Şenol Karakaş
Marksizmi eleştirmek, değiştirmek isteyenler, bir yolunu bulup mutlaka 1917 yılında Rusya’da gerçekleşen Ekim devrimine bir çift laf etmeden geçemiyor. Bunun son örneği Oya Baydar’ın Taraf gazetesine veda ettiği yazısı.
Oya Baydar şöyle yazıyor: “Altan’ın yazısında kullandığı “sıkı” sosyalist nitelemesinden ne kastettiğini anlayamadım. 1917’ye takılmış nostaljik beton kafalardan söz etmek istiyorsa, bir yayın yönetmeni olarak yazarlarının yazılarını okuyup okumadığı sorusu takılıyor kafama.
Bir gazeteyi, hele Taraf gibi bir gazeteyi yönetmenin ne belalı iş olduğunu bilirim; işlerinin yoğunluğundan olmalı, demek ki dikkatinden kaçmış: Yazdığım bütün yazılarda, 1917 veya 1923’te takılıp kalmanın yanlışlığını, bunun Marksizmi de çağı da anlamamak olduğunu, proletarya diktatörlüğünün de diktatörlükler arasından bir diktatörlük türü olarak reddedilmesi gerektiğini, Marksizmi bir nas (dogma) olarak değil toplumu değişimle açıklayan bir yöntem olarak kavramanın gereğini, karmaşık toplumsal gerçekliği emek-sermaye çelişkisine indirgemenin yanlışlığını ifade eden düşünceler Vicdan Yazıları’nda ifadesini buldu. Tabii bir gazete köşesinin elverdiği ölçüde.”
Bu alıntıda, son dönemin modasına iddialı bir uyum söz konusu. Benzer bir iddia yine Taraf gazetesi yazarlarından Halil Berktay’da da var. Ama Oya Baydar dobra dobra yazmış, “1917’ye takılmış beton kafalardan” söz ediyor. Hatta daha da iddialı, 1917’ye takılmış olanların marksizmi de çağı da anlamamış olduğunu söylüyor.Yaklaşımı, bir önemli vurguyla iyice belirginleşiyor: Toplumsal gerçekliği emek-sermaye çelişkisine indirgemek yanlıştır diyor Oya Baydar.
Hangi Marksizm?
1917’ye yönelik bu tutumun açık bir teorik nedeni var. Leninizm, marksizmin iktidar düşkünü bir yorumu olarak görülüyor. Bu iktidar düşkünlüğüyle de stalinizme yolu açtığı, stalinizmin leninizmin devamcısı olduğu düşünülüyor.
Bu düşüncenin düğümlendiği konu ise Bolşevik Parti anlayışı.
Bolşevik Parti, yani leninist parti anlayışı öylesine katı, dogmatik ve hatta “beton kafalıdır” ki, stalinizm, Gulag işkenceleri, sürgünler, yüz binlerce insanın 1930’lar Rusya’sında idam edilmesi, tüm muhalefetin temizlenmesi bu parti anlayışının dolaysız ürünleridir.
Bu eleştirilerin ne Lenin’le ne leninizmle ne de Bolşevik Partisi’nin gerçekliğiyle bir ilişkisi var. Bu eleştirilerin en büyük hatası, tarihi bir çırpıda atlaması, sınıflar mücadelesi yerine bir tarihsel yanılgının dönemsel zaferi olarak bir devrim ve sonrasını açıklama çabasıdır.
Bu çabanın ne yazık ki marksizmle bir ilgisi yok. Marksizmle stalinizm arasında bir devamlılık, bir köprü olduğu iddiasını kabul edip, ardından stalinizmin uygulamalarını marksizme havale etmenin “toplumu değişimle açıklayan bir yöntem olarak kavramakla” da bir ilgisi yok.
Bolşevik Partisi
Bolşevik Partisi, herhangi bir modele sahip değildir. Bu yüzden Bolşevikler hakkında, özellikle bir devrimci örgütün hâlâ yakıcı bir ihtiyaç olduğunu düşünenlere karşı tepkili aydınların neredeyse şehir efsanesi haline gelmiş suçlamalarıyla da uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur. Lenin hakkında dört ciltlik bir eser kaleme alan Tony Cliff’in dediği gibi, Lenin için, örgüt siyasete tabidir. Örgütün mutlak, siyasi koşullardan bağımsız bir yapısından söz etmek, söz konusu olan Bolşevik örgütlenme deneyi ise, doğru olmayacaktır. Bolşevik Partisi’nin tarihi, değişen koşullara göre değişebilme yeteneği sergilemenin tarihidir; her zaman geniş işçi yığınları içerisinde daha mücadeleci, daha önde duran, daha çok tartışan işçilerin politik birliğini sağlamak için verilen mücadelenin tarihidir.
