Roni Margulies
Gezi Parkı'ndan başlayıp önce İstanbul'un sonra da memleketin her yanına yayılan direniş, hem direnenler için hem egemenler için derslerle dolu.
Bırakalım, egemenler kendi derslerini çıkarsın. Onların kitlesel olaylardan çıkardığı ders genellikle "Ah daha çok polis olsaydı!" şeklini alır. Sonra, kendileri de inanmasa bile, "Küçük bir azınlığın yaptıkları... İdeolojik maksatlı... Anarşistler..." gibi zırvalıklara ricat ederler.
Etsinler. Böyle zamanlarda zaten onları dinleyen pek kalmaz. Biz kendi işimize bakalım, kendi derslerimizi çıkaralım.
1) Kitlesel halk hareketleri kimsenin beklemediği bir anda, kimsenin öngöremediği bir anda patlak verir. Ve "patlak" verir. Kimsenin emriyle, talimatıyla, örgütlemesiyle olmaz, tarihte hiç olmamıştır.
Ve bu tür hareketler, çok zaman, önemsiz gibi görünen bir nedenle patlak verir. Tunus'ta bir delikanlının kendini yakması. İstanbul'da birkaç ağacı korumak için eylem yapanlara polisin hayvanca saldırısı. Hatırlayalım, 1 Mayıs'ta polis yine vahşet uygulamıştı, hiçbir şey olmamıştı. Yine hatırlayalım, Taksim metrosunun önünde aylarca Taksim projesiyle ilgili bildiri dağıtıldı, bana mısın diyen olmadı, tık çıkmadı. Ağaç meselesi nedeniyle tüm İstanbul halkının sokaklara döküleceğini bizzat Marx ve Engels bile tahmin edemezdi!
Ve zaten mesele ağaç meselesi değil. Mesele, halkın itiraz, eleştiri ve memnunsuzluğunun kritik bir eşiğe bir anda ulaşıvermesi. Bir anda "Yetti artık!" duygusunun ağır basması. Bu eşiğin ne zaman nasıl aşılıverileceğini önceden tahmin etmek mümkün değildir. Önemli olan, önceden tahmin etmek değil, eşiğin aşıldığı an için hazır olmaktır.
2) Gerçek halk hareketleri "saf", "pak", düzgün ve düzenli değildir. Her türlü insan, her türlü düşünce ve fikir, her türlü dünya görüşü ve görüşsüzlüğü, her türlü örgüt ve her türlü örgütsüz, sokaklara ve meydanlara dökülür. "Halk" böyle bir şeydir zaten! Sosyalistlerden oluşmaz, mavi tulumlu öncü işçilerden oluşmaz. İçinde sosyalistler de, mavi tulumlu öncü işçiler de vardır; ama gericisi, milliyetçisi, futbolcusu ve kaz kafalısı da vardır.
Bütün bu insanlar hükümete kendi farklı nedenleriyle karşı çıkmaktadır. Bazıları ağaç kestiği ve AVM yapmayı planladığı için, bazıları Müslüman olduğu için, bazıları yeterince Müslüman olmadığı için, bazıları burjuva bir hükümet olduğu için.
Ve bütün bu insanlar hükümete alternatif olarak farklı farklı şeyleri arzu etmektedir. Bazıları bir işçi sınıfı iktidarını, bazıları daha yumuşak bir AKP iktidarını, bazıları CHP iktidarını, bazıları da Türk'ün gücünü dünyaya kanıtlayacak bir iktidarı istemektedir. Pek çoğu ise zaten alternatif bir iktidar meselesini aklına bile getirmemiştir, sadece Taksim Meydanı'nı veya hatta sadece Gezi Parkı'ndaki ağaçları kurtarmak için sokağa çıkmıştır.
Kitle hareketinin sosyalizm için sokaklara dökülen işçilerden oluşacağını beklemek, garip bir Stalinist hayal dünyasında yaşamaktır. Kitle hareketinin temiz mavi tulumlu sosyalist işçilerden ibaret olmasını beklemek, gerçek dünyayı Stalinist afişlerle karıştırmak demektir.
3) Türkiye'de beş altı gündür olanlar, Mısır Devrimi'nin ilk günlerini andırıyor. Hayır, hayal görmüyorum, uçmuyorum, AKP hükümetinin 18 günde devrileceğini düşünmüyorum. Ama direniş hareketinin yukarıda anlatmaya çalıştığım özellikleri Mısır'da ve burada aynı. Zaten Mısır'da olanları devrim olarak görmeyenler, tam da kitle hareketlerinin bu özelliklerini anlayamadıkları için görmüyorlar.
Mısır'da, burada ve her yerde, kitle hareketi başladığı zaman, yukarıda anlattığım özellikler nedeniyle her kafadan bir ses çıkar, hareketin ne tarafa gideceği, hatta herhangi bir tarafa gidip gidemeyeceği belli değildir. Yoğun ve sıcak tartışmalar yaşanır. Bu tartışmalarda düzeni biraz düzeltmek isteyenlerin mi, toptan değiştirmek isteyenlerin mi kitlenin çoğunluğunu ikna edeceği önceden belli değildir. Olaylar hızla gelişir, güçler dengesi sık sık değişir, kitle bazen yorulur, bazen yine öfkelenip ileri atılır, mücadele inişli ve çıkışlıdır. Bütün bunlar Mısır'da yaşandı ve hâlâ yaşanıyor. Türkiye'de yaşanıp yaşanmayacağını henüz bilmiyoruz. Göreceğiz.
Ama kesinlikle bilebildiğimiz bazı şeyler var.
Birincisi, hem Mısır'da hem burada, yarın her şey bitse ve hareket tümüyle evine çekilse de, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bir dostumun sözleriyle: "Taksim Direnişi iktidara yenilmeyi, halka yenmeyi öğretti. Bundan sonra bütün iktidarların işi zor".
İkincisi, toplumu aşağıdan yükselen bir kitle hareketiyle kökünden değiştirmeyi isteyenlerin işi, bizim işimiz, "Ay Türk bayrağı taşıyorlar!" diye şikâyet etmek değil, hem taşıyanlarla hem taşıyanların çevresindekilerle tartışmak ve mümkün olduğunca çoğunu miliyetçiliğin hareketi böleceğine ikna etmektir. Milliyetçilerin meydana gelmesini engellemek mümkün değildir, ama milliyetçilerin tartışmalarını alt etmek mümkündür.
Üçüncüsü, hareket geri çekilmeyip devam etse bile, zaman zaman gerileyecek, belki bazı yenilgiler yaşayacaktır. Bizim işimiz, gelişmelere uzun vadeli bakmak, moraller bozulduğunda herkese moral vermek, hareketin ileri adım atabilmesi için en iyi önerileri bulup önermektir.
Önce askerî vesayet geriletildi. Sonra barış süreci başladı. Bu tarihsel adımların ikisi de Türkiye nüfusu bunları istediği için gerçekleşti. Bunları AKP hükümeti bize bahşetmedi, biz kazandık. Şimdi Türkiye nüfusu polis şiddeti istemediğini, tepeden inme kentsel dönüşüm istemediğini, demokrasi istediğini gösteriyor.
Heyecanlanmayan, mırın kırın eden, halk kitlelerini ve kitlelerin davranışlarını beğenmeyen varsa... Yoktur. Eminim, yoktur.
(02 Haziran 2013)