Meltem Oral
Geçen hafta İskoçya’nın Birleşik Krallık’tan ayrılıp bağımsız bir devlet olup olmayacağına dair bir referandum gerçekleştirildi. İskoçya’daki halk oylamasından hemen bir gün sonraysa İspanya’nın özerk Katalonya bölgesindeki yönetim parlamentosu 9 Kasım’da bağımsızlık referandumu yapılmasına dair yerel bir yasayı kabul etti.
İskoçya referandumu, ulusal sorun ve bağımsızlık meselesini tartışmak, ulusların kendi kaderini tayin hakkının önemini hatırlatmak açısından iyi bir vesileydi. Maalesef bizde İskoçya’nın bağımsızlığı hususu, daha çok bir sosyal medya mezesi olarak gündeme geldi. Gene de Türkiye’de İskoçya’nın bağımsızlığına desteğin yoğun olduğunu söylemek mümkün. İnsan şu soruyu sormadan edemiyor: Ya Kürdistan’ın bağımsızlığı?
Türkiye’de ulusal bağımsızlık konusunda belli başlı birkaç itiraz vardır ve bunların çıktığı ortak kapı genelde milliyetçiliktir.
Devletlerin ortadan kalkması için mücadele eden sosyalistlerin bir ulusun ayrı devlet kurma hakkını desteklemesi çelişki değildir. Ulusal baskıya karşı olmanın, yani Kürt halkının sırf Kürt olduğu için Türkiye Devleti tarafından ayrımcı politikalara maruz kalmasına karşı olmanın bir gereğidir. Buradaki püf noktası ‘ayrılma hakkının tanınması’dır. Ayrılma özgürlüğü olmadan gerçek bir eşitlik ve ortak yaşam mümkün değildir. Ayrılma hakkını tanımadan ‘hepimiz birlikte yaşamak istiyoruz’ demek sadece ulusu baskı altında tutan devletin bir uydurmacasıdır.
Nasıl ki boşanma hakkının yani birlikteliğin sona erdirilmesi hakkının var olması ‘herkes boşanmalıdır’ anlamına gelmiyorsa, ayrılma hakkının tanınmasının otomatik sonucu da bağımsız bir devletin kurulması değildir.
Hakları gasp edilen, ezilen ulus meselesini sadece ekonomik veya kültürel sorunlara indirgeyen anlayış da yaygın. Meselenin yoksulluk olduğunu vurgulayıp ‘yatırım yapılsa bu iş çözülür’ diyerek ayrılma hakkına karşı çıkanlar var. Doğan Tarkan’ın hatırlattığı gibi, ‘Norveç, İsveç’ten yoksuldu ama buna rağmen İsveç’ten ayrılarak sorunu çözdü. Yani ulusal sorunda ayrılanın zenginliği yoksulluğu değil belirleyici olan. Sorun kültürel de değil. Sorun bir ezen bir de ezilen ulus olması. Ezilenin kimliğinin tanınmaması.’
Ulusal haklar için mücadele eden bir halkın nasıl yönetilmek istediğine de kendisinin karar vermesini savunmak, kısaca, ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını savunmak, hakim devletin milliyetçiliğine karşı olmanın da bir önkoşuludur.
Türkiye Devleti’nin Kürtlere yönelik baskı politikalarını onaylayan işçilerin milliyetçi fikirlerden sıyrılmasını sağlamak çok önemli. Kürtlerin özgürlük taleplerinin Türk işçilerinin çıkarlarına aykırı olmadığını anlatmanın yolu da kimliği baskı altına alınmış ulusun her türlü hakkını desteklemekten geçer. Türk işçilerin Kürt halkının özgürlüğünü savunmasının işçi sınıfının ortak mücadelesini güçlendirmekten başka sonucu yoktur.