Özdeş Özbay
2011 yılı tarihe devrimci bir yıl olarak geçti. Hobsbawm bu yılı 1848 devrimleri ile kıyaslarken birçokları ise 1968 ile kıyaslıyordu. Her şey Tunus’ta başlamış hızla Mısır ve bütün Ortadoğu’ya yayılmıştı. Bununla da kalmadı Yunanistan ve İspanya’da ortaya çıkan öfkeliler hareketi ve ABD’de başlayıp tüm dünyaya yayılan “İşgal et” hareketi Ortadoğu devrimlerinden ilham alıyordu. Ancak hiçbir toplumsal olayı bir tarihsellik içerisinde değerlendirmeden anlamak mümkün değil.
Bu yazıya konu olan Mısır’ı diğer bütün Ortadoğu ülkelerinden ayıran en temel özellik bu ülkede yaşanan işçi sınıfı mücadelesi ve grevler. Mısır tarihsel olarak Ortadoğu halklarının kültürel ve politik olarak etkilendiği bir ülke olageldiği gibi bölgenin en büyük sanayi güçlerinden de birisi. Dolayısıyla Mısır’da yaşanan politik hareketlilik etkisini hızla diğer ülkelerde de gösteriyor. Devrim aslında Tunus’ta başlamış olmasına rağmen hâlâ bölgeyi etkilemeye devam eden en önemli ülke Mısır.
Her toplumsal olay o toplumda belli bir süre içerisinde giderek artan çelişkilerin genellikle rastlantısal bir şekilde patlak vermesiyle ortaya çıkar. Mısır’da da 2011 yılında yaşanan devrimi anlayabilmek, çelişkilerin nasıl biriktiğini görebilmek için kısaca Mısır tarihine bakmamız gerekiyor.
Mısır Ekonomisi
1952’de iktidarı alan Cemal Abdul Nasır'ın uyguladığı devlet kapitalizmi politikaları ile Batı emperyalizmine karşı izlediği Filistin yanlısı politikalar nedeniyle Mısır işçi sınıfı, köylüleri, sosyalistleri ve İslamcılarından fazla bir direniş görmedi. Hatta aksine 1965’te Mısır Komünist Partisi kendini fesh ederek Nasır’ın Arap Sosyalist Birliği Partisi’ne katıldı. 1970’de Nasır’ın ölümü üzerine cumhurbaşkanı olan Enver Sedat kısa sürede Mısır’da etkisi bugüne kadar gelecek politikaları uygulamaya soktu. Sedat “infitah” diye bilinen ekonomide liberalleşme politikalarını başlattı, Sovyetler Birliği ile ilişkilerini kesti, İsrail ile Camp David sözleşmesini imzaladı. Bu durum ülkede siyasal İslam’ın yükselmesine ve daha önceki “sınıflar arası uzlaşmanın” sona ermesine neden oldu. 1981’de Cumhurbaşkanı olan Mübarek döneminde ise neoliberal politikalar büyük bir hızla uygulamaya kondu. 1991’de IMF ile yapısal uyum programı uygulanmaya başlandı, köylülere sağlanmakta olan yardımlar kesildi, 1996’da büyük çapta bir özelleştirme programı başladı. 2005’e gelindiğinde kamuya ait 314 şirketin 200’den fazlası özelleştirilmişti. Kamu sektöründe çalışanların oranı yüzde elli azaldı. Buna rağmen ülke ekonomisinin yüzde yirmisini kontrol eden en büyük yatırımcı grup olan ordu ekonomik gücünü korumaya devam etti. Böylece Mısır’da büyük bir hızla gelir dağılımı eşitsizliği, işsizlikte artış ve çalışma koşullarında kötüleşme yaşandı. 2005-2008 arasında Mısır ekonomisi neoliberal politikalar sayesinde yüzde yedilik bir büyüme oranı yakaladı ve IMF ve Dünya Bankası’ndan övgüler aldı. ABD, İsrail’den sonra en büyük ekonomik yardımını yılda 2 milyar dolarla Mısır’a yapmaya başladı. Mübarek rejimi 2006’da İsrail’in Lübnan saldırısına ve 2008-2009’daki Gazze saldırılarına destek verdi. Obama 2009’da Mısır’a yaptığı ziyaret sırasında kendisine BBC muhabiri tarafından sorulan “Mübarek’i bir diktatör olarak görüyor musunuz?” sorusuna hayır yanıtı verecek kadar iyi bir müttefik olarak görüyordu Mübarek diktatörlüğünü.
