Meltem Oral
Mahkemenin Erhan Tuncel hakkında verdiği yakalama ve tutuklama kararını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında Erhan Tuncel’in beraatine karar verilmesi büyük hataydı. Bütün deliller Erhan Tuncel’in Hrant Dink cinayetini işleyen Ogün Samast’ı azmettirenlerden biri olduğunu gösteriyordu. Buna rağmen mahkeme beraat kararı vermişti. Yargıtay bu kararı bozdu ama o da esas olarak Mc Donalds eyleminden ötürü altı kez adam öldürmeye tam teşebbüsten hüküm kurulması gerektiğini söyledi. Hrant Dink cinayetinde ise azmettirmekten değil suça yardım etmekten cezalandırılmasını istedi. Dolayısıyla asıl cezayı Hrant Dink cinayetinden ziyade Mc Donalds’taki eyleminden ötürü alacak. Orada altı kişi yaralandığı için altı kez aynı cezaya çarptırılması talep edilmiş vaziyette. Bugünkü duruşmaya gelmedi biz de tutuklanmasını bekliyorduk. Yapmaları gereken buydu zaten beraat ettirmeleri büyük hataydı.
Hrant davası neden yeniden görülmeye başlandı?
Mahkeme heyeti kararını ilk açıkladığında toplumun bu davadan beklediği, kamuoyunun vicdanını rahatlatacak ve ‘adalet yerini buldu’ dedirtecek bir kararın çıkmadığı açıktı. Yargıtay’dan mahkemenin bu kararı geri döndü. Davanın yeniden başlaması adaletin yerini bulması için atılan bir adım izlenimi yarattı.
Bu durumun ne kadar gerçeklik payı var?
Bunun gerçekliği yok. Biz soruşturmaların başından itibaren ‘etkili bir soruşturma yapılmadı’ dedik. İddianame hazırlandığında hakkında iddianame düzenlenen Erhan Tuncel, Yasin Hayal, Ogün Samast, Ersin Yolcu ve diğer sanıkların cinayeti işleyen örgütlenme içerisinde olduklarını ancak örgütün kurucusu, yöneticisi, karar alıcılarının ve örgütün bağlantılarının açığa çıkartılmadığını beyan ettik. Yine Hrant Dink cinayetini işleyen örgütün üyesi veya yöneticisi olan yahut örgütsel faaliyeti olmaksızın cinayete iştirak eden kamu görevlileri hakkında davalar açılmadığını, bunlar yapılmadığı müddetçe Hrant Dink cinayetinin aydınlatılamayacağını söyledik.
İlk yargılama sürecinde savcılık bu şahıslar üzerinden bir örgüt tanımı yapmıştı. Mahkeme örgütün olmadığını söyleyip savcılığın iddianamesinin bile gerisine düşmüştü. Biz savcılığın iddianamesini eleştirirken mahkeme daha kötü bir tutum sergiledi ve “burada bir örgüt yoktur” dedi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı örgütün olduğunu söyledi ama Türk Ceza Kanunu’nun 302. maddesinde tanımlanan örgüt olduğu iddiasını dile getirdi. Biz ise örgütün Türk Ceza Kanunu madde 314 uyarınca silahlı bir örgüt olduğunu ve bu örgütün “cebir ve şiddet kullanarak… Anayasa’nın ön gördüğü…düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs ettiğini” beyan ettik. Dolayısıyla bir örgütün olduğunu, bu örgütün silahlı olduğunu ve esas olarak Anayasa’nın 309. maddesini ihlal etmeyi önüne koyan bir örgüt olduğunu söyledik. Yargıtay da örgüt olduğunu söyledi ama bu örgütü bizim anlattığımız yerden tarif etmedi. Dolayısıyla “örgüt vardır” demiş olması mahkemenin kararından daha iyi bir kararmış gibi durmasına rağmen bu örgüt “basit bir örgüt” olarak tanımlandı. Bu haliyle tanımlanacak olursa iki temel sorunla karşılarız. Birincisi örgüt yanlış tanımlanmış olacak. İkincisi de bu şahıslar üzerinden tarif edilirse örgütün nasıl tarif edildiğinin çok da anlamı olmayacak. Çünkü nihayetinde ister Yargıtay’ın dediği gibi örgüt deyin ister bizim tarif ettiğimiz gibi bir örgüt olarak tanımlayın, bu kişilerle sınırlı kalacak olursa iyi bir sonuç vermeyecektir. Yani hem örgüt doğru tanımlanmalı hem örgütün üst yapılanması ve bağlantıları açığa çıkartılmalı hem de kamu görevlileri hakkında dava açılmalı. Bunların hepsi bir bütün olarak gerçekleşirse ancak sonuç almak mümkün.
