Volkan Akyıldırım
Gezi Parkı için sokağa çıkanların anlattığı gibi, boğazına kadar yolsuzluğa battığı ve şirketlerin güdümünde olduğu açığa çıkan hükümet, 17 Aralık operasyonunun Gezi ile başlayan büyük bir “kumpasın” devamı olduğunu savunuyor.
Başbakanın sabah akşam Gezi Parkı direnişini hedef alması, neoliberalizme karşı isyan edenleri Koç Holding, TÜSİAD, emperyalist ABD ve Siyonist İsrail’in piyonları olarak göstermesi, kendisine oy veren işçilerin ve emekçilerin kendisine karşı mücadeleye girişmesini engellemek kadar ilk büyük yenilgisinin üstünü örtmek içindir.
İstanbul’da 1 milyon, 80 ilde toplam 3 buçuk milyon insanın katıldığı Türkiye tarihinin en büyük protestolarından 7 ay sonra, hükümetin bozguna uğramasına yol açabilecek bir skandal patlak vermişken sokakların cılız örgütlü güçler dışında tamamen boş olması sadece AKP’nin karşı saldırısının sonucu değildir.
Erdoğan’ın saldırısına yanıt veremeyen, kendilerini milyonların gözü önünde darbecilerinden farklılaştıramayan ya da farklılaştırmak istemeyen “AKP karşıtı” parti, örgüt ve çevreler, mücadeleye atılmış milyonların kendi elleriyle elde ettikleri kazanımları ve neyi başardıklarını görmelerini engelliyor.
Komplo değil kendiliğinden hareket
Sosyalizmi bir azınlığın planlı ve örgütlü çabası ile politik iktidarın el değiştirmesi değil milyonların kendi istek ve eylemleriyle giriştikleri aşağıdan toplumsal bir devrim olarak gören Doğan Tarkan, 31 Mayıs - 1 Haziran direnişinin ardından kaleme aldığı ilk değerlendirmesinde şöyle diyordu:
“Gezi Parkı direnişinin ilk ve en önemli dersi, kitlesel hareket karşısında AKP’nin yenilmiş olmasıdır.”
1 Haziran günü polis kovulmuş, Gezi Parkı direnişçilerin eline geçmiş ve AVM-kışla planının suya düştüğü belli olmuşken “Bu, AKP’nin ilk sokak yenilgisidir” tespitini yapan Tarkan, hareketin gücü, yaygınlığı ve etkisini getiren kendiliğinden karakterinin taşıdığı anlamı şöyle açıklıyordu:
“Tarihte bütün büyük iktidarları yıkan ya da sarsan gösteriler, Gezi Parkı direnişinde de olduğu gibi bir örgütün çağrısı ile değil, kendiliğinden başlamıştır.”
Seattle’dan İstanbul’a
Ortada Erdoğan’ın anlattığı gibi bir komplo yoktu. Gezi’ye AVM yapmaya kalkan, ortak yaşam alanlarını sermayeye satan kentsel dönüşüm politikalarına karşı mücadele eden aktivistler ağaçları korumak için harekete geçtiğinde yanlarında geniş kitleleri buldu.
Kimdir bu kitleler? Erdoğan’ın iddia ettiği, Halk TV ve Ulusal Kanal gibi yayın kuruluşlarının gösterdiği gibi darbe isteyen laik Türk milliyetçileri mi?
Doğan Tarkan, İstanbul’da Gezi Parkı için sokağa çıkanların ulusalcılardan ibaret olduğu çift taraflı propagandasına karşı hareketin çok farklı bileşenlerden oluştuğuna dikkat çekti:
“Gezi Parkı direnişi, çok çeşitli grupların yan yana gelmesi ile mümkün olmuştur ve meşruiyet kazanmıştır. Kürtler, Türkler, Romanlar, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, kadınlar ve erkekler, gençler ve yaşlılar, sendikalı işçiler, LGBTT aktivistleri, çeşitli sol grupların aktivistleri, CHP’liler, başörtülüler, Müslümanlar ve ateistler birlikte davrandılar.”