2011 devrimin üç sloganından biri olan “ekmek” Mısır ekonomisi ve sınıf mücadelesi açısından özel bir öneme sahip. Tarihsel olarak büyük önemi olan ekmek yani “aysh” Mısır Arapçasında “yaşam” anlamına da geliyor. 1977’de IMF talepleri doğrultusunda ekmeğin boyutlarının küçültülmesi ülke çapında dev ayaklanmalara yol açtı. Mursi döneminde de IMF ile yapılan anlaşma gereği devletin tahıl ve buğday üretimine olan desteği azaltılmak durumundaydı. Uluslararası gıda spekülasyonları ve kriz nedeniyle de zaten buğdayının %45’ini yüksek fiyatla ihraç eden Mısır’ın neoliberal politikalarla devrimin ekmek talebini karşılaması başından beri mümkün değildi.
Rejim Karşıtı Gösteriler ve Grevler: Ekonomik ve Politik Mücadele İç İçe Geçiyor
2000’de başlayan Filistin intifadası Mısır’da büyük yankı uyandırdı. Kitleler sokaklara dökülüp Filistin’e destek verirken Mübarek rejiminin İsrail yanlısı politikalarına tepki gösteriyorlardı. Bu politik uyanışta İslamcılar, Nasırcılar ve sosyalistler birlikte mücadele etmeye başladılar. Irak savaşına gelindiğinde de kitleler bir kez daha sokaktaydı Tahrir’de 40 bin kişi sokağa çıktı ve en önemlisi 20 Mart 2013’te Tahrir’de savaşa karşı 24 saatlik bir işgal gerçekleştirdiler. Bu devrimin bir provasıydı. Sokağa çıkmaya başlayan kitleler artık rejimi de daha sert bir şekilde eleştiriyordu. 2004’te kurulan “Kifaye” (Yeter) isimli protestolarda binlerce kişi işkenceyi, haksız tutuklamaları protesto ediyor ve Mübarek’in devrilmesi çağrıları yapıyordu.
2006 yılında ise işçi hareketi başladı. İşçilerin düzenlediği ortak eylemler 2006’da 202 iken 2007’de 617’ye çıktı. 7 Aralık 2006’da Mahalla’nın tekstil fabrikalarında başlayan ve 24 bin işçinin katıldığı grevler dördüncü gününde işçilerin taleplerin kabul edilmesi ile sonlandı. Bu grev beraberinde bütün bir ülkede grev dalgalarını tetikledi. Birçok ilde ve işkolunda grevler başladı. Mısırlı sosyalist Sameh Naguib’e göre bu grev dalgası bir protesto kültürünün yerleşmesini sağlamıştı. 2007 sonunda başlayan ve 3 ay süren emlak tahsildarları grevi zaferle sonuçlandı. Greve katılan 55 bin tahsildar son 11 gün Finans Bakanlığı önünde oturma eylemi yaptı. Sonunda tahsildarlar %325 zam aldı ve Mısır’da toplanan emlak vergisi %90 oranında azaldı. Bu grev sırasında oluşan işçi komiteleri 1957’den beri kurulan ilk bağımsız sendikanın yönetim kuruluna dönüştü.
2000’de başlayan rejim karşıtı kitlesel eylemlerin en önemli sonucu İslamcı gençler ile radikal solcuların bir arada rejime karşı mücadele etmesi ve birbirini tanıma fırsatı bulmuş olması oldu. Bu tanışıklık Tahrir’in ve en sonunda yükselen Mursi karşıtı kitlesel gösterilerin zeminini hazırladı.
