Utku Aydın
CHP zamanın ruhunun demokrasiden yana estiği, MHP’nin dahi “Demokrasi Mitingleri” düzenlediği bugünlerde kabuk değiştirdiğini, yeni “sosyal demokrat” kanadının siyasetine egemen olduğunu iddia eden ve “birey, demokrasi, özgürlük” temelinde siyasetine yön vererek aydınları da arkasına almaya gayret eden bir parti görünümü vermeye çalışıyordu. Aslında 90 yıllık bir devlet partisi olan CHP’nin bu yeni söylemleri özellikle Gezi sürecinde AKP’nin faşizan müdahaleleri, uzun iktidar süresinin hükümeti yıpratması ve “ustalık döneminde” bireyin hayat tarzına müdahalesine yönelik siyaset anlayışından sonra iyice artış gösterdi.
Baykal’ın kronik ana muhalefet partisi lideri olma konumunun sorgulandığı anlarda, o zamanın yükselen sesi olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun “yeni CHP”’nin başına geçmesi gerektiği konuşulmaya başlanmıştı. 2010’daki siyaset dışı olaylarla Baykal’ın başkanlığı bırakmasıyla CHP’nin yeni başkanı olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun o günden bugüne CHP’nin yüzünü sosyal demokrasiye çevirdiği ya da buna gayret ettiği söyleniyor.
Ergenekon süreci
Kılıçdaroğlu’ndan sonra partiye katılan Süleyman Demirel’in sağ kolu Mehmet Haberal, yine Demirel’in varisi olarak görülen Süheyl Batum, sağcı kimliğiyle bilinen Sinan Aygün ile birlikte sosyal demokrat siyaset üretmeyi hedefleyen Kılıçdaroğlu’nun ilk icraatlarından biri Ergenekon Davası’nın avukatı olmak oldu. Bununla da yetinmeyen Kılıçdaroğlu Ergenekon’a üye olma arzusunu dile getirdi(1). Her ne kadar Ergenekon sürecinde siyaset geleneğinden koparak sivil alanda siyaset yapmaya çalışsa da “TSK kâğıttan kaplan çıktı” (2) diyen Batum gibi niyetlerini ve beklentilerini açıktan söyleyemeyen CHP’li vekillerin varlığı ve CHP’nin bu süreçteki -kitlesinin de baskısı nedeniyle- topyekûn Ergenekon’dan yana olan tutumu partiyi “sosyal demokrasiye” bir adım daha yaklaştırdı!
Kürt sorunu
Diğer yandan açılım gündemiyle birlikte “demokratik söylem” alanında yeni bir kulvar daha açılmış oldu. Kökeni CHP’nin kökleri ve ilkeleri ile doğrudan ilişkisi olan Kürt Sorunu’nda da CHP diğer meselelerde olduğu gibi demokrat ve özgürlükçü söylemler üretiyor gibi gözükmek istedi. Fakat sorunun ve çözümsüzlüğün bizatihi aktörü CHP bu konuda da “sosyal demokrasinin” gereklerini uygulayarak sürecin karşısında yer aldı. İlk etapta ezen halk ve egemen siyasetin bir parçası olarak milliyetçi söylemleri yeniden üreten CHP, açılımın karşısında yer aldı. Buna rağmen açılımın halk arasında beklediği tepkiyi bulamaması sonucu CHP açılım karşıtı siyasetini “AKP süreci şeffaf yönetmiyor, siyaset kapılar ardında değil mecliste yapılır” söylemine çevirerek yeni bir pozisyon aldı. Özellikle açılımın ilk somut adımlarından olan, devletin kötü yönettiği ve büyük bir fırsatın kaçtığı Habur olayından sonra iktidarı “PKK ile işbirliği yapmak”, “PKK’nin ayağına gitmek” ile suçlayan (3) CHP’nin ırkçı ve en sağ kanadındaki isimlere her seferinde listede yer verildi. Bu kanadın başını çeken ve bugün hâlâ meclis kürsüsünden aslında işkence yuvaları olan “ikna odalarını” savunan Nur Serter (4), yine ayni kürsüden “Kürt milleti ile Türk ulusu eşit olamaz” (5) diyebilen ve parti başkanı tarafından sahip çıkılan Birgül Ayman Güler gibi isimlerle bireyci, özgürlükçü ve demokrat bir çizgi yakalayan CHP’nin Kürt sorununun kilit noktası olan anadil hakkındaki görüşleri ise tipik bir egemen sınıf politikasından öteye gidemiyor. Her fırsatta anadilde eğitime karşı çıkan ancak anadilin öğrenilmesini kabul edebileceğini ifade eden CHP’de Binnaz Toprak, Sezgin Tanrıkulu ve “Kürt çocuklarının 5 yılını çalıyoruz” (6) diyen Rıza Türmen gibi ulusalcı/Kemalist hegemonya altında sesi fazla çıkmayan milletvekilleri de bulunuyor.
