Volkan Akyıldırım
"Bakın elimde, komutanınıza da okuttum, elimde 1925'in çok gizli derecede yazılmış, içişleri bakanı Şükrü Kaya'nın yazdırmış olduğu özel rapor var. Diyor ki önce tespit edeceksin. Ali, Veli, Hasan, Hüseyin… Önce diyor ekinini yakacaksın. Zorbalık yapıyor, devam ediyor. Hayvanını telef edeceksin. Uslanmadı evini başına yıkacaksın. Uslanmadı öbür dünya ya göç ettireceksin. Kalanını da buradan def edeceksin."
Korg. Selahattin Uğurlu, bir video paylaşım sitesine yüklenen ses kaydında devletin Kürtlere karşı resmi politikasını böyle anlatmıştı. Ekinini yak, hayvanını öldür, evini başına yık, uslanmazsa öldür, kalanı da gönder.

 "Güneydoğu'da ise, bölgesel özerklik, resmi dil dışında öğretim gibi ulus-devlet ilkesiyle çatışan isteklere karşı kesin kırmızıçizgiler çizmek ve düzen değiştirici planlı ekonomik-sosyal kalkınmayı öne çıkarıp bu koşullara uymak istemeyenlerin Irak'taki Türkmen nüfusla değiştirilmesini önermek gerekecektir."
Kürt sorunun barışçıl çözümüne itiraz eden "anayasa hukukçusu" Mümtaz Sosyal, anlaşılan yeterince öldürüldüğüne kanaat getirdi ki Kürtleri Irak Türkmenleriyle değiştirmeyi öneriyor.
Faşist MHP'nin grup başkanvekili Oktay Vural, Kürt sorununda çözümün ırkçılığı anayasal düzeye sıçratacağını söylüyor. Ona göre tek bir ırk var, eğer Kürtler'de Türkler'le anayasal düzlemde tanınırsa bu ırkçılık oluyor.
Irkçılığın bu kadar sıradan ve rejimin kuruluş ilkelerinden biri olduğu bu ülkede yaşayan Türk olmayan herkes gibi Mısak-ı Milli sınırları içinde ikinci en kalabalık nüfusa sahip olan Kürtler her zaman ırkçılıkla karşılaştı.
Irkçılığın kökleri
24 Nisan 1920'de Kürtlere kendi kaderlerini tayin hakkı sözü verilmişti, şu savaş bitsin o zaman halledeceğiz denmişti.
16 Ocak 1923'te Mustafa Kemal ile 7 gazeteci arasında yapılan uzun bir toplantıda Kürt meselesi konuşulur. Kemal, muhtariyet "yani özerklikten bahseder.
20 Nisan 1924 Anayasası ortaya çıktığı anda ise Kürtler unutulmuştur. 1924 Anayasa'sının 2. Maddesi der ki " Türk Devleti'nin dili Türkçe"dir.
Kürtçe yasaklanır, tüm Kürtçe şehir, kasaba ve köy isimleri Türkleştirilir.
Kemalist egemen sınıfın hedefi milli homojen bir kimlik yaratmaktır. Ulus-devlete damgasını Türklük vurmalıdır.
1931 yılında Mustafa Kemal'in emriyle Türk Tarih Kurumu olur, amacı Türk Tarih Tezini Kemalist ideolojiye uygun olarak düzenlemektir. İtalya'da Mussolini'nin faşist diktatörlüğü sürmektedir, Almanya'da 2 yıl sonra iktidarı alacak Naziler ise ırkçı hegemonyasını büyütmektedir. Türk Tarih Tezi'de dönemin ırkçı iklimin bir özetidir, bu teze göre: Medeniyetin ilk çıkış yeri ve beşiği Orta Asya'dır. Beyaz ırkın ilk yurdu burasıdır. Türkler'de beyaz ırktandır ve kökenleri Orta Asya'dır. Göçler sonucu Anadolu'ya gelen Türkler buraya uygarlığı getirmiştir. Hititler (M.Ö. 2000) Orta Asya'dan gelmiştir ve Türklerin atasıdır.
1935 yılında Güneş Dil Teorisi icat edilir. Bu teoriye göre dünyadaki tüm dillerin anası Türkçedir.
Dönemin ruh halini anlatan cümle "ne mutlu Türküm diyene"dir. Koca bir imparatorluğu kaybetmiş, savaşta yenilmiş, elinde sadece misak-ı milli sınırları kalmış Türk egemen sınıfı farklı etnik kökenlerden gelenleri tek bir potada kaynaştırmak ister. "Dili, kültürü, hedefi ortak olan her yurttaş Türk'tür." Bu tanım açıkça ırkçıdır.
1935 yılında Dersim'e devlet tarafından bir askeri vali atanmak istenir. Oysa Dersim Osmanlı İmparatorluğu döneminde hep özerk bir bir bölge olmuştur. 1937 yılında Dersimliler'de huzursuzluk ve protestolar artar. Ayaklanmacıları 3 uçak filosu bombalar. Dersimliler 1938'te ikince kez ayaklanır, bu da kanla bastırılır. Toplam 40 binden fazla insanın yaşamını yitirdiği, 15 bin Dersimli ise göçmek zorunda kalır. Dersim'in adı Tunceli'dir artık. Kürtlere karşı resmi politika Türk ırkçılığı, inkar ve imhadır.
Kürtlerin aslında "dağ Türkleri" olduğunu, dağda karda yürürken çıkarttıkları 'kart-kurt' sesinden dolayı Kürt olarak anıldıkları, Kürtçe'nin aslında Türkçe'nin bozulmuş bir şivesi olduğu fikri izleyen on yıllarca devletin resmi açıklaması olur.
Irkçılık ve devlet
Nihal Atsız gibi kişiler, özellikle Almanya'da soykırımı gerçekleştiren Hitler'in sempatizanı olan küçük çevreler Türk ırkçılığını simgelemez. Irkçılık Türkiye'de rejimle özdeştir ve bir devlet politikasıdır. Devlet politikasını benimseyen tüm partiler ve kişilikler, hangi siyasal tonda, milliyetçiliğin hangi tonunda olurlarsa olsunlar her zaman bir "iç düşman" gördüler.
Kürtler bu çoğul "iç düşmanın" en büyük parçasıydı. Osmanlı İmparatorluğu yılları boyunca, çok önceden beri yerleştikleri bölgeye haritalarda Kürdistan denmişti. 1. Dünya Savaşı'ndan sonra tarihsel Kürdistan toprakları Türkiye, Irak, İran ve Suriye olmak üzere dört ayrı devletin sınırlarıyla bölündü.
Türk devleti ve Kemalist rejim bu yüzden hep diken üstündedir. Kürtler üzerindeki statüko, Ankara'dan atanan asker valiler, ordunun her zaman en önemli parçasının sürdürdüğü askeri işgalle sürdürülebilmektedir. 1938 Dersim İsyanı'nı son olmamış, Kürtler 29 kez ayaklanmıştır. Sonuncu ayaklanma ise sürmektedir.
1924'ten günümüze kadar gelişen hemen tüm ırkçı olay ve kalkışmaların arkasında devlet vardır. 1970'lerde 5 bin insanı öldüren faşist MHP bile eylemlerini devlet politikaları doğrultusunda ve devletin ırkçı güçlerini arkasına alarak gerçekleşmiştir.
"Hepimiz kardeşiz, bu cumhuriyeti biz kurduk" diye başlayan, ama "Türkiye'de yaşayan herkes önce Türktür, alt kimlikler farklı olabilir" diye devam söylem Kemalist rejimin değişmeyen ideolojisidir. Baykal, Bahçeli, Başbuğ bugün aynı ırkçı söylemle Kürt sorununda çözümün karşısına çıkıyor.


