Şenol Karakaş
Halil Berktay geçtiğimiz hafta Taraf gazetesinde arka arkaya DSİP, Türkiye'de solun şekillenmesi ve evrimi, 1917 Ekim devrimi ve devrim sonrasında yaşananlar, Komintern politikaları gibi bir dizi başlığı değerlendirdiği birkaç makale yayınladı.
Makalelerin özünde; Türk solunun "anormal", DSİP'in ise "normal" bir solu temsil ettiği, en aklı başında sol gücün DSİP tarafından temsil edildiği vurgusu vardı.
DSİP üyeleri açısından bu görüşler yeni değil, çünkü Halil Berktay aynı görüşlerini Marksizm Günleri'nde de ifade etti. Ne var ki DSİP'i olumlarken kullandığı bir tarif, yani, "Siz, teorinize rağmen doğru politikaları üretiyorsunuz" tezi, doğru değil.
Bozuk saat bile günde iki kez doğruyu gösterir klişesini biliyoruz ama Türkiye'de temel politik tartışmalarda DSİP'in doğru politik tutumlar alması, darbelere amasız, fakatsız karşı çıkması, başörtüsü özgürlüğünü savunması, milliyetçilik virüsüne zerre kadar prim vermemesi, Kürt halkının mücadelesini koşulsuz desteklemesi, cinsel yönelimler üzerindeki baskılara karşı olması, sol milliyetçiliğe karşı sürekli tartışması, kemalizmi bir diktatörlük ideolojisi olarak görüp bu ideolojinin çöküşünün hızlandırılması gerektiğini savunması, seçilmiş hükümetler üzerindeki askeri müdahalelelere ve darbeye zemin yaratmak için her düzeyde çalışan derin yapılanmaya karşı çıkması, Türk solunun genel hastalığı olan "tarafsızlık", "yesinler birbirini" maskesi arkasına saklanan gizli kemalizmini açığa çıkartması, Ermenilere yönelik soykırımın da üzerinden yükselen "Cumhuriyet kazanımları" teziyle dalga geçmesi, AKP analizi, CHP analizi ve Türkiye'de özel bir tehlike olan faşizm analizi ve daha bir dizi belli başlı politik konulardaki analizleri, devrimci bir teoriye, yani marksist teoriye yaslanması nedeniyle mümkün oluyor.
Teori var, teori var! Marksizm var, marksizm var! DSİP'in temel farkı, aşağıdan sosyalizm geleneğini savunması ve bu geleneğin üzerinde yükselmesinde. DSİP'in; darbe girişimlerine karşı çıkabilmesi, 27 Mayıs darbesine de 12 Eylül darbesine de, 28 Şubat'a da 27 Nisan'a da net bir politikayla karşı çıkabilmesi, geleneğine rağmen değil, geleneği sayesinde. Zira, aşağıdan sosyalizm geleneği demokrasiyi, kullanım değeri devrimci partinin ihtiyaçlarınca belirlenen bir araç olarak görmez. Rusya'nın 1920'lerin ortalarından itibaren Stalin önderliğindeki bürokrasinin adım adım örgütlediği bir karşı devrimle devlet kapitalisti bir rejime dönüştüğünü ilk kez açıklayan Tony Cliff, demokrasyle ilgili şunu söylüyordu: "Bize göre işçi sınıfının bağımsız eyleminden ayrı bir sosyalizm olamaz. Sosyalizm yukarıdan aşağıya kurulamaz. Demokrasi olmadan kapitalizm olabilir. Ama sosyalizm, işçilerin kontrolü demek olduğu için demokrasi olmadan olamaz. Demokrasi herşeyin kalbidir sosyalizmde."
Stalinizm, aşağıdan sosyalizm geleneğinin kesintiye uğramasına neden oldu. İşçi sınıfının 1917 yılının devrimci kitlesel eylemleriyle elde ettiği tüm kazanımları gasp etmekle kalmadı stalinizm, aynı zamanda büyük bir maharetle kendisini leninizmin devamcısı olarak da ilan etti. Komünist Enternasyonal de bu karşı devrime bağlı bir şekillenme yaşayarak 1930'larda Rus bürokrasinin dış ilişkilerine yardımcı olan bir araç haline geldi. Stalinist bürokrasi; milliyetçiliği, parti iktidarını ve devlet mülkiyetini sosyalizmin kuruluşunun vaz geçilmez öğeleri olarak kabul ettirdikçe, farklı ülkelerde milliyetçiliği, tepeden örgütlenmeyi, anti demokratik, kendi eylemini işçi hareketinin eyleminin yerine ikame etmeyi, ulusal devlet kapitalizmini geliştirmeyi sosyalizm mücadelesinin temel başlıkları olarak algılayan bir jenerasyon şekillendi.
Bu jenerasyon, stalinizmin sosyalizmden kopuş olduğunu ve Troçki'nin deyimiyle stalinizm ve bolşevizmi bir kan nehrinin birbirinden ayırdığını kavrayamadı. 20. yüzyıl, aynı zamanda, stalinizm ile küresel kapitalizmin küresel suç ortaklığının tarihidir. 1920'lerin sonlarına doğru Çin'de, Fransa'da, ispanya'da istisnasız her devrimci kitle hareketi stalinizmin egemenliği nedeniyle mağlup oldu. Bu hareketler belki yine yenilebilirdi ama stalinizm yenilgiyi kaçınılmaz hale getirdi. Almanya'da ise Hitler'in iktidara giden yolu stalinist "sosyal faşizm" teorisiyle döşendi.
Geçmiş dönemin mağlubiyetlerinin marksist teori açısından anlaşılır bir nedeni var. Troçki'nin faşizme karşı neredeyse tek başına çıkarttığı ve nazilerin yükselişinin önlenmesi için önerdiği birleşik cephe haykırışı ne kadar normalse, DSİP de bugün o kadar normal bir partidir.