1999’da açığa çıkan küresel antikapitalist hareketi Türkiye’ye taşıyan Doğan Tarkan, Gezi’nin asıl ruhu olan koalisyonun anlamını şöyle açıklamıştı:
“İlk Seattle’da ortaya çıkan bu mücadele biçimi, orada da kazandı, bugün İstanbul’da da kazandı.”
Gezi için 31 Mayıs – 1 Haziran’da sokağa çıkanlar arasında AKP seçmenlerinin de bulunduğu artık bakanlar tarafından bile itiraf edilmektedir. Erdoğan’ın önce Mısır darbesini, ardından yolsuzluk ve rüşvet operasyonunu eline alarak Gezi’ye vurmaya devam etmesine neden olan tam da kendi tabanını çeken ve kendisiyle karşı karşıya getiren bu mücadele biçimidir.
Gezi’nin ardından
Doğan Tarkan’ın Gezi üzerine Sosyalist İşçi, Marksist.org ve Altüst’te yayınlanan birçok yazısında ve DSİP toplantılarında yaptığı konuşmalarda yaptığı vurgular, sadece dün neyi başardığımızı değil bundan sonrası için izlenmesi gereken yolu da anlatıyor:
- Gezi’nin gücü ve başarısı, kendiliğinden olmasından geliyordu. Hareketin daha fazla kazanım elde edilemeden geri çekilmesinin nedeni de budur.
- Gezi direnişi, her düzeyde örgütlenmenin gerekli olduğunu göstermiştir. Sadece siyasi örgütlenme değil, başta ezici çoğunluğu örgütsüz olan işçi sınıfının sendikal örgütlenmesi olmak üzere, her türden demokratik örgütlenme için mücadele edilmelidir.
- Gezi’de bir yandan AKP’ye karşı direnirken aynı anda Kürtlere saldıran ve çözüm sürecine karşı olan ulusalcı ve milliyetçi güçlerle de mücadele edildi. CHP ve ulusalcılar başarılı olamadı. Kendilerini özgürlükçü ve darbelere karşı olarak tanımlayan kitle onları reddetti, kendi öz siyasi örgütlenmelerini kurmayı savundu.
- Şimdi görev AKP’ye ve ulusalcılığa karşı özgürlükçü solun örgütlenmesidir. Her türden sekterliğe, örgüt çıkarını hareketin çıkarlarının önüne koyan her türden yaklaşıma karşı kitlesel yeni solu örgütlemekte ısrar etmeliyiz.
- AKP’nin sonu, bu partiye oy veren işçilerin ve yoksulların sola kazanılmasından geçiyor. 12 Eylül referandumunda askeri vesayete son veren ve çözüme evet diyen emekçi sınıflara seslenen antikapitalist özgürlükçü bir muhalefeti yaratmalıyız.
- Gezi direnişi, yolsuzluk ve rüşvet operasyonu, antidemokratik adımlar gibi her mücadele başlığını hükümeti ve devleti Kürt sorununda demokratik çözüme zorlama mücadelesine bağlamalıyız. Batı’da barışın sesini yükseltmeliyiz. Çözüm istemeyen eski rejimin özlemcilerine karşı, onların AKP ile karşılıklı olarak ürettikleri, emekçileri bölen politikalara karşı aralıksız mücadele etmeliyiz.
- “Direnişçiler çok şey öğrendi. İkinci bir direniş herkes bilsin ki çok daha etkili olacaktır.” (3 Haziran 2013)
Doğan yoldaş şimdi aramızda olsaydı, onunla Gezicilerin haklı olduğunu kanıtlayan yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun yarattığı koşullarda İstanbul’da Sırrı Süreyya Önder, Türkiye’de HDP adayları için yürüteceğimiz seçim kampanyasını, özgürlükçü sol güçlerle kol kola girmek için atacağımız adımları, hükümete çözüm için adım attırmayı hedefleyen eylemleri, doğanın yıkımına ve küresel ısınmaya karşı direnişi, hem AKP’ye hem CHP’ye ve ulusalcılığa meydan okuyacak devrimci politikaları ve yeni solun örgütlenmesini, heyecanla konuşacaktık.