Onur Devrim Üçbaş
1997'de patlak veren Asya krizi aslında IMF'nin en çok övündüğü ülkeleri vurdu. Düşük enflasyon ve yüksek büyüme hızına sahip olduğu için 'Asya Kaplanları' olarak anılan Tayland,  Malezya, Endonezya ve Filipinler krizin odağı oldular. Ülkeler kâğıt üzerinde büyümüş olsalar bile bu büyüme dengeli dağılmamıştı. Orta sınıf erimiş, zenginlerle yoksullar arasındaki fark onlarca kat artmıştı. Bu ülkelerin hepsi devalüasyonla karşı karşıya kaldı, bu ülkelerin işçi sınıfı da büyük bedeller ödedi. Dört ülkede 350 milyon insanın alım gücü hızla düştü, 1998 başında iki milyon üç yüz bin Malezyalı, bir milyon yedi yüz bin Taylandlı, işini kaybetti. Kriz; bu ülkelerle de sınırlı kalmadı. Kore'de uygulanan IMF politikalarına karşı çıkan işçi sınıfı mücadeleyi kaybedince IMF'nin her dediğini yapmak zorunda kaldı.

2001 yılında bu kez IMF politikalarıyla çöküşe geçme sırası Arjantin'de idi. Üç yıldır devam eden ekonomik durgunluk, devasa bir dış borç ile birleşince sonunda bütün Arjantin'in parasını bankadan çekmesine yol açan bir kriz patlak verdi. Halk süpermarketleri yağmalamaya başladı, başkent Buenos Aires dâhil neredeyse tüm büyük kentlerde olaylar çıktı. Hükümet ise olayları ancak tüm ülkede olağanüstü hal ilan ettikten sonra sağlayabildi.
IMF'nin yoksulluk getirdiği ülkeler burada bitmiyor. Cezayir, Endonezya, Haiti, Hindistan, Kolombiya, Meksika, Jamaika vb hep bu politikalar uygulamak zorunda bırakılmış ülkeler. IMF politikaları zaten açlıkla mücadele etmeye çalışan Afrika ülkeleri için çok daha zor olabiliyor. Çünkü bu ülkelere dayatılan politika temel gıda ihtiyaçları yerine ithalat değeri olan kakao, pamuk, muz gibi ürünlerin üretilmesi. Böylece bu ülkelerin tarım politikası o ülkenin halkının çıkarına göre değil birinci dünya ülkelerinin ve çokuluslu şirketlerin çıkarlarına göre düzenleniyor. İthalat için pahalı ürünler üreten ülkeler temel gıda maddelerini ise batılı ülkelerden almaya mecbur hale getiriliyor. Bu aslında 'Afrika'da açlıktan ölen insanlar' hikâyesinin ardındaki gerçeklerden yalnızca biri.
IMF'den alınan borç oldukça bağlayıcı bir niteliğe sahip. Çünkü çoğu zaman ülkelerin yaptığı ödeme sadece faizi karşılamaya yetiyor. Anapara sabit kaldığı için de faiz maliyeti geometrik bir şekilde katlanmaya devam ediyor. Bu da; ülkelerin emperyalizme ve kapitalizme daha sıkı bağlanmasının güvencesi demek. Ancak borçların tamamını ödemek de imkânsız değil. Son zamanlarda birçok ülke zor da olsa IMF'ye borçlarını ödedi ve yeni borç almadı. Bu nedenle kaynakları azalan IMF altın stoklarından bir kısmını satmak zorunda kaldı. Türkiye IMF'nin en iyi müşterilerinden biri. Son yıllarda IMF'den bağımsız olma nutukları atan AKP, küresel ekonomik krizin etkisiyle ekonomi yalpalayınca yine IMF'ye yanaşmak zorunda kaldı. Biliyoruz ki IMF anlaşmaları daha fazla yoksulluktan başka bir şey getirmeyecek. O yüzden hem yeni IMF anlaşmalarına hem de IMF'nin Ekim ayında yapacağı toplantıya karşı güçlü bir muhalefeti örmemiz gerek.