Ergenekon ve ırkçılık
1980'ler boyunca devlet ve elindeki tek TV kanalı TRT aracılığıyla Abdullah Öcalan ve PKK'yi "Ermeni dölü" olarak adlandırmıştı.
 ''Doğu sorununun bir Kürt sorunu değil, Ermeni sorunu olduğunu anlattım. 'Bunlar bazılarının hoşuna gitmedi ve buradayım.'' Ergenekon davasındaki ifadesinde Veli Küçük böyle söylemişti.
Ergenekon sanığı İbrahim Şahin'in cebinden çıkan suikast listelerinde 300'den fazla DTP yönetici ve üyesinin "Ermeni" olarak not edilmişti.
1915'te 1 milyon Ermeni'nin katledilmesi bellik ki hafızalardan hiç silinmedi. 20. Yüzyılın ilk jenosidi, Türkiye'de yaşayan ama Türk olmayanlara bakışta neredeyse bir prensip oldu. "Doğulu" olan Kürtlerin imha girişimi, Türk ırkçılığının lanetlediği Ermenilikle gerekçelendirildi.
Buna karşılık uzun yıllar boyunca Türkiye'de tabandan bir ırkçılık gelişmedi. 1980'lerin sonunda ve 90'lar boyunca Kürtlere karşı savaş en şiddetli dönemini yaşasa da onca gerekçe ve kışkırtmaya rağmen Türkler ve Kürtler bir etnik çatışmaya sokulamadı.
1999'da PKK lideri Öcalan'ın Türkiye'ye getirilmesinin ardından bu kez "idam" kampanyası başlatıldı. Toplumda çok yoğun bir şoven rüzgar estirildi.
2001'de AKP hükümet partisi olmasıyla birlikte bir iddia ortaya atıldı: Kamu malları, topraklarımız yabancılara satılıyor. Cumhuriyet gazetesi ve Ergenekoncuların denetlediği kimi sendikalar aracılığıyla Türkiye'nin parsel parsel satıldığı yalanı ileri sürüldü. Bu ilk kez yabancı düşmanı fikirlerin toplumda kökleşmesini sağladı.
2003-2004 ise dört başarısız darbe girişimi gerçekleşirken ırkçılık propagandası giderek arttı. Ermeniler, Hıristiyanlar hedef alınırken bu kez Kürtleri hedef alan örgütlenmeler ortaya çıktı. İzmir'de Kürt nüfus artışının kontrol altına alınması talep eden soka stantları açılacaktı.
Bu dönemde Ergenekon, sözcüsü olan Cumhuriyet gazetesi ya da Yeniçağ türü ırkçı yayınlar aracılığıyla düşmanlık tohumları ekti. ABD  düşmandı, Kürt sorunu aslında ABD kökenliydi ve Kürtler emperyalizmin piyonuydu. Araplar düşmandı, şeriatçılardı ve Türkiye'de inanç sorunu Suudi kökenliydi. Ermeniler ve azınlıklar ise zaten Hıristiyan Batı'nın birer uzantısı ve ajanıydı.
Bu propagandanın ne denli etkili olduğu Hrant'ın öldürülmesiyle başladı. 14 Nisan 2007'de Ankara'da Tandoğan Meydanı'nda toplanan on binlerce insana kürsünden ırkçı mesajlar verilmişti. Birkaç gün sonra Malatya'da Zirve Kitabevi basılacak ve 3 Hıristiyan katledilecekti. Cumhuriyet Mitingleri uzun yıllardır yaratılmak istenen ırkçı bir toplumsal tabana ulaştıklarını gösterdi.
Bugün Kürtlere karşı pervasızca ırkçılık yapanlar, aslında Ergenekon'un yarattığı nefret ikliminden bahsediyor. Belki darbe yapamadılar ama ırkçı bir taban yaratmayı başardılar.
Hedeflerini bugün biliyoruz. Türkü Kürde, Aleviyi Sünni'ye kışkırtarak bir iç savaş ve darbe ortamı yaratmak. Bunu başaramadılar, ancak bugün Kürt sorununun çözümünü engelleyerek yeniden denemek istiyorlar. Onları durdurmak zorundayız.

