Tunus'ta, Mısır'da diktatörler halk yığınlarının eylemiyle devrilmişken, Suriye halkları diktatörlüğe karşı kahramanca direnirken, birileri devrimlerin mümkün olmadığını anlatabilir hala.
ABD'de başlayıp hızla Avrupa ve tüm dünyayı sarsan ekonomik krize karşı grevlerle, genel grevlerle direnen örgütlü işçi sınıfının varlığına rağmen, birileri işçi sınıfının önemini ve gücünü yitirdiğini savunabilir.
Bu iddialar gerçeğin testi karşısında paramparça olmak zorunda. Ama bir iddia var ki, bunlardan daha vahim: Marksizmin günümüzü açıklayamadığı iddiası.
Bu iddia, marksist teorinin ortaya çıkışı kadar eski ve köklü bir iddia.
Ama yanlış bir iddia.
Marksizm, toplumun siyasal örgütlenmesinin ve devlet yapılanmasının, kültürel yapılarının, hukuk, ahlak gibi hakim değerlerin üzerinde yükseldiği temelin, o toplumda üretimin biçimi tarafından belirlendiğini ortaya çıkarttı. Üretim biçimi değiştikçe, bu yapıların da ne kadar direnirlerse dirensinler, değişmek zorunda olduğunu gösterdi.
Üretim araçlarını özel mülkiyetine geçiren sınıflar, varoluşlarını değişmez bir kural haline getirmek için ve aynı zamanda ayrıcalıklı konumlarının yeniden üretimini garanti altına almak için tüm üstaypı kurumlarını kullandı.
Marks, bir toplumun ve bir çağın karakterini veren olgunun, üretim araçlarıyla doğrudan üreticilerin ilişkilenme biçimi olduğunu anlattı. Üretim araçlarından kopuk olan, mülksüz sınıflar, üretimin bu karakterinin üzerinde yükselen sınıf ayrımına karşı sürekli bir mücadele sürdürdü. Tarihin önemli sıçrama anları, bu sınıf mücadelesinin devrimci bir karakter kazandığı dönemler oldu.
Modern işçi sınıfı ise, kendisinden önceki tüm sınıflardan farklı bir yeteneğe sahip. Kapitalizm kendisinden önceki sınıflı toplumlardan farklı olarak, üretime müthiş bir toplumsal karakter kazandırdı. Üretimin kolektif, toplumsal karakteri, kapitalizme kıyaslanamaz bir küresel karakter ve baş döndürücü bir gelişme hızı kazandırdı. Ama üretimin toplumsal karakteriyle çelişkili bir durum kapitalizmin tüm sıkıntısını oluşturuyor: Üretim araçlarının özel mülkiyeti ve üretilen ürünlerin üretenlerden kopukluğu. Rekabet halindeki sermayelerin ve devletlerin çatışmasıyla, işçi sınıfının üretimin toplumsal karakterine uygun yeni bir toplumsal örgütlenme için doğası gereği sürdürdüğü mücadele hem kapitalizmin hem de gezegenin kaderini belirliyor ve belirleyecek.
Marksizm, bu değişimin işçi sınıfının kendi demokrasisini kurmasıyla mümkün olacağını savunuyor. Parlamenter demokrasiyi yeterli görenler, bu demokratik rutinin gizlediği sınıf çelişkilerinin, savaşların, hapishanelerin, tüm ezme ezilme ilişkilerinin, haksızlıkların insanlığın ulaştığı son durak olduğu iddialarını gizlemeye çalışıyorlar.
Bu gerçek değil ve gerçeği açıklamak devrimci olduğu için marksizm güncel ve devrimci.