Kriz ve Direniş
Mısır 2008’deki ekonomik krize böyle bir atmosferde girdi. Bir yanda neoliberal politikalar sonucu artan işsizlik ve gelir eşitsizliği, öbür yanda ise Filistin’e destek ile başlayıp, Irak savaşına karşı eylemlerle kitleselleşen muhalefet ve en ortaya çıkan işçi mücadeleleri. Ekonomik krizin Mısır’a etkisi ise işsizlikte ve gıda fiyatlarında radikal artış şeklinde oldu. Kriz toplumun en alt kesimleri üzerinde yoğunlaştı.
2010’da parlamento ve başkanlık seçimlerinin olması da toplumu politika tartışmaya iten ve tepkilerini daha fazla dile getirmelerini sağlayan bir atmosferin oluşmasına yardımcı oldu. Rejimin biriken tepkiye karşı baskı mekanizmasını arttırması ve muhaliflere saldırı başlatması toplumdaki gerilimin daha da birikmesine neden oldu ve 2011 yılının 25 Ocak günü tarihi bir gösteriye sahne oldu. Tunus’ta başlayan gösteriler Mısır’ı da tetikledi ve Tahrir’e önce onbinler, sonra yüzbinler gelmeye başladı.
Tahrir’e yapılan medya saldırısı, develi çetelerin saldırısı, askerin ateş açması, polis şiddeti, sivillerin provokasyonu direnişin daha da birleşmesine ve zamanla nitelik değiştirmesine de neden oldu. 8 Şubat’ta daha birkaç gün öncesinde polis saldırılarına karşı sert bir direnişin yaşandığı Süveyş’te tekstil, çelik sektörü ve kanal işçilerinin katıldığı bir grev başladı. Bir sonraki gün petrol işçileri greve gitti. Rejim karşıtı sloganların yanında ücretlerinde artış da talep ediyorlardı. 9 Şubat’ta Kahire toplu taşıma işçileri ekonomik taleplerinin yanında ayaklanmaya tam destek verdiklerini belirten bir bildiriyi Tahrir’de dağıttılar. Grev dalgası hızla diğer şehirlere ve sektörlere yayıldı. 10 Şubat’ta ülkenin her yanında hatta orduya ait ve askeri bir disiplinin işlediği fabrikalarda dahi grevler vardı. Mübarek artık Mısır burjuvazisi, Batı emperyalizmi ve onların ilişki içerisinde olduğu asker-sivil bürokrasi için bir tehlikeydi. Hareketin radikalleşmesindense bir an önce ondan kurtulmak ve hareketin gelişmesinin önüne geçmek gerekiyordu. 11 Şubat’ta ülke çapında 15 milyon civarında insan sokaklardaydı ve o gün Mübarek istifa etti.
Daha Mübarek devrilmezden önce Tahrir’de mücadele sürerken işçi sınıfı önemli bir hamle yaptı. 30 Ocak’ta resmi sendikaya karşı yeni bir federasyon kurdular; Mısır Bağımsız Sendikalar Federasyonu (EFITU). Yeni federasyon sadece 1,5 yılda 2,5 milyon üye kazandı.
Seçimlere kadar geçen sürede de hareket durmadı. Bir diktatörü devirmiş olmanın verdiği özgüvenle fabrikalarda, işyerlerinde patronla yaşanan her anlaşmazlık sonunda işçiler hızla greve gidiyordu. 4-5 Mart’ta binlerce gösterici devlet güvenlik ofislerini yerle bir etti ve birçok belgeye el koydu. Mart ve Nisan ayları grevler artarak devam etti. Grevlerde ekonomik ve politik talepler bir aradaydı. 23 Mart’ta ise karşı devrim atağa kalktı. Ülke ekonomisine zarar veren grev ve gösterileri yasakladı. Mısır burjuvazisi ve ordu grevcileri vatan hainliğiyle suçluyordu. Artık Mübarek devrilmişti ve şimdi düzen zamanıydı. Bu yasa hiçbir zaman tam olarak uygulanamadı. Batı’da kredilerini göndererek grevci ve isyancı Mısırlılara karşı düzene destek verdiğini ilan ediyordu.
