Ozan Tekin

25 Aralık günü geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitiren DSİP kurucu genel başkanı Doğan Tarkan, yarım asırlık devrimciliğinin ikinci yarısını, SSCB’nin sosyalist olmadığını, kapitalizmin bir başka biçimi olduğunu, Stalinist bürokrasinin içinden yükselen bir egemen sınıfın üretim araçlarının kontrolünü elinde tuttuğunu ve işçileri sömürdüğünü savunarak geçirdi. Yani, Tony Cliff’in geliştirdiği devlet kapitalizmi teorisini doğru buluyordu.

Bu tutum, yalnızca SSCB ve Doğu Bloku’ndaki rejimlerin niteliğine ilişkin geçmiş bir tartışmayla ilgili değil; aynı zamanda her kritik dönemeçte, aşağıdan sosyalizmi savunanların gelişmelere bakarken işçi sınıfını merkeze koyan bir hat çizmelerinin de yolunu açıyor.

1956’da Macaristan’da rejime karşı grev yapan işçilerden ve onları destekleyen öğrencilerden yana mı olacaksınız? Devrim sırasında fabrikalarda kurulmuş işçi konseylerini mi savunacaksınız? Yoksa onlara “karşı-devrimci” diyen başbakandan, gösteri yapanlara ateş açan gizli polislerden, ayaklanmayı bastırmak için kullanılan Rus tanklarından mı yanasınız?

Doğan Tarkan şöyle diyordu:

“23 Ekim ayaklanması, tipik bir devrim atılımının bütün özelliklerine sahipti. İşçiler genel grevdeydi, kitlesel gösteriler ve sokak çatışmaları yaşanıyordu, sokaklara barikatlar kurulmuştu ve en önemlisi, 1917 Rus Devrimi ya da 1919 Alman Devrimi’nde olduğu gibi işçi konseyleri yani Sovyetler kurulmuştu.”

“Macar işçilerinin 1956 yılında başlattığı mücadele, tüm dünya solunu etkiledi. Daha önceleri, Rusya’da ya da Doğu Avrupa ülkelerinde yaşananlara duyulan tepki sonucu çeşitli ülkelerin komünist partilerinden kopanlar, hızla CIA’nın etkisi altına giriyorlardı. Ancak Macaristan sonrasında durum tamamen farklıydı. Birçok Batı Avrupa komünist partisinde büyük tartışmalar başladı, kitlesel kopuşlar yaşandı ve yeni bir sol, devrimci Marksist bir sol güç kazanmaya başladı.”

Benzer şekilde, Doğan Tarkan’ın işçi sınıfını merkezine alan sosyalizm anlayışı, 1989’dan itibaren devlet kapitalisti rejimler işçi sınıfının aşağıdan mücadelesi ile yıkıldığında da onu ve savunduğu geleneğin gelişmelere bakışını solun diğer kesimlerinden ayrıştırıyordu. Şöyle diyor Doğan yoldaş:

“Doğu Avrupa rejimleri işçi yığınların kitlesel mücadelesi ile yıkıldı. Solun önemli kesimlerinin “işçi devleti”, “sosyalist ülkeler” olarak gördüğü bu rejimler, gene işçilerin kendi eylemleri ile yıkıldılar. İşçi yığınlar, devlet kapitalizminin krizi karşısında çözümün batıya benzer rejimler kurmak olduğunu düşündüler ve bu rejimlerin egemen sınıfları da hızla devlet kapitalizminden pazar ekonomisine dayalı kapitalizme geçerek kendilerini güvence altına aldılar. İşçi yığınlar daha iyi bir dünyaya ulaşamadılar ama devlet kapitalizminin egemenleri yerlerini korumayı başardılar. Dün kolektif mülkiyete sahiptiler, bugün ise özel mülkiyete sahipler.”

“Doğu Avrupa rejimlerinin sosyalist olduğunu savunanlar baskıcı, işçi yığınları ezen ve sömüren rejimlerin sosyalist olduğunu savunmaktadır. Oysa işçi devleti, 1920’li yıllarda Rusya’da bir karşı devrimle yıkılmış, 1930’lu yıllarda 1917 devriminin partisi Rusya’da tasfiye edilmiş, karşı devrimin sonucu olarak bu ülkede devlet kapitalizmi kurulmuştu. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda ise Rusya savaş ortakları olan ABD ve İngiltere ile yaptığı anlaşma sonucunda Doğu Avrupa’yı işgal etmiş ve bu ülkelerde kendi sisteminin devamı olan devlet kapitalisti rejimler kurmuştu. 1991’de yıkılan Rusya’nın ve 1989’da yıkılan Doğu Avrupa rejimlerinin sosyalizm ile hiçbir ilişiği yoktu. Bu nedenle bütün bu ülkelerde rejimlerin yıkılması işçilerin bizzat kendi eylemleriyle gerçekleşti.”