 

Kavramlar, benzerlikler, farklılıklar
Milliyetçi: Dünyayı bir uluslar hiyerarşisi olarak gören ve kendini doğal olarak üyesi saydığı ulusun çıkarlarını savunan.
Yurtsever: Kendine "milliyetçi" demekten utanan milliyetçi.
Şovenist: Dünyayı farklı uluslar arasındaki mücadeleyle açıklayan, kendi ulusunun diğer uluslardan üstün olduğunu ve başka ulusları ezebileceğini savunan.
Sosyal-şovenist: Kendi egemen sınıfına muhalifmiş gibi görünen, ama kendi ulusunun milliyetçi fikirlerini savunup başka ulusları ezmeyi savunabilen "solcu."
Irkçı: Dünyayı bir ırklar hiyerarşisi temelinde açıklayan, kendini üstün, diğerlerini ise aşağı olarak gören.
Faşist: Irkçılığı eyleme dönüştüren, "saf olmayanı", "yabancıyı", "zayıfı" kısacası farklı olan ne varsa onu yok etmek isteyen.
Ulusalcı: Hem şovenist hem ırkçı, Kürtlere ve Ermenilere karşıysa faşiste dönüşebilen.


Dijital sayı 27 - 11 Mayıs 2021 (pdf)

Dijital sayı 26 - 27 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 25 - 6 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 24 - 23 Mart 2021 (pdf)

Dijital sayı 23 - 16 Mart 2021 (pdf)

Abone olun

Dostlarımız

Marksist.org

Marksizm 2013

dsip
















Su Hakkı Kampanyası