Burak Demir
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yeni yasama yılının açılmasıyla, birkaç aydır Türkiye'nin değişmez birinci gündem maddesi olsan Kürt açılımı farklı bir döneme giriyor. Aylardır çeşitli kişi ve kurumlarla görüşmeler yapıp çözüm için zemin hazırlamaya çalışan hükümetin, artık yol haritasını -az ya da çok- açıklayarak somut adımlar atmaya başlaması bekleniyor. Ancak diğer taraftan, barış umuduyla süreci takip edenlerin umutlarını azaltacak gelişmeler de yaşanıyor.
PKK'nin ateşkes ilan etmiş olmasına rağmen TSK'nın operasyonlara devam etmesi, süresi bitmekte olan sınır ötesi operasyon tezkeresinin süresinin uzatılması kararının Bakanlar Kurulu tarafından meclise yollanması, DTP'li milletvekillerinin dokunulmazlık haklarına rağmen polis zoruyla ifadelerinin alınması için çıkan karar, meclisin yeni yasama yılı açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün bir kere bile Kürt kelimesini kullanmamış olması, taş attıkları gerekçesiyle tutuklu yargılanan Kürt çocuklar için AKP'nin henüz hiçbir şey yapmamış olması, açılıma destek veren Hülya Avşar hakkında tuhaf gerekçelerle soruşturma açılması...
Kürt sorunu gibi bir ulusal sorunun kısa sürede çözülecek kadar hafif bir sorun olmadığı zaten biliniyordu. Barışa doğru atılan adımların yanında bazı geri adımların da atılarak, ağır aksak da olsa ileriye doğru bir yol alınacağı umuluyordu. Ancak son gelişmeler barış yanlılarının endişelerini iyice arttırdı. Bu olumsuz gelişmeler AKP'nin Kürt sorununa yaklaşımının "sakat" olmasından mı kaynaklanıyor, yoksa AKP'nin gücü, süreci baltalamaya çalışanlara yetmiyor mu?
Süreci baltalamaya çalışanların baskısı şüphesiz ki çok etkili. Kendisinden beklendiği gibi faşist çizgisini koruyan Devlet Bahçeli ve partisi MHP, merkez sağın da sağındaki konumunu netleştiren CHP ve siyaset üstü konumunu korumak için savaştan beslenen ordu ve bürokrasi... Tüm bu savaş sevdalıları süreci çıkmaza sokmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Ancak artık ne olursa olsun, AKP'nin bu güçlere boyun eğip süreci durdurmak gibi bir lüksü yok.
AKP'nin içinde de sorunu doğru tahlil edemeyen ve çözüm yöntemleri konusunda yanılan milletvekilleri var. Ancak partisini rahatlıkla etkisi altına alabilen Recep Tayyip Erdoğan'ın partisinin son kongresinde yaptığı konuşma da gösteriyor ki Başbakan'ın ve hükümetin açılım konusunda bir tereddütleri yok ve hatta resmi ideolojiyle bağlarını tümüyle koparmış durumdalar.
Türkiye, Kürt sorununun çözümünde artık geri dönülemeyecek bir noktada. Ve kendisini bu sürece bağlayan AKP, ya Kürtlerin lider olarak gördükleri kişileri muhatap alarak ve atılması gereken tüm adımları atarak ileri doğru yürüyecek ya da tepe takla devrilip gidecek. Ya Kürt halkının tüm talepleri gerçekleşecek ya da savaş -belki de eskisinden daha şiddetli bir seviyede- sürmeye devam edecek.
Süreçte yaşanan en önemli sıkıntılardan birisi de AKP'nin solunda, Türkler arasında barışı ve adil bir çözümü savunacak bir sol partinin olmayışı. Sesini şöyle ya da böyle halka duyurabilen ve kendisini sol zanneden partiler ya milliyetçiliğe saplanıp kalmışlar ya da kemalizmin bayrağını sallıyorlar. Bunların sürece destek olmaları şöyle dursun, köstek olmaktan başka yaptıkları bir şey yok.
İşte bu yüzden, yıllardır dile getirilen yeni bir partiye, halkların kendi kaderlerini tayin edebilme hakkını savunan, savaş değil barış diyen, ölüm değil çözüm diyen, Kürt emekçilerle batıdaki işçi sınıfının kardeşlik, ama eşit koşullarda kardeşlik, içindeki mücadelelerine katkı yapan gerçekten sol bir partiye her zamankinden daha fazla ihtiyaç var.
Meclis tezkereye evet dedi
DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk, sınırötesi operasyonlara bir yıl daha izin veren tezkereyi mecliste eleştirdi: "Her şeyden önce Meclis'in yeni yasama yılına savaş tezkeresiyle başlıyor olması ciddi bir talihsizliktir. Oysa TBMM'nin savaş kararı alan bir meclisten, barış yasalarını çıkartan bir parlamentoya dönüşmesi bütün yurttaşlarımızın ortak beklentisi ve özlemidir. Bu aynı zamanda sivilleşmenin de bir gereğidir. Parlamentonun sorun değil çözüm üreten, çatışma değil barışı geliştiren bir Meclis olması gerekir ve beklenir. Ama ne yazık ki, sınır ötesi operasyon tezkeresiyle parlamentomuz bir kez daha askeri vesayetin altına sokulmuştur. Bütün parlamenterler de bilmektedir ki, yıllardır denenen ancak, sonuç alınamayan sınır ötesi operasyonlar çözüm değil çözümsüzlük üretmiştir. İlk tezkerenin çıkartıldığı 2007 yılına kadar Türkiye Kuzey Irak topraklarına 25 kez sınır ötesi operasyon düzenlemiştir. 2007'de çıkartılan tezkereyle birlikte biri kara olmak üzere 100'ün üzerinde hava operasyonu yapıldı. Peki ne değişti?”