Sinan Özbek

Irkçılık ve milliyetçilik çoğu zaman yan yana kullanılan kavramlar. Aralarında da kuşkusuz bağ var. Ancak dikkat edildiğinde bu iki kavramın birbirinden farklı olarak neyi anlattığının net bir şekilde bilinmediği açık bir şekilde görünüyor. Bu, sadece Türkiye’de değil hemen her yerde böyle. Dolayısıyla milliyetçilik ve ırkçılık arasındaki ilişkinin teorik olarak tespit edilişi, Türkiye özeline de taşınabilir. Irkçılık ve milliyetçiliğin ortaya çıktığı zemin ortaktır. Her iki ideoloji de içinde türedikleri üretim ilişkisinin yerleşmesine, devam etmesine hizmet eder. Ama bu iki ideoloji, içinde türedikleri üretim ilişkilerinin farklı sorunlarına çare üretir, bu sorunların aşılmasını sağlar. Bunu daha açık ve vurgulu şekilde ifade edeyim: Irkçılık, en temelde kapitalist toplumda köle emeği kullanılmasını meşrulaştırmanın ideolojisidir. Çağımızda köle emeğinin yerine, değişik etnik kökene sahip işçilerin konumu geçmiştir. Yani ırkçılık; egemen ulusun dışında kalan göçmen işçilerin ya da farklı etnik kökenden işçilerin aldıkları ücretlerin eşit olmamasını, daha düşük olmasını açıklar. Bunu gibi, yaptıkları işlerin daha basit nitelikte, daha ağır ve en zor olmasını meşrulaştırmayı sağlar. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, ırkçılığın ortak bir kökene sahip olmayan insanlara yöneldiğidir. Irkçılık ulusal sınırlar içinde işlev üstlenir. Milliyetçilik ise aynı üretim ilişkisi içinde en temelde, emek gücünü satmak zorunda olan insanları sisteme bağlamanın ve teritoryal sınırlarda bir devlet oluşturmanın en etkili ideolojisidir. Bu demektir ki milliyetçilik, onu kullananların ortak bir geçmişe ve kökene sahip oldukları insanlara yönelttiği ideolojidir. Milliyetçi ideolojinin temel işlevlerinden biri, ulusal sınırların dışındaki savaşları gerekçelendirmek ve geniş halk kitlelerini savaş için seferber etmektir.

Bu yazdıklarıma bir noktayı daha eklemem gerekiyor: Balibar’ın da belirttiği gibi ırkçılık, milliyetçilik zemininde ortaya çıkan bir ideolojidir. Dolayısıyla kapitalist üretim ilişkisi içinde yukarıda vurguladığım ve ırkçı ideolojiyle meşrulaştırılabilecek bir durum ya da aşılacak bir sorun oluştuğunda, milliyetçilik zemininde ırkçı bir dönüşüm yaşanır. Bir başka nokta da yine Balibar’ın da söylediği gibi, ezilenlerin kurtuluş milliyetçiliğinin zamanla, ezenlerin fetih milliyetçiliğine dönüşmesidir. İşte tam da bu nokta, milliyetçilik ve ırkçılık arasındaki bir farkı da vurgulamanın gerektiği yer: Irkçılıktan farklı olarak milliyetçilik olumlu da olabiliyor. Burada yapılan “olumlu” vurgusu, milliyetçiliğin bir kurtuluş ideolojisi olarak da işleyebilmesinden dolayıdır. Yani “ezilenlerin milliyetçiliği” bir kurtuluş ideolojisi olarak işlediği sürece olumlu karşılanabilir. Ancak bu masum milliyetçilik türü de kaçınılmaz olarak bir “ezenlerin milliyetçiliği”ne dönüşüyor. Ezenlerin milliyetçiliği ise “olumlu” olarak nitelenemez. Bu demektir ki ezenlerinin milliyetçiliğine açık ve net bir şekilde karşı çıkmak gerekiyor. Ama ezilenlerin milliyetçiliğini “anlayışla karşılamak” gerekiyor. Irkçılık ise her zaman olumsuz görülmesi gereken bir ideolojidir ve kesinlikle karşı çıkmak gerekiyor.

Balibar haklı olarak milliyetçiliğin, ulusal kimliğin sağlamlığını koruyan, dağılıp gitmesini engelleyen fetişlerin geliştirilmesi işini üstlendiğini yazıyor. Bunun yanı sıra ırkçılık, hem evrensel hem de yerel alanda temsil ediliyor. İşte bu noktada da ırkçılığın milliyetçilikten bir farkı daha ortaya çıkıyor: Irkçılığın, milliyetçiliği aşan, ondan fazla olan bir yanı vardır ve bu ırkçılığın “evrenselliğidir”. Irkçılık bu niteliğiyle milliyetçiliğin evrensellik eksiğini kapar, bu demektir ki milliyetçiliğe bir ek yapar. Peki, Balibar’ın dile getirdiği ırkçılığın milliyetçiliğin evrensellik eksiğini tamamladığı tezi pratik olarak nasıl kavranabilir? Irk göstereni, ulusal farklılıkları aşarak “ulusal üstü” dayanışmalar örgütlüyor. Balibar, örnek olarak antisemitizmi veriyor. Irkçı antisemit ideoloji, Avrupa’da tam da böyle bir rol üstleniyor. Ulusal sınırları aşarak farklı milletlerden insanları aynı hatta birleştiriyor.

Şimdi bu düşüncenin Batı dünyasında karşılık bulduğu doğrudur. Siyaha ya da Türk’e vb. karşı ırkçılık yapan her bir birey, diğer beyazları, başka milletlerden beyazları kendisiyle aynı aidiyette görüyor. Örneği Türkiye gibi ülkelere, alt emperyalist ülkelere taşıdığımızda aynı sonuçla karşılaşmıyoruz. Türk, Kürt’e karşı ırkçı bir tutum alırken, Batıdaki gibi bir ulusal sınırları aşan bir dayanışma unsuru yaratamıyor. Türk ırkçısı, Kürt’e ırkçılık yaparken Avrupalı beyazla aynı aidiyetin parçası olarak kendini konumlayamıyor. Böyle bir iddia saçma olur. Yani Türkiye gibi ülkelerde ırkçılık, milliyetçiliğin evrenselcilik eksiğini tamamlamıyor. Türkün, Kürt’e ırkçılık yapmakla yarattığı ulusal sınırlar dışındaki dayanışma ve aidiyet duygusu yine Türklere yöneliyor. Bu Türkler de yurtdışında yaşayan Türkler ya da Rusya’nın çökmesiyle yeni oluşan farklı Türk devletlerindeki insanlar oluyor. Bu da evrensel bir genişleme olmadığı gibi tekrar milliyetçiliği pekiştiren, katılaştıran bir olgu oluyor.


Dijital sayı 27 - 11 Mayıs 2021 (pdf)

Dijital sayı 26 - 27 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 25 - 6 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 24 - 23 Mart 2021 (pdf)

Dijital sayı 23 - 16 Mart 2021 (pdf)

Abone olun

Dostlarımız

Marksist.org

Marksizm 2013

dsip
















Su Hakkı Kampanyası