Meltem Oral
Milliyetçilikle ve bu geleneği temsil eden siyasi organizasyonlarla ara sıra da olsa, kısa dönemli de olsa, seçim süreci de olsa, tek aday için de olsa, azıcık da olsa uzlaşmak mümkün değildir. Çünkü milliyetçilik; özgürlükle, demokrasiyle, barışla, eşitlik ve adaletle tamamen ters bir gelenektir.
Öncelikle milletler ve milliyetçilik doğal ya da doğuştan gelen olgular değildir. Kapitalist üretim ilişkilerinin ortaya çıkışının bir sonucu olarak icat edilmiş geleneklerdir.
Farklı ülkelerden yoksul gençleri, birbirlerini öldürmeye ikna etmek için veya sınıfsal farkları gizlemek için ‘milli bilinç, milli çıkar’ gibi kavramlara başvurulur. Tıpkı ‘milli irade’ gibi uydurmaca laflarla gerçek hayattaki yoksulluk, eşitsizlik, sefalet, işçi ölümleri önemsiz kılınır.
Milliyetçilik tek tek her ülkenin egemen sınıfının yani patronların ideolojisidir. Egemen sınıf milliyetçilikle yani Türklerin Kürtlerden, Fransızların Cezayirlilerden, İngilizlerin Pakistanlılardan farklı olduğunu, çıkarlarının da ayrı olduğunu anlatan fikirlerle işçi sınıfını böler. Aynı ülkede yaşayan patron ve işçilerin aynı ‘ulusun’ üyeleri oldukları gerekçesiyle, işçiler ve patronlar arasındaki sınıfsal farklılığın üzerini örter. Türkiyeli bir işçiyle Alman bir işçinin çıkarlarının ortak olduğu gerçeğini gizler.
Karl Marx için işçi sınıfının vatanı yoktur. Marx’a göre “İşçinin milliyeti Fransız, İngiliz ya da Alman değil, emek, bedava kölelik, kendi kendini satmaktır. Onu yöneten hükümet Fransız, İngiliz ya da Alman hükümetleri değil, sermayedir. Doğduğu yerin havası Fransız, İngiliz ya da Alman havası değil, fabrika havasıdır. Ona ait olan topraksa Fransız, İngiliz ya da Alman toprağı değil, yerin birkaç karış altıdır.” Kısaca Somalı bir maden işçisinin ortaklığının, Soma Holding patronu Alp Gürkan’la değil Venezüela’daki maden işçileriyle olduğu gerçeği her ülke ve her iş kolu için geçerlidir.
Dünyayı farklı milletlerin değil sınıfların mücadelesiyle açıklayanlar için ‘ulusalcılık, yurtseverlik, vatanseverlik’ sahiplenilebilecek olgular değildir. Milliyetçilikle kısa vadeli ortaklıklar kurulabileceğini savunmanın sosyalizmle bir ilgisi yoktur.
Gezi direnişi sırasında Türk bayrağı taşıyanlarla tartışmanın ve hareketi ulusalcılarla ayrıştırma çabasının o gün için gereksiz olduğunu veya öncelikli bir konu olmadığını düşünenlerin fena halde yanıldıkları geçen bir yılın ardından daha açık bir şekilde ortada. Direnişin yıl dönümünde hareketin özgürlükçü talepleriyle barışa düşman ulusalcılığın ‘aynı gemide olabileceği’ algısının, milliyetçiliğin borazanlığını yapan gazeteler tarafından öttürülmesi bir yana, kendisine Gezi’yle meşruiyet sağlamaya çalışan TGB gibi ırkçı-milliyetçi örgütler sokakta giderek saldırganlaşmaya başladılar. Geçen hafta TGB’nin faşist MHP’yle birlikte Kadıköy’de BDP standına saldırması hareketin içerisinde milliyetçiliğe asla taviz verilmemesi gerektiğinin, ırkçı-milliyetçi örgütlerin hareketten dışlanmasının zorunlu olduğunun kanıtıdır.