Gökçe Değirmen
İsrail'in Gazze'ye insani yardım taşıyan Mavi Marmara'ya yaptığı kanlı saldırı pek çok tepki aldı kuşkusuz. Çeşitli sivil toplum kuruluşları, öfkeli halkı İsrail ürünlerini boykota, İsrail şirketlerinin ürününlerini almamaya çağırdı. Peki, konsolosluk taşlamak ve bayrak yakmaktan daha isabetli görünen boykot bir çözüm müdür?
Türkiye’deki boykot tarihine uzanırsak farklı dönemlerde, farklı sebeplerle başlanmış ama sonu getirilememiş pek çok boykot bulabiliriz. Ortadoğu'yu yıllarca kana bulamış İsrail'in hukuk dışı ve küstah hareketine vicdan sızladığınca, gücü yettiğince tepki vermek isteyen halk için boykot bir yöntem ama nereye kadar?
Elindeki kanı hiç kurumayan İsrail'in sadece bugünkü değil eski cinayetlerinde de duyarlı oldu bu halk. 75 ürün çeşidinin logosu bulunan forward mailleri ve meydanlarda dağıtılan boykot broşürlerini elden ele gezdirdi, o barkodları ezberledi- ama markete kadar, indirime kadar, medya gündemi değiştirene kadar. Herkes aslında sadece bir süreliğine vicdanını rahatlatabildi sadece.
Elbette tarihte başarıya ulaşmış boykotlar da var. Hindistan’da İngiliz mallarını kullanmamaya çağıran Gandhi'nin çıkrık örneğinde olduğu gibi koloni direnişi türünde ve az sayıda deneyim var. Güncel ve İsrail-Türkiye durumuna model teşkil edebilecek bir örnek bulmaksa mümkün değil.
Duyarlılık dönemlerimizde hızla dağıtılan ve hızla unutulan bu boykot listelerine büyüteç tutarsak aslında sadece İsrail değil yandaşı görülen ülkelerin ürünleriyle daha da uzayıp iyice içinden çıkılmaz hal aldığını farkedebiliriz.
Milka/İsviçre, Braun/Almanya, Unilever (tüm ürünleri)/Hollanda-İngiltere ve kuruluşları İsrail kuruluşundan 50/100 sene öncesine dayanan Johnson&Johnson ve Nestle'ye rastlayabiliriz. Boykot listelerinin 1 numarayı kaptırmayanı McDonald's ve diğer baş kahramanlarsa zaten yıllar yılı ezberimiz.
Tamam diyelim hadi almıyoruz, ama sonra? Bir markayı almamakla iş bitiyor mu? Hayır! Kapitalizmin çarkında o kadar sayısız dişli varken bu imkansız! Şöyle ki örneğin bilgisayar ya da benzeri bir teknolojik ürün düşünelim, içindeki her parçanın neredeyse tamamı farklı ülkelerde imal edilip montajlanıyor ve sonra da tek bir ülkenin malı olarak piyasaya sürülüyor.
Tekstil, kozmetik, temizlik, gıda vb. sanayilerde de aynı durum söz konusudur. Yani boykotçu, kara listesindeki markalara alternatif olduğunu zannetse dahi çok uluslu ortaklıklar karşısına çıkıyor.
Peki hepsinden herşeyden vazgeçtik Gandhi gibi yaptık, hem de hepimiz.. Ne mi olacak? Vicdanımızı rahatlatmak dışında hiçbir şey!
Türkiye-İsrail örneğinde boykotlar samimi olsalar dahi, bireylerin iyi niyetli fakat sınırlı ve de haliyle istikrarsız mücadelesi olarak kalmaya mahkumdur.
Türkiye ve İsrail arasında 1997'de yürürlüğe giren Serbest Ticaret Anlaşması'ndan bu yana açıklanan 43'ü ticari 16'sı askeri toplam 59 anlaşma var ve bir kısmı 5 yılda bir yenileniyor.
Türkiye sadece 2009'da İsrail'e 1 milyar 528 milyon 370 bin dolar ihracat gerçekleştirirken 1 milyar 70 milyon 128 bin dolarlık da ithalat yaptı.
İsrail ise Türkiye’deki kazancına muhtaç değil, kurulduğundan bu yana ABD ve Batı’nın ekonomik desteğiyle ayakta duruyor.
Boykotlar bireylerin iyi niyetli fakat sınırlı ve doğal olarak istikrarsız mücadeleleri olarak kalmaya mahkumdur.
İsrail’i durdurmanın yolu yapılan tüm anlaşmaların yırtılması için hükümet ve meclis üzerinde demokratik basınç oluşturmaktan geçiyor.