Canan Şahin

Gezi ile birlikte iktidar ilk yenilgisini tattı. Yenilgiler korkuları da beraberinde getirir. AKP liderliğinin Gezi günlerinden beri tek derdi Gezi hareketinin özgürlükçü kesimleriyle kendi tabanı arasına kalın setler çekmek oldu. Bunun için “Geziciler, o geziciler” diye etiketlenen kitle, türlü biçimlerde makbul vatandaşlar havuzunun dışına atılıp düşmanlaştırılmaya çalışılıyor. “Bir fikri ağaçtan bile yoksun” olduğu iddia edilen bu kitle virütik bir aurayla kaplanmalıydı ki iktidarın vaadettiği hijyenik plaza, duble yol ve AVM projeleri korunabilsin. Elini bırak bir kenara, kafasını bile meraktan Gezi’ye uzatanların kulaklarına o bildik ayrımcılık klişeleri yerleştirilip yüreklere korku salınabilsin.

Soma katliamının tetiklediği sınıf öfkesi ise bu korkularını daha da büyüttü. Egemen sınıfların yüzyıllardır sınıfı bölmek için kullandığı taktiklere hemen sarıldılar: Öfkeyi yabancılaştırmak, dış düşman yaratmak ve bir iç düşmanla işbirliği yaptığını iddia etmek.

Gezi hareketinin tamamı darbeci ve ulusalcıydı. Faiz lobisinin maşasıydı. Başörtüsü düşmanıydı. Camilerde içki içiyordu. 17 Aralık oldu ve “geziciler,” Pensilvanya’nın komplosunun bir parçası, İsrail ile işbirliği içinde ve terör örgütlerinden menkul marjinal bir gruba indirgendiler. Berkin Elvan daha cenazesi soğumadan terörist ilan edildi. Küçücük bir çocuğun misketleri Erdoğan’ın ayağına dolaştı. Soma oldu ve Soma’da gösteri yapanlar “dışarıdan gelen” mihraklar oldular. Hatta katliamın sorumlusu da Türkiye’nin düşmanı dış mihraklardı. Akit gazetesi Soma A.Ş’nin sahibi Alp Gürkan’ın damadının Yahudi olduğunu yazdı. Kendini protesto eden birine çok sinirlenen Başbakan bir markette koruma duvarının arkasından “İsrail dölü” diye bağırdı ve söylemsel nefretiyle korumalarının kullandığı fiziki nefrete zemin hazırladı.

“Ali’siz Alevilerin” Almanya’da toplantısını sabote etmek istediğinden dem vurdu aynı Başkaban. Gezi şehitlerinin tümünün Alevi olmasının Aleviler arasında yarattığı hüznü ve “sadece ayrımcılığa uğramıyoruz, öldürülüyoruz” duygusunu adeta körükleyerek yaptı bunu.

Kemalizm nefretinden yeni düşmanlar türetmek!

Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus devlet inşasının işçi sınıfını egemen sınıfla buluşturan efsunlu formülü tüm gayri-Müslim ve etnik azınlıkları “cebren ve hile” ile sürmek, soykırıma uğratmak, ötekileştirmek ve birer nefret nesnesi haline getirmekti.

Ermenilerin, Yahudilerin ve Rumların mal varlıklarına el koyan ve zenginleşen Türk sermayesi ile bu sermayeyi metaya dönüştüren işçi yığınları Türklük kimliğinde birleştirildiler.

Gündelik dilden tutun okullarda okutulan tarih kitaplarına kadar nefret söylemi her yeri sarmış ve devletin resmi geleneği egemen fikirlerin en güçlüsü olarak zihinlere nüfuz etmişti. Bu hegemonyayı Kürt hareketinin yarattığı dinamikler ve Hrant’ın katledilişinin arkasından gelen iklim kırdı. Kemalist modernleşmenin yarattığı elitist kültüre isyan eden ve solun tabanında değil AKP’nin tabanında örgütlenen yoksullar ise sürekli bedel ödedikleri savaşın durmasını isteyerek ve militarist-bürokratik devletten nefret ederek bu kırılmanın siyasal İslam içerisinde karşılık bulmasını sağladılar. Şimdi AKP bu tabanın Kemalizm nefretini yeni düşmanlara kanalize etme derdinde. Yani, çok iyi tanıdığımız devlet geleneğini kendi endüstriyel gelişim, sermaye birikim ve toplum projesine uyarlayarak tabanının en geri yönleri üzerinden yoksulları bölerek hegemonya kurma çabası derdinde.

2011 Haziran seçimlerinden iki gün önce “Ne Ermeniliği- mizi, ne Yahudiliğimizi, ne affedersin Rumluğuzu kaldı,” demişti. Ulusalcıların ırkçılığı ancak bu kadar ırkçı bir ifadeyle teşhir edilebilirdi. O günden bu güne ötekiler bitmiş değil. Levent Pişkin’in dört dörtlük Alevilik dersi aldığımız günlerin birinde attığı bir twit hakkında Başkakan’ın açtığı dava hala devam ediyor. “İbne” kelimesi derecesi en yüksek aşağılama lafı olarak ötekiler lügatının en tepesinde. Zira yüksek mahkemelerde kaç celsedir uğraşıyorlar.

Velev ki Ali’siz Aleviyiz!

“Dört dörtlük Alevi” mertebesi var bir de ulaşmamız gereken. Bunu bir merdiven gibi düşünebiliriz. En aşağıda “Ali’siz Aleviler” var. Bunlar sabotajcı, komploların maşası, dış mihrakların (Almanya da bir dış mihrak değil mi?) kendilerine sağladığı olanakları kullanarak örgütlenmiş vatan hainleri. Uzantılarını Okmeydanı’nda, Gazi Mahallesi’nde bulabildiğimiz, bünyeleri teröre müsait dejenere bir tür de diyebiliriz. Camilere gitmeleri, “Ali’yi” örnek almaları (ya da kendilerine Alevi demeyi bırakmaları), Sünni yaşam tarzını benimsemeleri onları dört dörtlük Alevi yapabilir ki o zaman zaten Başbakan dahil herkes Alevi (bi hayli paradoksal).

Yıllardır ne istedikleri belli olan Aleviler için atacakları demokratikleşme adımlarını önemli bir seçim öncesine ya da sonrasına sürpriz paketi gibi saklayanlar ve 12 yıllık iktidarları boyunca çözümü hiç de zor olmayan mezhepçilikten siyasi rant bekleyenler teşhir oluyorlar. Ama nefret ateşiyle oynamaya devam ederek. Siyasi rantı tabanlarını kuşatacak siyasi bir “fikre” dönüştürmeye gayret ederek.

Kemalizmin Türk-laik-Sünni-erkek idealini alıp başka “tireli” bileşikler yaratmak egemen sınıfların silahıysa bu ötekileştirme stratejisini aşacak, farklı inanç ve kimliklerin birlikte mücadele ile ezilmekten kurtulacaklarını anlatacak, işci sınıfının bölünmüşlüğüne son verecek bir hegemonya inşa etmek de özgürlük isteyenlerin görevi olsun. “Velev ki Ali’siz Aleviyiz” Başbakan!


Dijital sayı 27 - 11 Mayıs 2021 (pdf)

Dijital sayı 26 - 27 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 25 - 6 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 24 - 23 Mart 2021 (pdf)

Dijital sayı 23 - 16 Mart 2021 (pdf)

Abone olun

Dostlarımız

Marksist.org

Marksizm 2013

dsip
















Su Hakkı Kampanyası