Alex Callinicos

Thomas Piketty’nin 21. Yüzyılda Kapital kitabı geçtiğimiz hafta ABD Amazon en çok satan kitaplar listesinde ikinci sıradaydı. Listede kanserle yaşamak hakkında acıklı bir kitap ile bir Disney filminin çocuklar için üretilen boyama kitabı arasında yer alıyordu. İngiltere’deki etkisi o kadar çarpıcı olmasa da, gazetelerde, radyoda ve televizyonda kitaptan sıkça bahsedildi.

Bu bile, adı bugüne kadar bilinmeyen Fransız bir ekonomistin yazdığı, istatistik tablolarıyla dolu, yaklaşık 700 sayfalık pahalı bir kitap için önemli bir başarı. Piketty’nin kendisi Financial Times editörünün sözleriyle “rock yıldızı bir ekonomiste” dönüştü.

Piketty’nin kitabı ekonomik eşitsizlik hakkında; sadece bu bile onu sıra dışı bir ekonomist yapıyor. Krizin ve %1’e karşı çıkışın sonucu olarak, eşitsizlik çağımızın ana siyasi meselelerinden biri haline geldi. Piketty 18. yüzyılın sonu ile 19. yüzyılın başındaki Adam Smith’in ve David Ricardo’nun klasik geleneğini anımsıyor. Bu gelenek ekonomi politiği tarihsel ve ahlaki bir öğreti olarak görüyordu. Piketty ana akım ekonomistlerin bayıldığı matematik modeller kurmaktansa, ekonomik trendleri ampirik olarak incelemekle ilgileniyor.

Kitabın merkezinde zengin ve ilginç bir iktisat sosyolojisi yatıyor. Maalesef Piketty’nin üzerine eserini inşa ettiği teorik temeller ve çıkardığı siyasal sonuçlar çok da güçlü değil.

Güçlü Yanlar

Pek çok açıdan kitabın en güçlü yönleri de, en büyük zayıflığı da servet üzerine odaklanmasından kaynaklanıyor. Eşitsizlik üzerine yazılmış pek çok eser ilk olarak gelir farklılıklarını inceler. Ancak Piketty haklı olarak servetin dağılımıyla ve bunun nasıl değiştiğiyle ilgileniyor. Sonuçta, zenginlerin zengin olmasının sebebi kontrol ettikleri ekonomik kaynaklar ve bu kaynaklar sayesinde herkesten daha fazla gelir talep edebilmeleridir.

Piketty uluslararası gelir ve servet istatistiklerini mükemmel bir şekilde kullanıyor. Fransız Devrimi sırasında yürürlüğe konan servet vergisi nedeniyle memleketi olan Fransa’da konu hakkında oldukça çok kaynak var. Mesela iki yüzyıldan fazla bir dönemi kesintisiz olarak inceleyen kayıtlar var. Ama ABD, İngiltere ve Almanya’da çalışmasında önemli bir yer tutuyor.

Piketty’nin vardığı sonuçlar Simon Kuznets’in 1950’lerin ortalarında formüle ettiği “yasayı” çürütüyor. Kuznets, gelir eşitsizliğinin sanayileşmenin erken aşamalarında yükseldiğini ama ekonomi zenginleştikçe düştüğünü savunuyordu. Piketty’nin kendi verileri çok farklı bir resim çiziyor.

Birinci Dünya Savaşı arifesindeki İngiltere’ye bakalım. En üstteki %10 servetin %90’ına sahip, en tepedeki %1 neredeyse %70’ine sahip. Nüfusun geri kalanının ise neredeyse hiçbir şeyi yok. Bu durum, aradaki fark bu kadar keskin olmasa da, Fransa ve Almanya için de geçerliydi. Bu toplumlar Sanayi Devrimi’ne rağmen servetin ana biçiminin uzun zamandır toprak olduğu toplumlardı. Verimlilik göreceli olarak düşük kalmaya devam etti.

Jane Austen ve Honoré de Balzac’ın romanlarında tasvir edilen üst sınıf Piketty’nin çok ilgisini çekiyor. Bu üst sınıfın bugünkü yaşam standardından iki üç kat daha iyi olan hayat tarzlarını sürdürebilmeleri kendileriyle hizmetkârları arasındaki muazzam maddi uçuruma bağlıydı. Ancak daha sonra, iki dünya savaşının ardından, Büyük Bunalım ve serveti imha eden siyasal ayaklanmalar devletin rolünü ve vergilendirme düzeyini çarpıcı bir şekilde arttırdı.

Fransa’da 1950 ile 1970 arasında en üstteki %10’un payı %60-70’e, en tepedeki %1’in payı ise %20-30’a düştü. Ancak denge zenginlerin lehine bozulmaya başladı. Örneğin 2010’da İngiltere’de en üstteki %10 servetin %70’ine, en tepedeki %1 ise neredeyse %35’ine sahip.

