Meltem Oral
Karl Marx’tan bahsetmenin demode olduğu günlerde değiliz. Das Kapital yeniden bir fenomen haline geldi. Bu kez, Marx’ın Kapitalinden 150 yıl sonra, Thomas Piketty tarafından yazılan ve aynı ismi taşıyan ‘21. Yüzyılda Kapital’ gelir adaletsizliğini ana akım medyanın ve ekonomi yazarlarının gündemine soktu.
1990’larda çok yaygın olan ‘sosyalizmin, Marksizmin, işçi sınıfının ve tarihin sonunun geldiği’ fikri gerek dünya finansal krizinin gerek de toplumsal mücadelelerin etkisiyle sönmüşe benziyor. 2008’de krizin başlamasıyla birlikte Marx’ın önemli eseri Kapital’in ‘çok satanlar’ listesine girdiği, ekonomistlerin ‘Marx’ı yeniden tartışma zamanı’ dediği dönemdeyiz. Türkiye medyası da geri kalır mı? Mayıs ayı başındaki doğum günü vesilesiyle Milliyet gazetesi bile, teknoloji sayfasında da olsa, kapsamlı bir yaşam öyküsüne yer verdi. Ancak Marx’a dair yaygın bir hatayı tekrarlayarak.
Karl Marx genellikle ekonomist, siyaset bilimci, felsefeci veya hepsi olarak tanımlanır. Bunun bir nedeni, ‘ekonomiyle ilgili yazdıysa ekonomisttir’ şeklinde bir kolaycılıksa diğeri politik. Çünkü Marx yaşamının önemli bir bölümünü sadece ücretli işçilerin sömürüsüne dayanan kapitalist üretim biçiminin dinamiğini analiz eden Kapital’i yazmaya adamadı. Aynı zamanda işçilerin, Marx’ın tercih ettiği tanımla proletaryanın, kendi eylemiyle kapitalist üretim ilişkilerini yıkıp, yeni bir toplumsal düzen inşa etmesine de adadı. Karl Max her şeyden önce devrimci bir sosyalistti.
Ama kapitalist sömürü karşısında ideal toplum vazeden yeni bir ‘peygamber’ falan değildi. Onun sosyalizmi, kapitalizmin emek ve bedenlerine el koyduğu proleterlerin kendi kendini özgürleştirme mücadelesinin ürünü olabilirdi ancak.
Yaşadığı dönemde kapitalizm emekleme aşamasındaydı. Kapitalizmde üretilen şeylerin zenginlik yaratmasından etkilenmişti; ancak insanlarda yarattığı muazzam sefaletten dolayı da dehşete düşmüştü. Marx kapitalizmi karakterize eden şeyin iki önemli bölünme olduğunu anlamıştı. Birincisi farklı kapitalist grupların, rakiplerinden daha fazla kâr elde etmek için birbirleriyle girdiği yarıştı. İkincisi egemen sınıf yani burjuvalarla işçi sınıfı arasındaki bölünmeydi. Üretim araçlarına sahip olan küçük bir azınlık, emeğini satmak dışında bir seçeneği olmayan büyük çoğunluğu sömürmekteydi. Marx’a göre bu sömürü, kapitalistlerin kârının kaynağıydı.
Bugün işçi sınıfı Marx’ın yaşadığı dönemden oldukça farklı görünüyor. Ancak kapitalizm aynı yöntemle emeğin sürekli dönüşümünü sağlıyor. Günümüzde ‘işçi sınıfının bittiğine’ dair onca teraneye rağmen, Marx’ın yaşadığı dönemde olduğu gibi küresel ölçekte yeni bir proleterleşme dalgası söz konusu. Marx bu sömürünün dağıtılması için işçi sınıfının örgütlü mücadelesini gerekli görüyordu. Ne de olsa kapitalizm aynı zamanda ‘kendi mezar kazıcılarını’ yaratıyordu. Marx sosyalistlerin de örgütlü olmaları gerektiğine inanıyordu. Keskin dönemeçlerde sosyalistlerin politik etkisinin belirleyici bir rol oynayabileceğini düşünüyordu. Marx’ı farklı kılan şeylerden biri, kapitalizmin devrilmesinin gerekliliğini savunması ve bunun gerçekleşmesi için kendi dönemindeki mücadelelerin aktif bir parçası olmasıydı.