Ergenekon ve Zirve Yayınevi davalarının Hrant Dink cinayetinin arkasındaki örgütün açığa çıkması açısından bir anlamı var mı?
Ergenekon’dan yargılanan ve hüküm giyen kişiler Hrant Dink’in öldürülmesine giden süreçte roller üstlendiler, bu açık. Fakat yapılan soruşturmalarda belki de soruşturmaların yeterli etkinlikte yapılmamasından kaynaklı olarak bu şahıslarla Dink cinayeti arasında somut bağlar kurulamadı. Dolayısıyla bu davalar birleştirilmedi. Ergenekon davasında Hrant Dink cinayetinden dolayı kurulan bir hüküm söz konusu değil. Cinayetin saiki bakımından Zirve Yayınevi’yle benzerlikler taşısa da Zirve’yi gerçekleştirenlerle Dink cinayetini gerçekleştirenler arasında da bir bağlantı kurulamadı. Somut bağ kurulamadığı müddetçe Ergenekon tarafından işlenmiş bir cinayettir demek çok mümkün görünmüyor. İster Ergenekon ister Ergenekon’a benzer başka bir örgüt işlemiş olsun, bu cinayetin kamu görevlilerinin oluru olmaksızın işlenmesi mümkün olmazdı.
Hrant Dink davası sürecinde AKP’nin rolü neydi?
Cinayette sorumluluğu olan kamu görevlilerinin yargılanmasının önünü kapatan bir tutumu oldu hükümetin. Cinayette sorumluluğu olan kamu görevlilerinin yargılanmalarının önüne geçildiği gibi, cinayette sorumluluğu olan kamu görevlilerinin bir kısmı da terfi etti. Erhan Tuncel’i hukuka aykırı şekilde polis muhbiri yapan ve Dink cinayetinden kısa bir süre öncesine değin Trabzon İl Emniyeti İstihbarat Şube Müdürü olan kişi İstihbarat Daire Başkanı olarak atandı birkaç ay önce. Cinayetin işlendiği dönemde İstanbul il Emniyet Müdürü olan Celalettin Cerrah vali olarak atandı ve yine cinayetin işlendiği dönemde İstanbul Valisi olan Muammer Güler İçişleri Bakanı yapıldı.
Hükümet her ne kadar ‘bu cinayet hükümetimize karşı işlenmiş bir cinayettir, aydınlatacağız’ dese de bir noktada kamu görevlilerinin bu cinayetteki sorumluluğunu anladı ve cinayetin aydınlatılması sözünü yerine getirmedi. Aksine kamu görevlilerinin yargılanmasının önüne geçti. Sorumluluğu olan kamu görevlilerinin yargılanması sadece Trabzon İl Jandarma Komutanlığı’nda görevli iki alt düzey personel olan Okan Şimşek ve Veysel Şahin ile sınırlı tutulmaya çalışıldı.