 

 

Acı reçete, kemer sıkma ya da Yapısal Uyum Programları
Yapısal Uyum Programları; IMF'nin borç alan ülkelere dayattığı ekonomik politikalar olarak özetlenebilir. Bu programlar temel olarak 'mali disiplini' sağlamayı amaçlıyor. Mali disiplinin sağlanması için ülkelerin bütçe açıklarını kapatmaları gerekiyor. Bunu başarmanın yöntemi olan ülkelere sunulan; tam da zarar eden bir şirkete önerilen ile aynı, harcamaları düşürmesi. Bu 'harcamalar' ise genellikle kamu yatırımları. IMF başta eğitim ve sağlık olmak üzere, tüm kamusal hizmetlere saldırarak bunların özelleştirilmesini sağlamaya çalışıyor. IMF'nin bunu yapmaktaki amacı zarar edilen alanlardan çekilerek, ödemeler dengesini sağlanması. Elbette bütçe açığının bedelini ödeyecek olan kamusal hizmetlerden faydalanan emekçiler olacak.
Daha küçük bir devlet, daha az harcama yapan bir devlet anlamına geliyor ki bu da zaten IMF'nin amaçladığı bir durum. IMF'nin Türkiye ile olan ilişkisi de bu amaca uygun bir şekilde gelişti. IMF-Türkiye ilişkileri başladığından beri IMF, Türkiye'ye KİT'leri satması, eğitim ve sağlığı özelleştirmesi yönünde baskı yapıyor. İster sağcı isterse 'solcu' hükümetler gelmiş olsun hepsi bu politikaları uyguladı. Bu politikaların bizi getirdiği yer ise 2001 krizi oldu. IMF politikalarının son dönemdeki uzantıları ise SSGSS yasasıyla yok edilmeye çalışılan sosyal güvenlik, kaldırılmaya çalışılan kıdem tazminatı ve YÖK eliyle arttırılan harçlar. Birçok 'sektör' için aynı olan bu yol haritası sadece Türkiye'de uygulanmıyor elbette. IMF politikalarından zarar görmüş birçok az gelişmiş ülke var.

 

IMF: Kapitalizmin gerçek yüzü
Uluslararası Para Fonu ya da daha çok bilinen adıyla IMF, Türkiye halkına hiç de yabancı değil. Emekçiler biliyor ki ne zaman IMF adı geçse, bu daha fazla sömürü, daha fazla özelleştirme ve daha düşük ücretler demek. İMF denilince birçok kişinin aklında küresel bir tefeci canlanıyor. Aslına bakılırsa bu oldukça doğru bir yaklaşım çünkü IMF esas olarak bakıldığında bir tefeci ile aynı işi görüyor.
IMF; 1944 yılında Bretton Woods konferansında kuruldu. İkinci Dünya Savaşı sonrasında kapitalizmi yeniden düzenlemek için ABD ve İngiltere önderliğinde bir araya gelen dünya liderleri egemenliklerini sürdürmek için bazı kurumlar oluşturmaya karar verdiler. Bunlardan biri olan IMF'nin amacı ilk kurulduğunda döviz kurlarını takip etmek ve teknik destek sağlamak iken 1970'lerden sonra ülkelere kredi veren bir organizasyon haline geldi. IMF'nin karar süreçlerinde hangi ülkenin etkili olacağı, o ülkenin IMF'ye ayırdığı fona bağlı. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde oyların %17'sine Amerika Birleşik Devletleri sahip. Türkiye'nin oy oranı ise sadece % 0.45
IMF; burjuvazi'nin, sermaye sınıfının bir kurumu. Bu nedenle olaylara bakış açısındaki ideoloji neo-liberalizm. IMF'ye göre var olan tüm mali sorunların temelinde sermayenin yeterince serbest dolaşamaması geliyor. Bu yüzden yapılması gereken 'serbest ticaret'in önündeki engelleri kaldırarak küresel bir 'serbest piyasa' yaratmak. Bunu yapmanın ise tek bir yolu var; gümrük vergilerini indirmek ve GATT, NAFTA benzeri ekonomik anlaşmalar imzalamak. Peki, bu serbest piyasa ısrarı nereden geliyor? Açık ki, bunun tek bir nedeni var o da azgelişmiş ülke pazarlarının büyük uluslar arası şirketler için çok cazip olması. Kendi sanayisini gümrük duvarları arkasında geliştirmiş olan ABD, Almanya, Japonya gibi ülkeler üçüncü dünya ülkelerini sömürmeye devam etmek için bu anlaşmaları dayatıyorlar. Bu anlaşmaların emekçiler üzerindeki etkisi ise IMF'nin her ülkeye tek tek dayattığı politikalarda görülüyor. Yapısal Uyum Programları adı verilen programlarla ülkeler zor ve sancılı bir sürece çekiliyor.


Dijital sayı 27 - 11 Mayıs 2021 (pdf)

Dijital sayı 26 - 27 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 25 - 6 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 24 - 23 Mart 2021 (pdf)

Dijital sayı 23 - 16 Mart 2021 (pdf)

Abone olun

Dostlarımız

Marksist.org

Marksizm 2013

dsip
















Su Hakkı Kampanyası