Bu mücadeleyi yerine getirmek için gizli örgütlenme gerektiğinde gizli örgütlenilir, ama koşullar 1905 işçi devriminde olduğu gibi en açık biçimde çalışmayı gerektirdiğinde kitlesel bir çalışmanın ihtiyaçlarına göre yeniden şekillenilir.
Bolşevik Partisi’ni stalinizmin ebeveyni olarak görenler hangi partiden söz etmektedir? 1903 yılındaki partiden mi, 1905 yılında yeni biçimler alan partiden mi, 1916 yılında, Birinci Dünya Savaşı’nın göbeğinde darmadağınık olan partiden mi, 1917 Şubat devrimine katılan partiden mi, 1917 yılı Ekim ayında tarihin ilk zafer kazanan işçi devrimine liderlik eden partiden mi?
Gerçek işçilerin gerçek partisi
Bolşevik Partisi’nin tarihi içinde devamlılığı olan birkaç husus vardır, ama bunların hiçbiri Stalin’e kanlı iktidarının kapılarını aralayan yapıları kapsamaz.
Öncelikle, Bolşevik Partisi, işçiler adına mücadele edenlerin değil, işçilerin partisidir. Nedense hafızalarda, J.L. Keep’in, “Sözde proleter bir parti olan RSDİP aslında sadece bir nebze halk desteği olan bir profesyonel aydınlar örgütüdür” iddiası yer almış vaziyette. Bu iddia tümüyle gerçek dışı. 1905 yılında Bolşevik Partisi’ne üye olanların yüzde 61,9’u işçi, yüzde 27,4’ü ise büro işçisidir.
1907 yılında ise yaklaşık 50 bin üyeye sahip Bolşevik Partisi’nin üyelerinin yüzde 50’si işçidir.
Lenin ve demokrasi
Bolşevik Partisi’nin bir diğer çarpıcı özelliği ise, demokrasiye bir örgütlenme biçimi olarak verdiği önemde açığa çıkar. Bolşevik Partisi, tarihte hemen her konuda en çok tartışan, en uzun tartışan ve en azından 1917 devrimini takip eden ilk birkaç yıla kadar örgüt içi demokrasiden taviz vermeyen bir partidir.
Sanıldığı gibi Bolşevikler Lenin’e bağlı profesyonel memurlar değildir. Tersine, Lenin defalarca azınlıkta kalmış, hatta 1917 yılının Nisan ayında olduğu gibi koskoca bir partide tek başına kalmıştır.
En çarpıcı örnek, 1917 yılının Ekim ayında, ayaklanma konusunda yaşanan tartışmadır. Isaac Deutscher, Troçki biyografisinin birinci cildinde Lenin’in ayaklanma konusundaki önerisinin Bolşevik Partisi Merkez Komitesi tarafından nasıl ele alındığını şöyle aktarıyor:
“Lenin’in önerisini Merkez Komitesinde bir tek kişinin bile desteklememesi Bolşevik Partisi’nin o zamanki havasını göstermesi bakımından ilginçtir”. Ve partinin ayaklanma kararını kamuoyuna açıklayan Kamanev ve Zinovyev gibi liderlerin partiden atılmasını destekleyen Lenin’in tek başına kalmasını, “Bolşevik Partisi’nde tek ya da totaliter bir havanın bulunduğu görüşünün doğru olmadığı anlaşılıyor” diyerek yorumluyor.
Sovyet, kitlesel işçi örgütüdür
1920’lerin başına kadar Bolşevikler, Stalin iktidarı döneminde görülen tek sesli yapıdan uzaktır. Parti, mücadele eden öncü işçilerin politik tartışmalarının yapıldığı, demokratik bir partidir. Çoğulcu bir partidir. Yine sanıldığı gibi, Bolşeviklerle Menşevikler arasındaki bölünme birkaç ay içinde tamamlanmamış, 1903’ten 1912 yılına kadar sürmüş, nihai haline ise 1917 devrimi günlerinde ulaşmıştır.
