Nuran Yüce
Geçtiğimiz günlerde Enerji Bakanlığı’ndan Orman Bakanlığı’na “Orman, milli park gibi birçok isimle korunan alanların sayılarının hızla artması yatırımların ve ekonominin önünü kesiyor. Bunları artık sınırlayın” çağrısı yapıldı. Bu uzun bir zamandır hükümetin söyleminde ve uygulamalarında da sıkça dile getirilen bir talep. Ülke ekonomisine hızla kazandırılması gereken alanlar olarak bahsettikleri ise; Milli Parklar, sulak alanlar, ormanlar, doğal sit alanları. Bahsedilen bu alanların yüz ölçümünün toplamı, Türkiye’nin yüz ölçümünün ancak yüzde dördüne denk geliyor. Yüzde dörde bile tahammül edemeyen bir hükümet politikasından bahsediyoruz, bu politikanın ekolojik ve sosyal yıkımını günbe gün yaşıyoruz. Son on yılda Türkiye, Kayseri büyüklüğünde ormanlık alanı, sulak alanlarının yüzde 40’ını kaybetti. Karbon salım oranları 1990’a göre 2012 yılında yüzde 133 oranında artı. Bu kayıp ve artışların bizler için anlamı ise ekolojik, ekonomik ve sosyal özetle yaşamsal açıdan büyük bir yıkım demek.
Bitmek bilmez enerji ihtiyacı
Türkiye’nin Cumhuriyetin yüzüncü yıl hedeflerini artık bilmeyen kalmamıştır. Dünyanın en büyük 20 ekonomisi sıralaması (G20) içinde 2013 yılında 18. sırada yer alan Türkiye 2023 yılında ilk 10’da olmayı hedefliyor. 2013 yılı itibariyle onuncu sırada Hindistan (1.972,8 milyar dolar) ile yer alıyordu. Aynı yıl itibariyle Türkiye’nin ekonomik büyüklüğü 851,8 milyar dolar. Ayrıca dünyada tarım ihracatı açısından yedinci sıradan beşinci sıraya yükselmeyi, enerjide dışa bağımlılığı ortadan kaldırmayı ve bölgesel güç olmayı hedefleyen bir ülke Türkiye.
2023 yılı Strateji Belgesinde Kaynak Bazında Hedefler’inde “Elektrik enerjisi üretiminde yerli kaynakların payının artırılması öncelikli hedeftir. Bu doğrultuda, yerli kaynakların kullanılmasını teşvik etmek üzere piyasayı yönlendirici tedbirler alınacaktır” denilmekte. Enerji piyasasının özelleştirilmesinden tutun da, mutlak koruma alanlarının “koruma-kullanma dengesi” gözetilerek üstün kamu yararı altında kullanıma açılması, Meslek Odaları’nın denetim yetkilerinin ellerinden alınması, büyük projelerim ÇED’den muaf tutulması gibi çok sayıda gerek yeni yasal düzenlemeler ile gerek var olan yasalarda değişiklik yapılarak şimdiye kadar el değmemiş doğal varlıklar piyasa koşullarına açıldı ve açılıyor.
Karbon salım artış oranı açısından birinci sırada yer alan, gezegenin tabutuna son çiviyi çakmak konusunda herhangi bir terddütü olmayan Türkiye’nin kömürlü termik santral konusundaki hedefinde tam da şöyle ifade edilmiş: “Bilinen linyit kaynakları ve taşkömürü kaynakları 2023 yılına kadar elektrik enerjisi üretimi amacıyla değerlendirilmiş olacaktır.” Bu hedef doğrultusunda lisansı verilmiş, projelendirilmiş 80’den fazla termik santral yapımı bulunmakta. Yine kaynak bazında hedefler arasında “Elektrik üretiminde nükleer santrallerin kullanılması konusunda başlatılan çalışmalara devam edilecektir. Bu santrallerin elektrik enerjisi üretimi içerisindeki payının 2020 yılına kadar en az %5 seviyesine ulaşması ve uzun dönemde daha da artırılması hedeflenmektedir” denilmekte. Bu ölümcül enerjinin Çernobil ya da Fukuşima’da yarattığı felaketler ortadayken bile nükleer kurma hedeflerinden vazgeçmiyorlar. Ve aktıkça sanki gözlerinin önünden paralar akıp gidiyormuş gibi “sular artık boşa akmayacak” diyerek kurdukları HES’ler de büyüme hedefleri doğrultusunda potansiyelinin yüzde yüzü değerlendirilmesi gereken “doğal enerji kaynaklarının” başında geliyor.
Küresel rekabet çılgınlığı
Uluslararası kapitalist sistem içinde rakipleri karşısında belli bir üstünlük sağlamış (G20’de 18. sırada) ve bu üstünlüğü ne pahasına olursa olsun pekiştirmeye çalışan bir hükümetten bahsediyoruz. Uyguladığı politikalar kalkınma hırsından kaynaklanmadığı gibi her alanda başvurduğu mağdur edebiyatından da kaynaklanmıyor. “Gelişmiş ülkelerin bugüne kadar elde ettikleri zenginlikleri benim gariban Afrika ülkelerimden, benim vatandaşım üzerinden elde ettiler. Ben fakir ülkeler ve tüm gelişmekte olan ülkeler için ben kendi vatandaşlarım, tüyü bitmemiş yetimler için adalet istiyorum, benim de zenginleşme hakkım var” derken hak, adalet gibi kavramlarla soğuk ve acımasız olan kapitalist sistemin varoluşunun nedeni büyüme kuralının hayata geçiriyor.
Geçtiğimiz son kırk yılda büyümenin daha yıkıcı bir hale gelmesini sağlayan ise kapitalizmin krizine çözüm olarak üretilen neoliberal potikalar sayesinde dokunulmayan her şeye dokunulmasının önünün açılmış olmasıdır. AK Parti de neoliberal politikaların pervasız bir uygulayıcısı bu alanda özel bir madalyayı hak etmektedir.