Muhip Tezcan
Kuzey Kore, ABD'nin Japonya'da kullandığı atom bombalarıyla eşit güce sahip nükleer başlıkları ve Japonya'yı vurabilecek menzilde roketleri deneyerek bir kez daha dünyayı ayağa kaldırdı.
Nükleer silahların dünya için çok büyük bir tehdit olduğu ve nükleer silahlanmanın son bulması gerektiği şüphesiz doğru, ancak büyük güçlerin bu olaya verdikleri tepkilerdeki ikiyüzlülük de dikkat çekici. Zira nükleer silahsızlanma söz konusu olduğunda ilk adım atması gereken ülkeler ABD ve Rusya. Ancak bu yönde hiçbir adım atmadıkları gibi, Kuzey Kore'ye ilk tepkileri verenler ve "sert önlemler almakla" tehdit edenler de bu ülkeler oluyor. Onlar açısından sorunun nükleer silah sorunu değil, bir çıkar çatışması olduğu açık. Zira aynı ABD, İsrail'in uluslararası anlaşmalara aykırı olduğu halde bulundurduğu nükleer silahlara ses etmiyor. Kendisi de dünyanın en büyük nükleer gücü ve her geçen gün kapasitesini arttırıyor. Ayrıca ABD, 2007'de Kuzey Kore'nin silahlanmasını durdurması karşılığı ülkeye yardım yapacağını açıklamış, bunun üzerine Kuzey Kore nükleer programını durdurma sözü vermişti. Ancak ABD yardım programını iptal edince ve diplomatik ilişkilere başlamayınca her şey başa döndü.
Kuzey Kore hakkında konuşurken bir iddiaya daha cevap vermek gerekiyor, o da bu ülkenin "komünist" yahut "sosyalist" olduğu iddiası. Kendilerini ulusalcı veya yurtsever olarak tanımlayan, ancak esasında düpedüz milliyetçi olan bir grup "sol", Kuzey Kore'ye "tam bağımsızlık" iddiası ve ABD'ye zaman zaman kafa tutuyor gözükmesi nedeniyle sempatiyle bakar. Aynı tavır sıradan milliyetçilerde de vardır ve "helal olsun Kuzey Kore'ye, keşke bizim de nükleer silahlarımız olsa" derler. Nükleer merakının ne kadar saçma ve tehlikeli olduğu açık. Ancak Kuzey Kore'nin sosyalist veya "tam bağımsız" olduğu iddiası da bir o kadar saçma. Bunu tarihine bakarak rahatlıkla anlayabiliriz.
Kuzey Kore'nin Tarihi
Kore, 2. Dünya Savaşı'na kadar Japonya'nın sömürgesiydi. 2. Dünya Savaşının bitmesinin ardından Kore yarımadası, dönemin iki büyük emperyalist gücü olan ABD ve SSCB arasında paylaşıldı. ABD ordusu güneyi, SSCB ordusu da kuzeyi işgal ederek buralarda kendilerininkine benzeyen rejimler kurdular ve bu esnada ülkedeki tüm direnişi ezip geçtiler.
1950'de Kuzey Kore'nin lideri Kim Il Sung, Stalin'den aldığı izinle "Birleşik Kore" için Güney'e savaş açtığını ilan etti. Bunun üzerine ABD ve Çin olaya müdahil oldu ve Kore, emperyalist blokların karşılıklı güçlerini sınadıkları bir savaş bölgesine dönüştü. 3 yıl süren bu savaş yüzünden 3 milyon Koreli hayatını kaybetti. Bu savaş sırasında ABD defalarca nükleer silah kullanma tehdidi savurdu. Ancak savaş, dengelerin değişmediği bir biçimde ateşkesle sonuçlandı.
Savaştan sonra Kuzey Kore SSCB'yi taklit etmeye devam etti. Rejimin halka dayalı "komünist" bir devrimle kurulduğu ve devrimi korumak için çok çalışmak gerektiği şeklindeki yalanlarla işçiler üzerindeki baskılar arttırıldı. Bu müthiş sömürü sayesinde Kuzey Kore hızla sanayileşti, ancak halkın ihtiyaçlarına önem vermeden ve silahlanmayı ön plana alarak. Halkın savaş nedeniyle ABD'ye duyduğu müthiş öfke de bu devlet kapitalisti rejimin devamını sağlayan etkenlerden biri oldu. Her türlü muhalefet ABD ajanlığıyla suçlanarak susturuldu, toplu idamlar gerçekleştirildi. Özgür basın, siyasi partiler, sendikalar ve diğer örgütlenmeler dağıtıldı. Eşcinsellik yasadışı ilan edildi. Sakatlar başkent Pyongyang'dan sürüldü. Tüm bunlar "sosyalizm" iddiasıyla yapıldı, ancak elbette rejimin sosyalizmle bir alakası yoktu. İşçilerin egemen sınıf olarak örgütlenmediği, hatta en basit haklarının bile verilmediği böyle bir rejim sosyalist olamaz. Kuzey Kore'de de egemen sınıf işçi sınıfı değil, bürokrasiydi. Tıpkı SSCB gibi.