Hükümetin bu davadaki sorumluluğunda iki önemli nokta var: Birincisi cinayetten sorumlu olan kamu görevlilerinin atamasını AKP yaptı. İkincisi de yargılama izni vermesi durumunda açığa çıkacak gerçeklerin, yargılanmasına izin verdikleriyle sınırlı kalmayacağı endişesini yaşadı. Örneğin, Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlileri hakkında inceleme yapılmış Trabzon İl Jandarma Komutanı Albay Ali Öz yapılan incelemede “İstihbarat almadık, haberdar değildik, haberdar olsaydık tüm önlemleri alırdık, Cumhuriyet Savcılığı’na bildirirdik. Her gün İl Emniyet Müdürü’yle, Vali’yle toplantı yaparız, bu toplantıda dile getirirdik. Her ay ‘il emniyet ve asayiş’ toplantısı yaparız; MİT Bölge Başkanı, Vali, Garnizon Komutanı, Cumhuriyet Başsavcısı katılır ve biz mutlaka orada bunu dile getirirdik. Bu cinayetin önüne geçerdik“ diye beyanlarda bulunmuştu. Yine İstihbarat Şube Müdürü Yüzbaşı Metin Yıldız, Başçavuş Okan Şimşek ve Uzman Çavuş Veysel Şahin de inceleme aşamasında Hrant Dink cinayeti öncesi cinayete dair herhangi bir istihbaratın kendilerine ulaşmadığını beyan ettiler. Okan Şimşek ve Veysel Şahin hakkında valilik tarafından soruşturma izni verildi ve bu kişiler soruşturma aşamasında da haklarında dava açılmayacağı düşüncesiyle yine aynı beyanlarda bulundular. Haklarında dava açılması üzerine de inceleme ve soruşturma aşamasındaki beyanlarının gerçeği yansıtmadığını, Hrant Dink cinayetine dair 2006 yılı Temmuz ayında bilgi edindiklerini, bilgiyi edindikleri günün akşamı cinayete dair elde ettikleri bilgiyi Yüzbaşı Metin Yıldız’a ilettiklerini, Yüzbaşının da bir sonraki gün yapılan toplantıda Dink cinayetine dair elde edilen bilgiyi Albay ve diğerlerine ilettiğini beyan ettiler. Bu bilgi Okan Şimşek ve Veysel Şahin’in yargılanmasına izin verilmesi sonrası duruşmada açığa çıkan bir bilgiydi. Dava açıldığı ve ceza alabilecekleri endişesini yaşadıklarında “biz görevimizi yerine getirdik, üslerimize bildirdik, biz değil onlar yargılanmalı” demeye başladılar. Benzer süreç İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü ve Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkında da söz konusu olabilirdi. Yani buradaki görevliler hakkında dava açıldığı zaman hiç bilmediğimiz başka gerçekler de ortaya çıkabilirdi. Yine bunun önüne geçilmeye çalışıldı. Ayrıca Hrant Dink cinayetine giden iklimin oluşmasında hükümet yetkililerinin de sorumluluğu bulunmakta. Ermeni meselesine ilişkin Bilgi Üniversitesi’nde gerçekleştirilen konferans için Cemil Çiçek “ülkeyi arkadan hançerliyorlar” gibi bir laf etmişti. Doğrudan cinayetle bağlantılı değil elbette bu beyan ama cinayete giden süreçte siyasi iklimin oluşmasına katkı sağlayan beyanlardan biri olması bakımından önemlidir.
Bu kez önceki dava sürecinden farklı olarak avukatlar mahkemeyi hangi yönden zorlamaya çalışacaklar?
Başından itibaren örgütün üst yapısı, irtibatları açığa çıkmadı ve bu cinayetle bağlantılı olan kamu görevlileri yargılanmadı. Bu görevlilerinin bir kısmı belki doğrudan doğruya örgütle ilişkiliydi, bir kısmı ise değildi ama cinayette sorumlulukları vardı. Okan Şimşek ve Veysel Şahin’in beyanları sonrası, Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlileri hakkında görevi ihmal suretiyle görevi kötüye kullanmaktan ceza davası açıldı ve buradan hüküm giydiler. Biz bu kararı temyiz ettik. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı “Görevi ihmal suçu vardır. Bunun yanı sıra cinayetten sonra evrakta sahtecilik suçu işlemişlerdir” diye bir tebliğname hazırladı ve kararın bozulmasını talep etti. Biz bu tebliğnameye yanıt verdik ve dedik ki “Evet evrakta sahtecilik suçu vardır. Cinayetten sonra, cinayetten önce elde ettikleri bilgiyi sonradan elde etmişler gibi belge düzenlemişlerdi ve evet bu evrakta sahteciliktir. Ancak asıl olarak bu, fiili ihmali davranışla adam öldürme suçudur ve buradan hüküm kurulması gerekirken görevi kötüye kullanmaktan, görevi ihmalden hüküm kurulmuştur. Karar buradan bozulmalıdır.” Biz ‘ihmal suretiyle kasten adam öldürmek’ dediğimizde kastettiğimiz ‘kasıtlı şekilde hareketsiz’ kalınarak cinayetin işlenmesine olanak vermektir. Yani Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlilerinin cinayetten çok önceden beri cinayetle ilgili tüm bilgilere sahip olduklarını; Yasin Hayal’in İstanbul’a geldiğini, Agos’un ve evin çevresinde krokiler hazırladığını, keşifler yaptığını ve nihayetinde cinayet için silah temin ettiğini bildiklerini ve buna rağmen örgüte dönük operasyon yapmadıklarını, hareketsiz kalmak suretiyle cinayetin işlenmesinin önünü açtıklarını beyan ettik. Yargıtay dairesi tarafından bu konuda henüz bir karar verilmiş değil.
Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü ve İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkında bugüne kadar dava açılmadı. Yargılama için yapılan inceleme ve soruşturmalarda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildi. Biz bu kararlar aleyhine AİHM’e dava açmıştık ve AİHM ‘Dink-Türkiye’ kararında etkin bir soruşturma yapılmadan kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğini karara bağladı ve Türkiye’yi mahkûm etti. Biz bu karar sonrası 2011 yılı Ocak ayında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın TMK 10. maddesiyle ilgili kısmına başvurup Trabzon İl Jandarma, İstanbul ve Trabzon il Emniyet ve İstanbul Valiliği görevlilerinin cinayeti işleyen örgütle bağlantılı olduklarını, kiminin örgütün yöneticisi kiminin üyesi olabileceğini ve soruşturma yapılmasını, dava açılmasını AİHM kararına da dayanarak talep ettik. 2012 yılının başında Devlet Denetleme Kurulu (DDK) da kamu görevlilerinin Dink cinayetindeki sorumluluğunu tespit eden bir rapor hazırladı. Biz bu raporu henüz edinmediğimiz bir tarihte 2012 yılı Şubat ayında İstanbul Savcılığı’na kamu görevlilerinin sorumluluğunu anlattığımız yeni bir dilekçe vermiştik. DDK raporu çıktıktan sonra da iki ayrı dilekçe verdik. Biri DDK raporunu da içeren ve bütün süreçleri anlatan çok daha geniş kapsamlı bir dilekçeydi, diğeri de soruşturmasını talep ettiğimiz önemli hususları içeren dilekçeydi. Fakat İstanbul Savcılığı’nın yürüttüğü soruşturmada gizlilik kararı olduğundan savcının o dosyada ne işlemler yaptığını, talep ettiğimiz delillerin toplanıp toplanmadığını bilemiyoruz. Dosyada kovuşturmanın yer olmadığına dair karar verilmediği gibi dava da açılmış değil.
Kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunduktan sonra 4. yargı paketi olarak adlandırılan bir düzenleme yapıldı ve o düzenlemede “etkin soruşturma yapılmadan kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlar verildiği AİHM kararıyla kesinleşirse başvuru olması halinde savcılıklar üç ay içinde yeniden soruşturma açacaktır” diye bir düzenleme yapıldı. Kamu görevlileri yani İstanbul İl ve Trabzon İl Emniyet müdürleri, Trabzon İl Jandarma Komutanlığı, dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler ve yardımcısı Ergün Güngör hakkında yeniden suç duyurusunda bulunduk. Savcılık Trabzon İl Emniyet ve İl Jandarma Komutanlığı hakkında yetkisizlik kararı verdi. Onlarla ilgili kısmı ayırıp Trabzon’a gönderdi ve Trabzon Savcılığı’nın soruşturmasını istedi. Muammer Güler hakkında yasal bir düzenleme sebebiyle görevsizlik kararı verdi. Ona ilişkin kısmı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdi. İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkında ise Valiliğe başvurup soruşturma izni talep etti. Yetkisizlik ve görevsizlik kararına itiraz etme olanağımız yok müşteki taraf olarak. Ancak Valilikten soruşturma izni talebine itiraz ettik çünkü yasa çok açık “etkin soruşturma yürütülmediğine dair AİHM kararı varsa soruşturma açılır” diyor. Soruşturma açmak zorunda, izin istememeli. Oysa savcılık izin talep ediyor. Bu yasaya açıkça aykırı bunu da söyledik. Henüz bir karar verilmiş değil savcılıktan veya verdiği karar bize tebliğ edilmedi.