Bolşevikler ve Lenin, 1917 yılında bir darbe yapmakla suçlanır. Tersine Lenin, 1917 yılında Rusya’ya döner dönmez, “Tüm iktidar Sovyetlere” çağrısını yaptığında, bolşeviklerin işçi sınıfı içinde azınlıkta olduğunu ve işçi sınıfının büyük çoğunluğunu kazanmak zorunda olduğunu vurguladı. Bu, tek kelimeyle, Sovyetler içinde çoğunluğu kazanmak anlamına geliyordu.
Peki, adı çok sık geçen bu Sovyetler neyin nesiydi?
Sovyet, işçi demokrasisinin, yoksulların öz yönetim organlarının en tipik örneğidir. İlk kez 1871 yılında Paris Komünü’nde ortaya çıkan, işçi devletinin, ezilenlerin doğrudan demokrasisinin aracıdır.
Sovyet, 1905 yılında matbaa işçilerinin çalışma saatlerinin indirilmesi için başlattığı grevin, hızla diğer sanayi kollarına yayılması ve yaygın ve siyasi bir karakter kazanmasıyla kendiliğinden oluşan bir kurum oldu. Sovyet’i kimse icat etmedi. Lenin’in dediği gibi, “İşçi Temsilcileri Sovyetleri dolaysız kitle mücadelesinin organlarıdır. Bunlar grev mücadelesinin organları olarak ortaya çıktılar. Koşulların zorlamasıyla, çok çabuk hükümete karşı genel devrimci mücadelenin organları haline geldiler.... grevden ayaklanmaya geçiş, kaçınılmaz olarak bunları ayaklanmanın organlarına dönüştürdü.”
İşte 1917 yılında iktidar, bu Sovyetlerin eline geçti. Ekim devrimi bu yüzden bir darbe değildir, Ekim ayaklanmasından önceki on beş gün içinde “yüz binlerce işçi ve asker, şekil bakımından savunucu gibi ama öz olarak saldırıcı nitelikte, doğrudan doğruya harekete geçmişti.”
Yine Deutscher’in aktardığı gibi: “Devrimden sonra yapılan Kurucu Meclis seçimlerinde bile, Bolşevikler tek başlarına 10 milyon oy almışlardır. Bu 10 milyon oyu kentlerdeki işçi sınıfının ve işçileşmiş köylü elemanların büyük bir kısmı… vermişti.”
Ekim devrimi, gerçek bir işçi devrimiydi, aşağıdan bir devrimdi, sosyal bir hareketti. Ekim ayaklanmasını bir parti darbesi olarak görenler yanılıyor.
Evet! Ekim
geleceğimizdir
Ekim devrimi, Birinci Dünya Savaşı’nı derhal sona erdirdi. Milyonlarca insanın öldüğü bir savaşın sona ermesi için Alman devriminin de desteğini arkasına alan Ekim devrimi gerekmişti.
Ekim Devrimi Rusya’nın en temel sorunu olan toprak sorununu bir dakikada çözdü. Toprak reformu gerçekleşti.
Yine devrim, Çarlık rejimi altında ezilen tüm ulusların kendi kaderlerini istedikleri gibi belirlemeleri hakkını tanıdı.
Ekim devriminden önce kadınların yüzde 80’i okuma yazma bilmiyordu. Bazı iş kollarında kadınlar 16 saat çalışmak zorundaydı. Devrimle birlikte, 8 saatlik iş günü, eşit işe eşit ücret, oy hakkında eşitlik, ayrımcı yasaların kadınlar lehine kaldırılması, kürtajın yasallaşması, evlilik ve boşanmanın basitleştirilmesi, sınırsız düşünce, gösteri ve örgütlenme özgürlüğünün yaygınlaşması, çocuk haklarının garanti altına alınması, burjuva partisi Kadet’in bile en azından iç savaş koşulları gerilimi artırana kadar propaganda özgürlüğüne sahip olması, geri bir ülkede, Rusya’da gerçekleşen işçi devriminin neden önemli olduğunu gösteriyor.
Beton kafalı olduğumuz için değil, 1917 yılında gerçekleşen işçi devriminin kapitalizme karşı mücadelede hâlâ en önemli deneyim olması, kapitalizmin yıkılmasının mümkün ve zorunlu bir sistem olduğunu pratik olarak kanıtlayan bir an olması nedeniyle Ekim devrimi geleneğimizin en önemli halkasıdır.
Bu halkayı bir karşı devrimle kopartan stalinizmin ne mrksizmle, ne Lenin’le ne de Rusya’da dünya devriminin bir adımı olarak Çarlık rejimini ve burjuvaları deviren işçilerin eylemiyle bir ilgisi olabilir.