10-17 Mayıs “Engelliler” Haftası: En büyük engel kapitalizm, onların hiç bir hakkı yok!
Kapitalizmin savaşla, kanla, kitlesel katliamlarla dolu tarihi, her seferinde arkasında hastalık, açlık ve binlerce sakat bıraktı. Yaşadığımız toplumun yapısı, yetersiz beslenme, çevre kirliliği, işyeri güvenliği eksikliği gibi sorunlar yaratıyor, bu sorunlar da sakatlıklara sebep oluyor. Hastalıkların tedavisine ve sakatların bakımına yönelik hizmetler de kâr edilebilecek alanlar haline getirildiğinden beri, egemen sınıf, sebep olduğu yıkımı onarmaya dahi yanaşmıyor.

Sakatların yüzde 57’sinin, herhangi bir kurum ya da kuruluşa ulaşamamalarının sebebi olarak ekonomik durumlarının yeterli olmamasını göstermeleri tesadüf değil. Kâr odaklı bir üretim ilişkileri sisteminin umursadığı tek şey, sömürülebilecek daha fazla işgücü, daha fazla insandır. Fiziki yetersizlikler sebebiyle üretime istenen katkıyı veremeyecek olanlar, kapitalist egemen sınıfın umrunda değildir.

Sakatlar neden dışlanıyor?

Sosyalistler için, sakat insanların neden ezildiğini anlamak önemlidir. Çünkü sakatlara uygulanan baskı, kökenleri açısından etnik azınlıklara ya da kadınlara uygulanan baskıdan farklıdır.
Sakatlar, hayatın her alanında ayrımcılığa uğruyor ve toplumun dışına itilmek isteniyor. Ancak bu durum yeni değil; geçmişte çok daha sert baskılara mazur kaldıklarını biliyoruz. 1930’ların Almanya’sında, Nazilerin ilk hedefi, onlara göre topluma yük olan, ırklarının saflığını bozan 100 bin sakat insandı. Faşizm, Yahudilere, eşcinsellere, sendikacılara yönelmeden önce, en başta sakatları katletti.
Sakatlara uygulanan baskı, siyahlara ya da kadınlara yapılandan az olmamakla birlikte, farklı bir ekonomik motivasyonla gerçekleştirilir. Kapitalizmde kadınların en önemli görevi, çocuk doğurup büyüterek işgücü neslinin devamını sağlamaktır. Kadınların çalışmamaları ve kreşler yerine çocuklara bakıyor olmaları, yani ucuz işgücü olarak değerlendirmeleri, egemen sınıfın onları baskı altında tutma sebebini açıklar. Irkçılık ise işçi sınıfının bölünmesine ve mücadelesinin zayıflamasına hizmet eder.
Sakatlara uygulanan baskının sebebi ise, kapitalizmin her şeyi kâra indirgeyen yapısıdır. Egemen sınıf, sakat insanları “ihtiyaç fazlası” olarak görür. Sakatların iş bulamamalarının, sosyal hayata adapte olamamalarının sebebi sakat olmaları değil, toplumun onları bu alanlardan reddetmesidir. Sakatlara uygulanan ayrımcılığa karşı mücadele edilmedikçe, onlara iş alanları yaratılması talep edilmedikçe, bu dışlanmanın sona ermesi mümkün değildir. Son yıllarda bu konuda önemli adımlar atılmış olsa da, önümüzde hâlâ büyük eksiklikler var. Bir sakat için işsiz kalma ihtimali, iş başvurularının reddedilme ihtimali, toplam nüfusa göre birkaç kat daha fazla. Kazanç açısından bakarsak, sakatlar daha az para ödenen ve daha az yetenek gerektiren işlere alınıyor. Yaşam giderleri diğer insanlardan daha fazla olmasına rağmen, daha düşük ücretlerle geçinmek zorunda bırakılıyorlar. Örneğin, İngiltere’de sakatların üçte ikisi yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
Dünyanın bazı yerlerinde sakatların çeşitli kurum veya kuruluşlarda bakılmasındansa, evde rehabilitasyon hizmetleri almaları kolaylaştı. Bu, toplumun onlara bakış açısının değişmesi açısından önemli bir gelişme. Ancak Türkiye’de benzer hizmetlerden bahsetmek mümkün değil.

Kâr değil yaşam!
Sosyalistler, bütün ezme-ezilme ilişkilerinde ezilenlerin yanında tutum alır. Bu yüzden azınlıkların kendi kaderlerini tayin etme hakkını savunuyoruz, homofobiye ve cinsiyetçiliğe karşı çıkıyoruz, milliyetçiliğin ve ırkçılığın yarattığı ayrımcılıkla savaşıyoruz.
Sakatların hakları için mücadele yürütmek demek, dünyayı değiştirmek ve kârın değil, insanın ve tüm canlı yaşamının öncelikli olduğu bir toplum yaratmak için mücadele etmek anlamına gelir.

Türkiye’de her yüz kişiden 12’si sakat

Her ne kadar onları etrafımızda pek sık göremesek de, Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı ve Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nın 2002 yılında yaptığı araştırmaya göre, Türkiye’de yaklaşık 1 milyon 800 bin sakat bulunuyor. Bunlara süreğen (kronik) hastalığa sahip 6 milyon 600 bin insan da eklendiğinde, sakatların toplumdaki genel nüfusa oranı %12,29 olarak saptanıyor. Araştırmanın giriş kısmında şöyle bir ifade yer alıyor: “…özürlülüğün ve engelliliğin yaygınlaşmasında yoksulluğun doğrudan büyük bir etkisi vardır. Yoksulluk, özürlülüğün neden ve sonucundaki etkendir. Yoksulluğun oluşturduğu engeller özürlü insanların ayrımcılık içinde tutulmalarına, olumsuz davranış ve uygulamaların güçlenmesine de neden olmaktadır. Özellikle çalışma yaşamında özürlülere yönelik ayrımcılık yapılmaktadır. Özürlülerin gelişmelerini sağlamak için onların iyi eğitilmeleri, beceriler ile donatılmaları, fırsat ve elverişli ortamlar yaratarak iş yaşamlarına dahil edilmeleri gerekir.”
Ancak ortaya konulan istatistiki veriler, korkunç gerçekleri açıkça gözler önüne seriyor. Sakatların %40’a yakını okuma yazma bilmiyor, %78’ü işgücüne dahil değil, %53’i bir sosyal güvenlik kurumuna kayıtlı değil. Sağlık hizmetlerinden yararlanamayan sakatların oranı %45, bakım ve rehabilitasyon hizmetlerinden yararlanamayanların oranı %94, eğitim hizmetinden yararlanamayanların oranı ise %88. Bahsi geçen araştırma, sakatların eğitim ve okuryazarlık seviyelerinin genel nüfusa göre çok daha düşük olmasıyla ilgili, “…bu durumun başlıca nedeni, engellilerin engellenmesinden kaynaklanmaktadır” diyor.


Dijital sayı 27 - 11 Mayıs 2021 (pdf)

Dijital sayı 26 - 27 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 25 - 6 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 24 - 23 Mart 2021 (pdf)

Dijital sayı 23 - 16 Mart 2021 (pdf)

Abone olun

Dostlarımız

Marksist.org

Marksizm 2013

dsip
















Su Hakkı Kampanyası