Amerikan solunun çok sevilen ilham verici aktivisti Howard Zinn, 87 yaşında kalp krizinden hayatını kaybetti. Bir aktivist, tarihçi, oyun yazarı idi, barışçı bir Amerika için kampanyalarda ön saflarda yer alan bir kampanyacıydı.
Siyah kadınlara eğitim veren Spelman Kolejinde öğretmenlik yapan bir beyazken, Şiddet Karşıtı Öğrenciler Komitesine akıl hocalığı yapıyordu, bu komite radikal bir yurttaş hakları örgütüydü. Okuldan, kadınların eğitiminin "hanımefendiler" yetiştirmek üzere olmaması gerektiğine dair görüşleri sebebiyle uzaklaştırıldı ve 24 yıl boyunca Siyaset Bilimi dersleri vereceği Boston Üniversitesine geçti.
1980 yılında "Birleşik Devletler Halklarının Tarihi" (İmge Yayınevi, 2005) isimli kitabını yayınladı. Kitap adaletsizlikler, baskı ve duyulmayan seslere odaklanıyordu, 1 milyonun üzerinde satışa ulaştı. Zinn bir pasifist olmadığını söylüyordu, ona göre bu çok sabit bir tarafgirlik olurdu. Ancak Vietnam, Irak ve Afganistan savaşları konusunda sert ve tutkulu bir eleştirel tutum takındı. İkinci Dünya Savaşında orduda bombacı idi ve Napalm bombasının ilk defa silah olarak kullanılmasında görev almıştı, Alman askerlerine ve Fransız sivillerine karşı işlenen bir savaş suçu olarak gördüğü bu olaydan dolayı kendisini asla affetmeyecekti.
Zinn'in ailesi ABD'ye göçen eğitimsiz Yahudilerdi, Brooklyn, New York'a yerleşmiş ve fabrikalarda iş bulmuşlardı. Babası Avusturya-Macaristan, annesi ise Sırbistan asıllıydı. Büyüdüğü evde hiç kitap bulunmazdı, babası ona ucuz Dickens kitapları alırdı ve akşamları gazete okurlardı.
Zinn 1930 yılı geldiğinde bir yandan lisede okuyup bir yandan tershanede çalışıyor, faşizm karşıtı gösterilerde yer alıyordu. Savaş sırasında ABD Hava Kuvvetlerine katıldı ve İngiliz üslerinden Fransa, Almanya ve Macaristan hava sahasına yapılan seferlerde yer aldı. Napalm olayı, Fransa'nın batısındaki Royan'da yaşanmış pek çok insanın diri diri yanmasına sebep olmuştu.
Savaştan sonra bölgeye kurbanlarla röportajlar yapmak üzere döndü ve bu konuda iki tane kitap yazdı. Kendi deneyimlerinden bu tür bombardımanların askeri ilerlemeler için değil bir takım ordu mensuplarının kariyerlerindeki ilerlemeler için gerçekleştirildiğini görmüştü. Daha sonra Hiroşima, Nagazaki ve Irak'ta yapılan bombardımanları konu alan kitaplar da yazdı.
Zinn savaşın ardından New York Üniversitesinde tarih okudu. Daha sonra Kolombiya'da 1952 yılında, Colarado'lu kömür madencilerinin aileleri ile ilgili yazdığı master tezi ile uzmanlık derecesi aldı, doktora derecesini alması ise New York'u reforme eden Fiorello LaGuardia kongresi hakkındaki tezi ile oldu. Kolombiya'da hocaları Henry Steele Commager ve Richard Hofstadter idi, daha sonra onlardan öğrendikleri hakkında şöyle yazacaktı: Amerikalı liberaller dünyanın sandığı kadar liberal değiller ve Amerika tarihi iki şeyden ibaret, milliyetçilik ve kapitalizm."
1956 yılında Spelman'a gitti.
1964'te SNCC'ye, Martin Luther King'in yurttaş hakları hareketine katıldı ve o sene SNCC: Yeni Kölelik Karşıtları kitabını yayınladı. Kitap inancının ifadesi işe bitiyordu. SNCC'yi düzene karşı bir tehdit haline getiren şey ona göre "otoriteyi reddedişi, iktidarla yüzleşmedeki korkusuzluğu, itibarlılığa karşı önemsemezliği" idi. Hareketin radikalliği için şöyle yazıyordu "bu bir ideoloji değil, bir ruh hali, ruh hallerini tarif etmek zordur, tıpkı onları kafeslemenin zor olduğu gibi"
Zinn, Spelman'da eğitimin "hanımefendiler" yetiştirmek yerine politikayla ilgili kadınlar yetiştirmeye odaklanması gerektiğini savunduğundan yönetimle sorunlar yaşıyordu. Teorik olarak ayrıcalıklı olsa da bu işinden olmasına engel olmadı. Daha sonra eğitim verdiği Boston Üniversitesindeki yurttaş hakları dersi oldukça popüler oldu.
Çok geçmeden Vietnam savaşına karşı yürütülen kampanyada yer aldı. Kennedy ve Lyndon B. Johnson döneminde kabinede yer alan savaş karşıtı Daniel Elsberg, Pentagon Kâğıtları olarak bilinen ve resmi adı ABD-Vietnam İlişkileri 1945-1967: Savunma Bakanlığı Çalışmaları olan hükümetin gizli savaş belgelerini Zinn ve eşine vermişti. Zinn, Noam Chomsky ile beraber bu belgeleri düzenledi ve 1971 yılında kitap olarak piyasaya sürdü.