ABD ile anlaşma çabaları
60'larda SSCB ile Çin'in arasının açılmasıyla, Kuzey Kore nispeten "bağımsız" bir görünüm arz etmeye başladı. Aslında bu bağımsızlık, çıkarlarına göre zaman zaman Çin'le, zaman zaman da SSCB ile ittifak kurmaktan ibaretti. 89'da Doğu Bloku'nun, 91'de de SSCB'nin çöküşüyle Kuzey Kore ekonomisi büyük bir yara aldı. Fabrikaların yarıdan fazlası kapandı. Yoksulluk ve açlık, sel felaketleri ve kıtlıkla iyice arttı. 90'ların ortasında yaklaşık 2 milyon kişi açlıktan ölürken, on binlerce insan da ülkeyi terk etti. Bugün de bu yoksulluk sürüyor. Üstelik şimdiki lider Kim Jong Il'in devreye soktuğu ve kamu hizmetlerinin kısılmasını, eskiden ücretsiz olan hizmetlerin paralı hale getirilmesini öngören "reform"lar, sıradan insanların hayatını daha da kötü hale getirdi.
SSCB'nin çöküşünün ardından bir çıkış arayan Kuzey Kore, yüzünü sık sık ABD, Japonya ve Güney Kore'ye döndü. Ancak bu ülkelerle ilişkilerini düzeltme çabası her seferinde bizzat ABD tarafından engellendi. Çünkü Kuzey Kore'nin dışa açılması, ABD'nin çıkarlarına aykırı olarak görülüyordu. Güney Koreli kapitalistler için Kuzey Kore hem bulunmaz bir pazar, hem de Çin, Rusya ve Avrupa'ya açılacak bir köprü. ABD ise, son zamanlarda AB ile yakınlaşsa da hâlâ ekonomik olarak kendisine son derece bağımlı olan Güney Kore'nin Çin, Rusya ve AB ile ilişkilerini geliştirmesini istemiyor ve bunun için Kuzey Kore'yi büyük bir tehdit olarak göstermeye devam ediyor. Dışa açılmaya mecbur olan Kuzey Kore de, anlaşma çabaları sonuç vermediğinde nükleer kozunu kullanarak ve Japonya'yı tehdit ederek ABD'yi anlaşmaya zorlamaya çalışıyor.
Obama dönemiyle birlikte söylemler biraz yumuşamaya, 1950'deki savaştan beri halen bir barış anlaşmasının imzalanmadığı Kore'de barış ihtimali dillendirilmeye başlandı. Ancak şimdilik pek bir somut gelişme yok. ABD'nin Asya üzerindeki kontrolünü arttırmaya çalıştığı bu günlerde daha barışçıl bir Kore gerçek olabilecek mi, bunu göreceğiz.
"İşin yüzde 5 ila 10'u kaldı"
Pakistanlı bakan böyle diyordu. SWAT Vadisi’ni ele geçiren Pakistan Talibanı gerillalarının işi bir kaç günde bitecekti.
Geçen hafta Pakistan ordusu SVAT Vadisi’ne girdi. Büyük bir direnişle karşılaştı. Çatışmalarda yüzlerce kişi öldü. Burada yaşayan 2 milyon kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı.
Pakistan Kızılay’ı “çözülmesi imkansız zorluklar” olduğunu açıklarken, sığınmacıların sadece bir kısmının başlarını sokabilecek bir sığınak bulduğunu açıklıyor.
Savaş bölgesinden tahliye edilmek için gereken yüksek ücretleri ödeyemeyenlerin durumuyla ilgili endişeler de artıyor.
Bölgede su ve elektrik yok. Svat Vadisi’nin belli başlı, büyük hastanesi terk edildi.
Bir sığınmacı Uluslararası Kızıl Haç Örgütü’ne; “Ordu köyümde sokağa çıkma yasağı uyguladı. Çatışırken her şeyi yıktılar. Çok korkuyorduk. Bir hafta kadar sonra yiyecek hiçbir şeyimiz kalmadı.” dedi.
Saldırılar, ABD ve müttefiklerinin Afganistan’da geniş alanlara yayılan savaşının parçası. Pakistan’dan sınır bölgesindeki isyancılara ait tesislere saldırmalarını talep ediyorlar.
Çatışmalar ayaklanmalara ve yerel isyanın kuvvetlenmesine yol açtı.
Amerikan işgalinden bu yana 8 yıl geçti ve şimdi yeni bir ülkeden bahsediliyor: Af-Pak. işgalin gerekçesi 11 Eylül saldırısını kimse hatırlamıyor. Usame Bin Ladin’in ise işgalden kısa bir süre sonra ortadan kayboldu.
Pakistanlı bakanın sözleri bu tablo içerisinde oldukça naif bir yalan olarak kalıyor. Pakistan’da ki iktidarın düşmesi sadece bir zaman sorunu.