Temmuz’da Mahalla tekstil işçileri 24 bin işçinin katıldığı büyük bir grev gerçekleştirdi. Talepleri ekonomikti ve şirket CEO’sunun kovulması gibi radikal talepleri de içeriyordu. Grevler irili ufaklı olarak sürmeye devam etti. Birkaç on veya yüzkişilik işyerlerinde iş güvencesi ve zam talepleriyle birçok grev yaşandı. Torah Çimento fabrikası gibi Mısır’ın çimento ihtiyacının %30’nu sağlayan bir fabrikada 1500 işçi üretimi durdu. İzmirli işadamı Lokman İpekçi’ye ait olan Tetco tekstil fabrikasında çalışan yüzlerce işçi 2007’de, rejimin sağladığı avantajlar için yatırım yaptığını ve artık bu avantajların olmadığı açıklamasını yaparak tesisi kapayan şirkete karşı eylemler gerçekleştirdi. Grevlerin en temel birleşik taleplerinden biri olan 1200 Poundluk asgari ücret hükümet tarafından kabul edilmedi. Ekim’de ise Kahire’nin otobüs şoförleri son birkaç on yılın en etkili grevini gerçekleştirdi.
Devrimin yıldönümü olan 25 Ocak 2012’de, Müslüman Kardeşlerin kazandığı parlamento seçimlerinden 2 hafta sonra, yüz binler bir kez daha sokağa çıktı. O gün devrim büyük bir kazanım elde etti ve Ülkede 1967 yılından beri yürürlükte olan “Olağanüstü hal yasası” kaldırıldı. Mısır işçi sınıfı Mursi’ye maaşları arttırması, ekmek fiyatlarını azaltması, çalışma koşullarını iyileştirmesi ve eski rejimin kalıntılarından kurtulması için birkaç ay zaman tanıdı ancak bunlar gerçekleşmeyince yeni bir mücadele dalgası başladı.
Haziran Başkanlık seçimlerinde ise Mursi başkan seçilmiş olmasına sadece 6 ay önceki parlamento seçimlerinde 10,5 milyon oy alan Mursi, başkanlık seçimlerinin ilk turunda 5,7 milyon oy aldı sadece.
Halk devrimden önce Batıdan alınan borçların halk için değil egemenlerin lüksü için kullanıldığını ve birçoğunun İngiltere ve diğer ülkelerde milyarlarca dolarlık sermaye ve mülklerinin olduğunu söyleyerek borç ödemeye karşı çıkıyor. Ekmek ve borçlar sorunu nedeniyle IMF başkanı Christine Lagarde Ağustos 2012’de Kahire’yi ziyaret ettiğinde binlerce kişi “eşdost kapitalizmine hayır”, “borçları reddet” sloganları ile gösteri yaptı. Bunlara aldırmayan Mursi burjuvaziden yana tavır almayı sürdürdü. IMF, Mursi’nin Kasım’da açıkladığı Ekonomik Düzelme Planı’na destek vererek toplam 14.5 milyar dolarlık antlaşmanın 4.8 milyarlık dilimini gönderdi.
2012 Ekim ve Kasım aylarında 1000 kadar grev yaşandı Mısır’da. Hâkim ve avukatlar da Aralık ayında greve gittiler. 27 Kasım’da Mursi’nin anaysa değişikliği referandumuna karşı 100 binden fazla kişi Tahrir’de gösteri yaptı. On binlercesi Port Said, Mahalla, Süveyş’de gösteri yaptı. Gösteriler devam ederken 5 Aralık’ta Müslüman Kardeşler göstericilere saldırdı. Olayların ardından Mursi’nin 4 önemli danışmanı istifa etti. Göstericiler Mursi’yi “yeni firavun” ilan ettiler. Askerler Başkanlık Sarayı’nın etrafını çevirerek Mursi’yi ancak kaçırabildiler.