Öcalan ile görüşmelerin ardından kendini çözüm paketini hazırlama zorunluluğunda hisseden CHP, bir kaç göstermelik madde dışında Kürt halkından ve mücadelesinden pek de bir şey anlamadığını gösterdi. Kürt sorununu inatla “Türkiye sorunu” olarak gören parti çözüm önerilerini de bu anlayışla hazırladı. Sunduğu çözüm paketinde Kürt hareketinin taleplerini görmezden gelip sorunu “bölgenin kalkınması” ve “Türk eğitim sistemi”’nin kalitesinin artırılması gibi fosilleşmiş ve artık işlemeyen bir anlayışa indirebilen CHP, Ergenekon Davası’ndan ceza almış tutuklu milletvekilleri ile Kürt hareketine dönük açılan davalardan tutuklu bulunan BDP’li milletvekilleri aynı potada eritip, kendi çıkarları doğrultusunda çözüm kapsamında “tutuklu milletvekilleri serbest bırakılsın” talebinde bulundu. Bunun yanında çözümün kritik aşamalarından olan içerdeki binlerce sivil toplum üyesi ve siyasetçiyi içerde tutan KCK davaları hakkında ise herhangi bir öneride bulunmadı.
LGBT açılımı
Özellikle yıllardır süren mücadelesi bir yana Gezi Süreci boyunca gerek mücadeleleriyle gerekse Haziran ayının sonunda düzenlenen “Gay Pride” ile önce çıkan LGBT hareketi CHP’nin gözünü LGBT bireylerinin taleplerine çevirmesini sağladı. Anayasa taslak metninde BDP ile ortak bir mutabakata varıp “cinsel yönelim” maddesine yer vermişti (7). “Yeni CHP” için umut verici bir hamle olan bu adım Gezi’den sonra Kılıçdaroğlu’nun LGBT temsilcileriyle görüşmesinin ardından “belediye meclis üyeliklerine aday olmanız halinde üst sıralarda yer almanızı değerlendiririz” açıklamasıyla daha gerçekçi bir hâl almaya başlamıştı. Fakat yerleşik siyaset anlayışı, egemen sınıfın ve egemen âhlâkın koruyucularının ve temsilcilerinin başında gelen CHP seçimler yaklaşınca “henüz toplum buna hazır değil” (8) diyerek “sosyal demokrat” siyasetine yeni bir boyut daha kazandırdı.
Demokratikleşme paketi
Demokratikleşme paketinin CHP’ye yansıması yine beklendiği gibi oldu. Özellikle Anadolu’daki Türk olmayan halklar harf devrimiyle ve anadile getirilen yasaklar yüzünden zihinleri ve kültürel altyapısı ulus-devlet’in en katı politikalara maruz kalmıştı. Bu yaptırımların en sembolik ve utanç duyulması gereken adımlarından bir olan Andımız’ın paket kapsamında kaldırılması CHP’de beklenildiği gibi tepki ile karşılandı. Tabanının güçlü olduğu yerlerde okul çağını geçmiş kişilerin kitlesel şekilde toplanıp protesto amaçlı Andımız’ı okumaları Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Başbakan Andımız’ın nesinden rahatsız” (9) şeklinde açıklamaları ile parti siyasetinde vücut buldu. “Demokrasi gıdım gıdım gelmez” diyerek “devrimci” bir tutum sergileyen Kılıçdaroğlu yine paketle birlikte gündeme gelen kamu çalışanlarının başörtüsü ile çalışması ve Meclis’e başörtülü vekillerin girmesi konusunda ise CHP’nin geleneksel yasakçı, “laiklik elden gidiyor” siyasetinin gereğini yaparak bu yasakları destekleyici bir konum aldı.
AKP’nin muhafazakâr siyaset anlayışını insanların özel hayatlarına müdahalesine kadar yansıttığı, Gezi ile birlikte ayyuka çıkan “Tek Adam”lık sevdasının sardığı ve de otoriterleşmenin had safhada olduğu dönemde CHP’yi alternatif görmek isteyen sesler çoğaldı. Seçim döneminin yaklaşmasıyla bu fırsatı kaçırmak istemeyen CHP ve medyası demokrasi-özgürlük ekseninde her ne kadar sesini yükseltip ön plana çıkmaya çalışsa da ilkeleri ve anlayışı ile sosyal demokrat bir alternatif olmaktan çok uzakta gibi görünüyor. Parti içindeki Kemalist-ulusalcı hegemonyanın kırılması için yazıda da ismi geçen az sayıda demokrat kimliğin ağırlığını koyması kısa vadede pek mümkün gözükmemekte.
Diğer yandan toplumun tüm ezilen kesimlerinin örgütlendiği, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin yürütüldüğü adres olan HDP ise cinsiyetçiliğe, homofobiye, ırkçılığa ve neo-liberalizmin yarattığı tüm tahribatlara karşı ezilen sınıflar ve kimlikler için alternatif oluşturdu. Önümüzdeki yerel seçimlerde başta Sırrı Süreyya Önder olmak üzere özgürlükçü HDP adaylarının kazanması için mücadele etmek gerek.