“Stalinist rejimlerin çöküşü, sosyalizmin yenilgisini değil; tam tersine, marksist fikirlerin gücünü ve doğruluğunu kanıtlar. Bir yandan yıkılan rejimleri, bir yandan da sosyalizmi, marksist teoriyi savunmak mümkün değildir. Sosyalistler, ezen-ezilen mücadelesinde hiç koşulsuz, daima ezilenlerin yanında yer almak zorundalar. Bunu yapmanın ilk koşulu, isyan eden işçilerin üzerine tanklarını yollayan rejimleri sosyalizm olarak görmekten vazgeçmek ve bu ayaklanmaları sevinçle karşılamak, coşkuyla anmaktır.”

Önce Tunus ve Mısır’da başlayan, daha sonra bölgedeki birçok ülkeye yayılan ve özellikle Libya ve Suriye’de çokça tartışma konusu olan Arap Baharı’nda da, Doğan Tarkan, pozisyonunu belirlerken aşağıdan mücadele dinamiklerini ve işçi yığınların eylemliliğini esas alıyordu:

“Krizin etkileri henüz sürerken, 3 yıl sonra, 2011’de Arap baharı başladı. Devrim bir kere daha güncel olduğunu kanıtladı. Arap baharı kısa zamanda tüm dünyayı etkilemeye başladı. Özgürlük, barış ve eşitlik sloganı her yere yayıldı.

2012 Mayıs ayında solda gene 1968 öncesinde ve sonrasında olan bezgin tutumu sürdürenler var. Ortadoğu devrimlerini ve işçi hareketinin kazanımlarını küçümseyen bu eğilime karşı devrimci ataklığın gücü ise daha hızlı birikmekte.

Türkiye’de de sorun tamamen bu şekilde açıklanmalıdır. Bir tarafta özgülük için, barış için sokakta mücadele edenler var. İşçi ve emekçilerin talepleri için harekete geçenler var. Diğer tarafta ise hareketi ve özgürlük için mücadeleyi küçümseyenler var. Bu eğilim aynı zamanda devrimin güncelliği fikrine de çok yabancı. Arap Baharı’na sadece egemenlerin açısından bakan bu anlayış, büyük işçi ve emekçi yığınlardaki değişimi, gelişmeyi görmüyor.”

Doğan Tarkan, coşkuyla karşıladığı ve tüm ilgisini yönelttiği Arap devrimlerinin, dünyayı değiştirmenin mümkün olduğunu bir kez daha ispatladığını ısrarla vurguluyordu. Sözü, Mübarek henüz devrilmeden önce yazdıklarıyla bir kez daha ona bırakarak bitirelim:

“Şimdi Mısır’ın her yerinde savunma komiteleri kuruluyor, bu komiteler başka türlü kendini yönetme örgütlerine dönüşebilir. Devrimin ihtiyacı olan örgütlenmeleri yaratabilir.

Mısır’da bir başka önemli gelişme daha yaşanıyor. Birçok kentte, birçok fabrikada grev var. İşçiler gösterilere katılıyorlar. Gösterilere önderlik ediyorlar. Bazı fabrikalarda patronlar kovuluyor.

Mısır egemen sınıfı iktidarı Mübarekli veya Mübareksiz korumaya çalışıyor. Obama ve diğer Batılı liderler aynı şeyi istiyorlar. Onlar Mübarek gitse §bile yerine gene egemenlerin temsilcilerinin gelmesini istiyorlar. Ama halk yığınları aynı şeyi istemiyor. Bu nedenle Mısır devriminden çok korkuyorlar.

Dün Tunus, bugün Mısır devrimleri iki şeyi gösteriyor, en güçlü diktatörlükler dahi yıkılabilir ve daha da önemlisi dünyayı değiştirebiliriz.


Dijital sayı 27 - 11 Mayıs 2021 (pdf)

Dijital sayı 26 - 27 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 25 - 6 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 24 - 23 Mart 2021 (pdf)

Dijital sayı 23 - 16 Mart 2021 (pdf)

Abone olun

Dostlarımız

Marksist.org

Marksizm 2013

dsip
















Su Hakkı Kampanyası