Devrimin ikinci yıldönümü olan 25 Ocak’ta ise yeni bir ayaklanma serisi başladı. Cuma günü yüz binlerce kişi Mısır’ın 21 bölgesinin 12’sinde sokağa çıkarak Mursi yönetimini protesto etmeye başlamıştı. Günlerce süren gösteriler ülke geneline yayıldı ve çıkan çatışmalarda çok sayıda insan öldü. Bu ayaklanma Mursi’yi bekleyen sonun habercisiydi. Ancak Mursi’nin atadığı Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanı General Abdel Fattah el-Sisi bu olaylar sırasında yaptığı açıklama da yine birkaç ay sonra yaşanacakların habercisydi: “Süveyş Kanalı’ndaki birliklerimizin temel amacı Mısır’ın ekonomisi için hayati önemi olan Süveyş suyolunu korumaktır… Çeşitli politik güçlerin devlet yönetimi konusundaki çatışmayı sürdürmeleri devletin yıkılmasına yol açabilir.” Bu perspektif Sisi’nin daha sonra yaptığı darbenin politik amacını da net bir şekilde ortaya koyuyor.
Mart 2013’de yayınlanan bir devlet raporu devrimin başladığı günden beri sadece Mısır raylı sistemlerinde toplam 1219 grev ve oturma eylemi yapıldığını açıkladı ve grevcilerin artık ekonomiyi tehdit ettiklerini belirtti. Rapor Mart ayının ilk haftasında gerçekleşen ve son 30 yılın en etkili grevi olan demiryolu işçileri grevinin ardından yayınlandı.
Mısır Ekonomik ve Sosyal Haklar Merkezi’nin hazırladığı rapora göre ülke genelinde Mursi Başkan seçildikte sonra yaşanan grevler iki kat arttı. 2012 yılı boyunca 3817 grev ve gösteri gerçekleştirdi Mısır işçi sınıfı. 2013’ün ilk üç ayı içerisinde ise 2400 grev ve gösteri gerçekleşmiş.
Toplumda biriken çelişki 30 Haziran’da Mısır’da insanlık tarihinin en büyük gösterisiyle açığa çıktı. 17 ile 30 milyon arası gösterici Mursi’ye karşı devrimin ekmek, özgürlük ve sosyal adalet taleplerini haykırdı bir kez daha. 3 Temmuz’da ise Sisi Mısır’a güvenlik ve düzen getirmek için darbe yaptı. Başta ABD olmak üzere emperyalist ülkeler ve Mısır burjuvazisi sonunda 2 yıldır grevler ve gösteriler nedeniyle doğru düzgün işletemedikleri işyerlerinde huzur bulacaklarını düşünerek darbeye destek verdiler. Grev ve gösterilerin bir kültür haline gelmiş olması, ekonomik ve politik taleplerin iç içe geçmesi ve bunların hiç birisinin neoliberal politikalarla karşılanmasının mümkün olmaması bu sonucu doğurdu.
Lenin’in bir devrim olabilmesi için bahsettiği “yönetilenlerin yönetilemez yönetenlerin ise yönetemez duruma gelmiş olması” durumu tam da Mısır’a uyuyordu ancak koşulların uygun olması tek başına yeterli değildi. Böyle bir durumda müdahil olabilecek bir devrimci parti ve devlet aygıtı parçalayarak yerine yenisini kurabilecek işçi meclisleri yoktu Mısır’da. Sonucunda Marx’ın bu gibi durumlarda “burjuvazinin dini” dediği Bonapartizm bir kez daha tarih sahnesine çıktı. Egemenlerin çıkarına ülkeye düzen getirecek ve işçi sınıfını ezebilecek güçte otoriter bir yönetim. Sisi’nin gerçekleştirdiği darbe Mursi’nin sağlayamadığı düzeni sağlamak için ve işçi sınıfı hareketini ezmek için gerçekleştirildi.
Mısır işçi sınıfının son yıldır biriktirdiği deneyim ve militanlık düzeyi önümüzdeki süreçte hem Mısır’ın hem de bütün Ortadoğu devrimlerinin kaderini belirleyecek.