Sorunuza dönersem, kamu görevlilerinin yargılanması muazzam derecede önemli Hrant Dink cinayeti davasında. Eğer kamu görevlileri bir şekilde bu davada yargılanmazlarsa, yargılananlar yalnızca Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlileri olursa ve yargılandıkları husus da görevi ihmal olarak kalırsa çok olumsuz bir tablo ile karşı karşıya kalırız. Hrant Dink cinayetinin işleneceğine dair ayrıntılı bir bilgi sahibi olan ve görevi gereği cinayeti önlemekle yükümlü olan ve fakat bilinçli ve kasıtlı şekilde cinayetin işlenmesini engellemeyen kamu görevlilerinin yargılanması, cinayeti işleyen örgütün üst yapısının açığa çıkarılmasıyla bağlantılı ve bu husus çok önemli. Bu nedenle kamu görevlilerinin yargılanmasıyla ilgili açık olan soruşturma ve dava dosyalarını fazlasıyla önemsiyoruz. Biz hem o soruşturma dosyasındaki görevlilerin yargılanmasını talep edeceğiz hem de örgütün üst yapısının açığa çıkarılması için soruşturma ve yargılamaların derinleştirilmesini isteyeceğiz.
Başlayan yeni dava sürecinin örgütün üst yapılarının açığa çıkarılması açısından bir gelişme göstereceğini düşünüyor musunuz?
İyimser olmamız için neden yok. Çünkü İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Dink cinayeti işlendiği tarihte bu türden bir soruşturma yürütmedi. Yürütebilme olanağı vardı ve TMK 10. Maddeyle (eskiden CMK 250.madde ile yetkili) yetkili, geniş yetkilerle donatılmış bir savcılıktı buna rağmen etkin soruşturma yürütmedi. Kamu görevlilerinin bu cinayette sorumluluğu çok açık ortadaydı, dava açabilirdi. Ancak dava açmadı. Daha baştan saiklerini bile bilmeden bunların fiillerini, görevi ihmal, suçluyu kayırma veya suç delillerini gizleme olarak niteledi. İfade bile almadan görevsizlikle Trabzon Savcılığı’nın soruşturmasını istedi. İstanbul İl Emniyet görevlileri hakkında hiç soruşturma açmadı. Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı görevlileri hakkında da hiçbir soruşturma açmadı, İstanbul Valiliği görevlilerini de soruşturmadı. Dolayısıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı çok geniş yetkilere sahip olmasına rağmen cinayeti soruştururken etkili olmayan bir soruşturma yürüttü. İlginç olan tarafı şudur; esas hakkında mütalaasında İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde savcılık makamı Ergenekon soruşturmasından önce yapılan Dink cinayeti soruşturmasının yeterli etkinlik içerisinde yapılmadığını da ikrar etti yani böyle bir kabulü de var savcılığın. 20 Nisan 2007 tarihinde İstanbul savcılığı Trabzon Emniyet ve Jandarma görevlileri hakkında görevsizlik kararı vermiş ve bu görevlileri kendisi soruşturmamıştı. Altı sene sonra İstanbul savcılığı yeni suç duyurumuza da görevliler hakkında yetkisizlik kararı verdi ve Trabzon İl Jandarma ve İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkındaki dosyayı Trabzon’a gönderdi. Bu durum soruşturmaların bir bütün olarak yapılmasının önünü kapattı ve bugün de kapatmakta. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde biz Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlileri hakkında yürümekte olan davanın kendi mahkemelerinde görülmekte olan dava ile birleştirilmesini defalarca talep ettik ancak bu talepler sürekli reddedildi. Toplanmasını istediğimiz delillerin çoğu toplanmadı. Savcılığın cinayet sonrası soruşturmayı yürütme biçimi, mahkemelerin yargılamayı yürütme biçimleri, Trabzon’da Jandarma görevlileri hakkındaki suçlamaların görevi ihmalle sınırlandırılması, son suç duyurumuz sonrası yetkisizlik kararı verilmesini bir arada değerlendirdiğimizde elbette iyimser olmak için bir nedenimiz yok.
Önceki dava sürecinde umutlu olmamıza neden olan en önemli şeylerden bir tanesi davayı takip eden bir kamuoyunun olmasıydı. Bu davanın hala takipçisi olmak neden önemli?
Kamuoyu bu davanın takipçisi olmazsa bu davadan sonuç almak asla mümkün olmayacak. Takipçisi olduğu takdirde zayıf da olsa bir ihtimal var. Bunun için kamuoyu baskısına ihtiyaç var, duyarlılığa ihtiyaç var.