Türkiye bir seçimi daha geride bıraktı. Her seçim sonrası olduğu gibi 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri’nin üzerinde de çok konuşulacak. İlk seçim sonuçlarının alınması ile birlikte ekranı kaplayan ‘yorum fırtınası’ dinmeksizin sürüyor. Seçim sonuçlarını verileri çarpıtmadan farklı şekillerde okumak, yorumlamak elbette herkesin hakkı. Ama bazı çevrelerin her şeye, her veriye gözlerini kapayarak eski ‘bildik’ tekrarları yapması ve AKP’nin “hezimete uğradığı” gibi sonuçlar üretmesi artık hiç şaşırtıcı gelmiyor. Ne de olsa, toplumca bir Ergenekon İddianameleri eğitim sürecinden geçtik sayılır.
* * *İçtenlikten ve bilgiden uzak yorumların, hangi saiklerle dile getirilmiş olabileceği toplumca düne göre artık daha rahat anlaşılabiliyor. Ne kadar çarpıtılırsa çarpıtılsın, ortada görünen bir şey var. Atlattığı onca badirelere ve üstüne üstlük tüm şiddetiyle gelen ‘kapitalizmin krizinin’ Türkiye’ye yansımalarına rağmen AKP’nin oyları düşmesine düştü ama yine de yüzde 39 civarında. Yani, sözüm ona muhalefet partilerinin (AKP ve CHP’nin) oylarının toplamından fazla. Bu veriler ortada iken sağlıklı değerlendirme yapmak isteyenlerin ‘AKP hezimete uğradı’ gibi değerlendirmelere fazla itibar etmemesi AKP’yi, seçim sandıklarında alt etmenin olmazsa olmazıdır diye düşünüyorum.
Bir kere, televizyonların bildik müdavim yorumcularının hiç dile getirmedikleri bir husus var ki, ben bunun AKP’nin oylarındaki düşmelerde hatırı sayılır bir rolü olduğunu düşünüyorum.
Siyaset dışı müdahalelerin (göreceli olarak) daha az yaşandığı bu seçimlerde, 2007 genel seçimleri öncesi 'silahlı askeri bürokrasinin' müdahalelerine tepki olarak AKP'ye yönelen oyların kesilmesi de bu düşüşte etken. “Ulusalcılar” kızdıracak ama gerçek bu! Yani “iktidar” ve “konumlarını” sürdürmek isteyen siyaset dışı güçler hep onları kandırmış ve kullanmışlar bu durumda. ‘Silahlı askeri bürokrasi’, ne kadar siyasete müdahil olduysa, (sözüm ona) hedefe koyduğu her siyasi parti güç kazandı. Türkiye tarihi de buna tanık. (‘PKK ile mücadele’ adı altında, savaşın sürmesinden siyasi ve ekonomik kazanç/çıkar sağlayan mekanizmada olduğu gibi...)
Evet, sonuçta AKP'nin oyları 2004 ve 2007 seçimlerinde aldığı oyların altına düştü. Üstüne ekonomik kriz de eklenince, muhalefet hiç çaba harcamaksızın oylarında -küçük de olsa- görece artış sağladı. (CHP ve MHP’ye muhalefet derken aslında, içim acıyor, çünkü; -istemeden- muhalefet sözcüğünün içini boşaltmış olmaktan endişeleniyorum. Türkiye’de gerçekten muhalefet olabilmek için, en başta demokrasiye tüm kurum ve kurallarıyla bağlı olmak ve askeri vesayete, silahlı askeri bürokrasinin siyaset dışı müdahalelerine karşı çıkmak gerekiyor.)
Şöyle ya da böyle, ‘muhalefetin’, -bu arada ne acıdır ki- Kürt muhalefet hareketi dışında, ‘solun’ belirgin hiç katkısı olmaksızın AKP’nin oyları düştü. Düşüş eğrisi hareketliliğini bu yönde de sürdürebilir.
Buradan bir başka sonuç çıkarmak gerekiyor aslında. Kendine ‘ulusalcı’ diyen, yer yer de kendini ‘solcu’ olarak tanımlayan siyasi çevreler şunu görmüş olmalılar:AKP sandıkta yenilebilir. Seçimler yapılabiliyor, iktidar partisi yenilebiliyor/yenilebilir. ‘Sivil darbe’, ‘laiklik elden gidiyor’ falan gibi topluma korku salmaya yönelik tertip kokan tahliller de boşa çıkmadı mı? Bir diğer deyişle uluslararası sermayenin güdümündeki, küresel kapitalizmin Türkiye’deki temsilcisi ve pratik uygulayıcısı bir partiyi “AKP, islamcı bir partidir”, ‘devirmek için ‘her yol mubahtır’ gibi çarpık tahlillerin de düzmece olduğu/asılsızlığı kanıtlanmadı mı böylece?
Bu ‘kılıf’ tahlillerle, ‘askeri darbelere’ kapı aralayarak, ‘silahlı askeri bürokrasinin’ iştahını kabartacak, ellerini ovuşturtacak manevralara kapı aralanması ülkeye ve tüm yurttaşlara gerçek bir muhalefet yaratmada ne kadar çok zaman kaybettirdi.
Bu durum; hem ülkeye hem yurttaşlara çok pahalıya da mal oldu. İşte tam da bu nedenledir ki, halkıyla, toplumuyla barışık, demokrasiden ödün vermeyen, haklara ve özgürlüklere saygılı, gerçek bir muhalefetin, yani sol değerlere bağlı yeni sol partinin sahneye çıkmasının tam zamanı değil mi? Bence, bu seçimlerin bir başka sonucu da işte budur...
Yalçın Ergündoğan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Doğanın da, hayvanların da ne haklarını savunacak 'avukatları', ne çıkarlarını koruyacak 'sendikaları', ne de 'oy hakları' var. Görev 'yaşam savunucuları'na düşüyor... Unutmayın! Türcülük de, tıpkı "ırkçılık" ve "cinsiyet ayrımcılığı" gibidir.