet yapıyor, Sovyet seçimlerine katılıyor ve hatta zaman zaman Sovyet seçimlerinde Bolşevik delegelerin yerine kendi partilerinden delegeler seçtirebiliyorlardı.
Bu partilerin bazılarının askeri örgütlenmeleri de vardı.
Her şey Sol Sosyalist Devrimcilerin Lenin’e suikast yapması ve ağır bir biçimde yaralaması ile değişmeye başladı. Bu suikast olayından hemen sonra Sovyet rejiminde açıkça varlıklarını koruyabilen siyasi partiler, burjuvazinin Beyaz Ordusu ile birleşerek devrimi şiddet yoluyla yıkmaya karar verdi.
Bu durumda çelişki keskinleşti ve diğer siyasi partilerden Bolşeviklere çok sayıda işçi katıldı. Bolşevikler ise burjuvazi ile birlikte devrimi yıkmak için iç savaşı başlatan partileri yasakladılar.
Sosyalizm mutlaka çok sesli olmak zorunda. Farklı eğilimler kendilerini ifade edebilme özgürlüğüne sahip olmalıdır. Bunun en temel yolu siyasi partilerin özgür olması ve işçi konseyleri seçimlerine özgürce katılabilmeleridir.
Ancak böyle olduğu takdirde işçi sınıfı içindeki farklı eğilimler, talepler siyasi kararlara yansıyabilir ve karar haline gelebilir.
Lenin’in deyişi ile demokrasi sosyalizmin kalbidir. Demokrasi olmadan sosyalizmden bahsetmek mümkün değildir.