İşsizliğin etkileri sürüyor. Patronlar için işsizlik bulunmaz bir bahane yaratıyor. En son Mersin’de liman işçileri kriz bahanesiyle işten çıkartıldıklarını ama patronun hemen yeni işçiler aldığını söyleyerek eylem yaptı.
Aylardır süren eylemler var. Zaman zaman patlayan işyeri işgalleri var.
Öte taraftan işten işçi çıkartmalar da sürüyor. Özel sektörde örgütlü sendikalar güç kaybediyor. DİSK’e üye binlerce işçi işten çıkartıldı. Sadece DİSK değil, örneğin Petrol-İş Sendikası’na üye 1500 işçi son altı ayda işinden oldu.
Oysa işten çıkartmalara boyun eğmek zorunda değiliz.
Birleşik bir mücadele, tek bir işyerindeki saldırıyı, işten atmayı tüm işçi sınıfına yapılmış bir saldırı olacak gören bir birlik, emek örgütleri birliği, patronların daha temkinli adım atmasını sağlayabilir.
Sendikaların silkelenmesi gerek.
Hiçbir şey yapmadan, başını kuma gömerek, krizin daha fazla vurmayacağına dua ederek, krizin etkileri atlatılmış olmuyor. Sendikalardaki tahribatına göz yumulmuş oluyor. Birleşik Metal-İş gibi bazı sendikalar neredeyse tek başlarına mücadele ediyor.
Bir sendikanın ya da bir sendika şubesinin tek başına direnişiyle işten atılmaları durdurması mümkün değil.
Kazanmak için mücadele etmek zorundayız. Kazanmak için işçi sınıfının tek gücü, birliği. İşçi sınıfının birliğinden başka hiçbir gücü yok. Bu yüzden, işçi sınıfına en büyük zararı, sınıfın birliğini bozanlar, sınıfı bölenler veriyor. Emek örgütleri her düzeyde ve en hızlı biçimde birleşmeye çalışmalıdır. Çeşitli sol önderliklerin etkisi altındaki sendikalar ve odalar, “üçlü”, “dörtlü” gibi, emek örgütlerini birbirinden ayıran taktiklerle, kendi denetimlerinde ama bölünmüş bir emek hareketinin oluşmasına zemin hazırlıyor.
Bu tutumdan vaz geçilmeli. Sınıfın en geniş birliği sağlanmalı. Sınıfın daha uzlaşmacı olan örgütlerini kazanmadan, krizin tahribatlarına karşı kazanacak kadar yaygınlığa ulaşacak bir direniş örgütlenemez.
İşçi hareketinin bir sorunu daha var: Bu, politik bölünmüşlüğü. Sol içindeki sağ politikaları savunan ve illüzyonlar yaratan kesimler AKP’yi yanlış analiz ediyor, dolayısıyla AKP’ye karşı yanlış bir mücadele çizgisini benimsiyor. AKP’yi şeriatçı olmakla suçlayıp, ulusalcı-laik bir mücadele çizgisiyle, işçi sınıfı saflarında yapay bölünmeleri pekiştirenler, ezilenler üzerindeki AKP hegemonyasına karşı çaresizlik politikalarına sahip. Bu politikanın doğrudan sonucu, örneğin Ergenekon davası gibi bir konuda ya politikasız kalmak ya da Ergenekon’un avukatlığını yapmak oluyor.
Demokratik alanda sınıfta kalan sol, siyasal haklar alanında sınıfta kalan sol, ekonomik haklar alanında da işçi sınıfına yardımcı olamıyor.
Bu yüzden, sosyalistler, her işçi direnişine yetişmeye çalışmalı, her işçi direnişiyle dayanışmalı, her direnişin yaygınlaşması ve işçi sınıfının geneli tarafından önce görülmesi, sonra sahiplenilmesi için mücadele etmeli.
İşçi sınıfının her düzeyde birliğini sağlamak bugünün en önemli görevi.
TARİHTE BU HAFTA
14 Mayıs
1915 : Azınlıkları mecburi göçe zorlayan Tehcir Kanunu çıkarıldı. Ancak başta Ermeniler olmak üzere gayrimüslimler zaten çoktan sürülmeye başlanmıştı. Kanun arkadan geldi.
15 Mayıs
2001 : Polonya'nın eski diktatörü General Wojciech Jaruzelski, 1970'de işçi hareketini kanla bastırmayı emretmekten yargılanmaya başladı.
18 Mayıs
1976 : 40 bin işçinin çalıştığı Ereğli Kömür İşletmesi'nde işverenin iş güvenliği ve işçi sağlığı hükümlerini uygulamadığı gerekçesiyle grev kararı alındı.