Benzerlik

Gelirler de benzer bir yol izledi, ancak gelir dağılımı asla servet dağılımı kadar eşitsiz olmadı. 1914’ten sonra ücretler arasındaki fark azaldı, ama şimdi keskin bir şekilde açıldı. Örneğin, ABD’de %1’in ulusal gelirden aldığı pay 1970’lerdeki %6-8’den 2010’da neredeyse %20’ye ulaştı.

Piketty, teknolojik değişimin iyi eğitilmiş çalışanların ücretlerinin artmasına neden olduğu şeklindeki alışılageldik açıklamayı reddediyor. Özellikle ABD ve İngiltere’de üst düzey yöneticilerin şirket içi kayırma sayesinde “üst düzey maaşlarda patlama” yaratılmasını, “süper yöneticilerin yükselişi” dediği bir süreci suçluyor.

Piketty 19. yüzyılın sonlarında Avrupa’da sermayenin ulusal gelirin altı ya da yedi katı olduğunu savunuyor. 20. yüzyılın ilk yarısında iki ya da üç katına düştü, ama şimdi İngiltere ve Fransa’da yine yaklaşık olarak beş katına çıktı. Bunun, kendi ifadesiyle, “kapitalizmin ikinci temel yasası” temelinde açıklanabileceğini iddia ediyor.

Sermayenin kâr oranı, ekonominin büyüme hızından daha fazla olduğunda zenginler gelirlerinin yeterli bir miktarını saklayarak çok daha fazla servet biriktirebilir. Piketty’ye göre, bu koşullar 1914 öncesinde gerçekleşmişti ve bugün yeniden oluşuyor.

Bu noktada işler ters gitmeye başlıyor. Piketty’ye göre her tür servet sermaye olabilir – bir parça toprak, bir makine, bir daire veya bir bono. Eleştirmenlerin dikkat çektiği gibi, bu tanım temelde ana akım iktisatta geçerli olan sermaye tanımıyla aynı.

Karşıtlık

Buna karşın Karl Marx için sermaye sosyal bir ilişkidir. Sermaye, kapitalistlerin paralarını kullanmalarını ve bunun üretim araçları üzerinde onlara verdiği kontrolü sağlayan sosyal ilişkiler toplamıdır. Bu, kapitalistlerin değeri ve her şeyden önemlisi kârlarının kaynağı olan artı değeri üretmeye işçileri mecbur bırakabilmelerini sağlar. Marx’a göre mal mülkiyetinin sermaye ile özdeşleştirilmesi meta fetişizminin zirvesiydi.

Piketty’nin işaret ettiği gibi, 20. yüzyıldaki büyük sosyal ve ekonomik değişimlerden biri çok daha fazla sayıda insanın kendi evlerine sahip olması oldu. Ancak bu onlara artı değer elde etmelerini sağlayacak bir güç vermez. Piketty’nin sermayeyi yanlış kavramsallaştırması, ışık tutmak istediği uzun vadeli eğilimlerin temelini zayıflatıyor.

Bu durum Piketty’nin Marx’a yönelik çelişkili tutumuyla da bağlantılı. Kitabına 21. Yüzyıl’da Kapital ismini vermesi Marx’ın büyük eserini devam ettirme yönünde bir tutkusu olduğu izlenimini yaratıyor – ancak Kapital’i okumadığını söylüyor. Marx’ı artan eşitsizliğe yönelik “temel bir kavrayışa” sahip olması nedeniyle takdir ediyor.

Ancak Piketty’nin Marx yorumlarının çoğu olumsuz veya hatalı. Örneğin “Marx’ın teorisi dolaylı olarak, uzun dönemde sıfır verimlilik artışı varsayımına dayanır” diyor. Marx gerçekte tam tersini düşünmüştü. Kapitalizmi krize götüren, üretici güçlerde yarattığı dinamik gelişmeydi. Kitap Fransa’da Marksizm’le en çok bağlantılı olan üç filozofa - Jean-Paul Sartre, Louis Althusser ve Alain Badiou - saldıran küskün bir dipnotla bitiyor.

Acımasızca artan eşitsizlik eğilimine karşı Piketty’nin kendi siyasal çözümü, bir servet vergisi. ABD ve İngiltere devletlerinin 1940’larda savaşa girmek için serveti ve geliri “neredeyse haydutça” vergilediğine işaret ediyor. Ancak bariz bir noktayı görmezden geliyor. Sarkaç sermayeye doğru kayarken, özellikle 1980’lerde neoliberalizmin saldırısıyla birlikte vergi sistemi zenginlerin lehine olacak şekilde yeniden şekillendirildi. Kapitalizm var olduğu sürece eşitsizlik de sürecek. Piketty eşitsiz kapitalizmin nasıl merhametsiz bir makine olduğu konusunda bize daha derin bir kavrayış sağladı. Amaçladığının aksine, reform değil devrim davasını güçlendirdi.


Dijital sayı 27 - 11 Mayıs 2021 (pdf)

Dijital sayı 26 - 27 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 25 - 6 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 24 - 23 Mart 2021 (pdf)

Dijital sayı 23 - 16 Mart 2021 (pdf)

Abone olun

Dostlarımız

Marksist.org

Marksizm 2013

dsip
















Su Hakkı Kampanyası