Savaş esnasında Daniel Berrigan ile beraber Hanoi'ye (Vietnam) gitti. (Berrigan, savaş karşıtı faaliyetler sebebiyle tutuklanan iki rahip kardeşten biri idi.) Vietnam'da, rehin alınmış üç ABD'li pilotun geri alınması için müzakereler yürüttü.
Yıllar boyunca savaşa ve hükümet politikalarına karşı makaleler yayınladı. Enerjisi ile başka yazarlarca yazılmış 30'un üzerinde kitabın önsözünü yazdı.
1986 yılında Ronald Reagan Tripoli'yi bombalarken şöyle yazıyordu Zinn; "Ulaşılmaz bir amaç uğruna masum insanları öldürmenin utancını örtebilecek kadar büyük bir bayrak yoktur" Irak'taki savaşa karşı çıktığı gibi, Başkan Obama'nın Afganistan savaşını genişletme politikalarına karşı çıktı. İsrail'i ve ABD'li Yahudileri terörizme karşı bir savaş verildiğini ve bu savaşın adil olduğunu söyledikleri için oldukça keskin bir dille eleştiriyordu.
Tüm bu eleştirilerinin muhafazakâr kesimleri rahatsız ettiğini söylemek sürpriz olmayacaktır. Amerikan Halklarının Tarihi kitabı öğrenciler arasında ve hatta toplumda oldukça popüler bir kitap olsa da, liberal tarihçiler dahi kitabın Amerikan tarihine karşı durmak bilmeyen suçlamalarını fazla buluyorlar. Örneğin New York Times'tan Eric Foner kitap için "Amerika deneyimine çok kötümser bir bakış" diyor "siyahlar, yerliler, kadınlar ve işçiler ya isyankarlar ya da kurbanlar olarak tasvir ediliyorlar. Ancak daha az dramatik ve tipik hayatlar -hayatlarını zor koşullarda onurlu bir biçimde sürdürmek için mücadele verenler- yazarın ilgisini çekmiyor" Başka bir radikal tarihçi, Michael Kamen, kitabın başarısız olduğunu söyler.
Her şey bir yana, kim Zinn'in inançlarının temelindeki düşünceyi reddedebilir ki; -insanlar kendi hakları için ve daha iyi bir toplumu yaratmak için seslerini çıkarmalılar. Hayatının son günlerinde şöyle yazmıştı Zinn, "Ne zaman biraz ilerleme olsa, nerede herhangi bir adaletsizlik ortadan kalksa bu oluyor çünkü orada insanlar politikacılar gibi değil, yurttaşlar olarak harekete geçiyorlar. Bir şeyler hakkında şikayet etmekle yetinmiyorlar, çalışıyorlar, eyleme geçiyorlar, örgütleniyorlar, isyan ediyorlar ve gücü elinde bulunduran insanları dikkatlerini çekiyorlar. İşte bugün ihtiyaç duyduğumuz tam da bu"
Godfrey Hodgson
Açıkça partizan bir tarih yazımı
Kitabınız Amerikan Halklarının Tarihi'nin partizanlığından gurur duyduğunuzu söylüyorsunuz. Niçin bir tarihçinin açıkça partizan olması önemli? "Açıkça partizan" diyorsunuz. Bu güzel bir nokta. Çoğu tarihçi için hiçbir konuda açık değişdir. Tarihçiler tarafsız, objektifmişler gibi davranırlar, bir tarafı tutmadıklarını söylerler ancak taraf tutmaktadırlar çünkü toplumun bilinci için hiçbir şey yapmamaktadırlar. Bu hiç kimseyi harekete geçmeye teşvik etmeyecek, statünün devamını sağlayacak bir tarihçiliktir. Bu pasif, gösterişçi akademik tarz aslında oldukça partizandır, ben de bunu ifşa ediyorum. Bence bir tarihçi, bir tarihçi olmasının öncesinde bir vatandaştır, bir insandır. Tarihçilik tüm bunlardan sonra gelir. Tarihçilik, doğası gereği geçmişten kalan sonsuz sayıda verinin bir kısmını seçmeyi gerektirir. Verilerin içerisinden neyi seçtiğiniz, neyi kitabınıza ya da dersinize alıp neyi bir kenara koyduğunuz bakış açınızdan kaynaklanır. Bu seçimi yapmak sizi taraflı hale getirir, zararsız, suya sabuna dokunmayan şeyleri mi tercih ediyorsunuz, yoksa öfke uyandıran, insanları harekete geçmeye sevk edecek şeyleri mi? Bunu öğretmenlik ve yazarlık kariyerimin en başlarında fark etmiştim. Bir keresinde "Eğer elinizde tarih yoksa şu anın esiri olursunuz" demiştiniz. Kimileri bugün ABD'nin sarsılmaz olduğunu düşünüyorlar. Onlara ne derdiniz? Biraz tarihsel bakış açısı işe yarayacaktır. Bu ABD gibi çok güçlü görünen bir ülkenin bile Vietnam Savaşı sırasında hareket yeteri kadar büyüdüğünde boyun eğdiğini ve pes ettiğini görmenizi sağlar. Ya da güneye baktığınızda, bir noktada harekete boyun eğen beyaz liderleri görürsünüz. Tarihte her şeyin korkunç görüldüğü zamanlarda işlerin tamamen değiştiği öyle çok örnek vardır ki! Ya da, Güney Afrika'yı, Doğu Avrupa'yı, Latin Amerika'yı; o asla yıkılmaz gibi gözüken diktatörlüklerden geriye bir şey kalmadı. Onlara karşı öylesine çok öfke birikti ki bir noktadan sonra yok olmak zorundaydılar. Bunları göz önüne alınca, bu çok güçlü ülkenin değişimi için de bir umut görebiliyorum.
The Guardian’dan Berk Efe Altınal çevirdi.