Ozan Tekin
12 Eylül’de yapılacak anayasa değişikliği referandumuyla ilgili tartışmalar, Türkiye’nin gündemini son birkaç yıldır işgal eden meseleyi tekrar gündeme getiriyor: demokrasi ve özgürlükler için mücadele. Solun bir kısmı, darbe tehditlerine ve Ergenekon çetesine karşı mücadele konusunda aldığı tutuma benzer bir şekilde, anayasa reformlarını da reddediyor; cuntacıları koruyan geçici 15. maddenin kaldırılmasına, parlamentonun üzerinde bir siyasi güç olarak duran Anayasa Mahkemesi’nin ve HSYK’nın yapısının değiştirilmesine karşı çıkıyor.
Solda buna benzer yaklaşımların iki sebebi var: Birincisi, Türkiye’de tabandan gelen değişim isteğinin, demokrasi ve özgürlükler için mücadelenin varlığını reddetmek. İkincisiyse, demokrasi için savaşımın sosyalizmle ve sınıf mücadelesiyle ilgisiz bir şey olduğu yanılgısı. Oysa işçi sınıfının mücadele geleneği, bu anlayışın yanlışlığını ispatlıyor.
Demokrasinin kökenleri
Kelime anlamı “halkın egemenliği” olan demokrasi kavramı, ilk olarak Antik Yunan döneminde ortaya çıkmıştı. Ancak günümüzdeki anlamıyla, modern demokrasinin doğuşu, Avrupa’da feodalizme karşı mücadeleye dayanır. Kitlelerin politik olarak hiçbir haklarının bulunmadığı monarşilerde, burjuvazi, ekonomik olarak hakim sınıf konumuna geldikten sonra bir dizi ayaklanmayla politik iktidarı da ele geçirdi. Ancak toplumda bir azınlık olan burjuva sınıfı, bunu yaparken çoğunluğu yanına alabilmek için halka bir şeyler vermek zorundaydı. İşte tüm bu mücadelelerin içinde, modern demokrasinin temel kuralları; hukukun üstünlüğü, eşit haklar, örgütlenme ve ifade özgürlüğü, seçimlere dayalı temsili hükümetler gibi kavramlar şekillendi.
İşçi sınıfının demokrasi mücadelesi
Ancak bu, ilk başta oldukça kısıtlı bir demokrasiydi. Hükümetlerin hesap verme yükümlülüğü vardı, ancak kitlelere değil, burjuvaziye. Bütün insanlar eşit doğmuştu; ancak buna kadınlar, köleler veya fabrika işçileri dahi
l değildi. Bu dönemden sonra, gün geçtikçe büyüyen işçi sınıfı hareketi, demokrasi için egemen sınıfla mücadele etmeye başladı. Tarihin ilk kitlesel işçi hareketi olan Çartistlerin temel talebi eşit oy hakkıydı.
İktidarını yalnızca politik demokrasinin varlığıyla sürdürebilen kapitalist sınıfa karşı, işçiler, mücadele deneyimleri içinde hem üretimin dahil olduğu ekonomik alanda, hem de sosyal hayatın diğer tüm alanlarında gerçek bir demokrasiyi işletmenin yollarını keşfettiler. 1871’deki Paris Komünü, proletaryanın kendisini egemen sınıf olarak örgütlemesinin, yani proletarya diktatörlüğünün, yani işçi demokrasinin ilk örneğiydi. Komünün yönetimi, genel oy hakkı ile çeşitli ilçelerden seçilmiş, herkese karşı sorumlu ve her an görevden alınabilir, ortalama bir işçi ücreti kadar maaş alan temsilcilerden oluşuyordu. Polis dahil, tüm kamu görevleri için, aynı şekilde sorumlu ve her an görevden alınabilir işçiler seçiliyordu.
Gerçek demokrasi: İşçi konseyleri
Proletaryanın siyasi mücadelesinin ihtiyaçları, bir dizi devrimde daha (örneğin, 1905 ve 1917’de Rusya’da, 1919’da Almanya’da, 1936’da İspanya’da, 1956’da Macaristan’da, 1979’da İran’da) işçilerin sadece grevi ve direnişleri değil, toplumun işlemesiyle ilgili bütün görevleri yönetmeleri için, doğrudan demokrasinin uygulayıcıları olarak “işçi konseyleri”nin kurulmasını gerektirdi. Bu komiteler, hem halkın çoğunluğu için burjuvazinin demokrasisinden çok daha geniş haklar sunuyor, hem de işçi sınıfının –üretim sürecinin doğasından gelen kolektif özellikleriyle- toplumu ne kadar demokratik koşullarda yönetebileceğini ispatlıyordu. Öte yandan, burjuvazi ise, iktidarının işçi sınıfı ya da ulusal hareketler tarafından tehdit altına alındığı koşullarda, örneğin 1933’te Almanya’da, 1936’da İspanya’da veya 1973’te Şili’de, faşizm ya da askeri darbeler yoluyla, ezilenlerin ekonomik ve politik örgütlerine saldırmak için demokrasiyi rafa kaldırabiliyordu.
Rus devriminin önderlerinden Lenin, demokrasi mücadelesinin işçi sınıfının iktidarı alma sürecindeki rolüne vurgu yapmak için, "Demokrasi uğruna savaşımın, proletaryanın dikkatini, sosyalist devrimden başka yöne çekeceğini, ya da bu devrimi gözden gizleyeceğini, ikinci plana iteceğini vb. sanmak büyük yanılgı olur. Tam tersine, nasıl ki tam demokrasiyi uygulamayan başarılı sosyalizm olmazsa, aynı şekilde, proletarya, demokrasi uğruna, bütün alanlarda tutarlı bir devrimci savaşım yürütmeden burjuvaziyi yenilgiye uğratamaz" diyordu.
İşçi sınıfı, tam da bu yüzden, hem burjuva diktatörlükleri altında aşağıdan mücadelelerle kazanılmış demokratik haklarını korumak için, hem de siyasal, ekonomik ve sosyal alanlarda tam bir demokrasiyi hayata geçirmek için devrimci bir mücadele yürütür. Demokrasi mücadelesi, sosyalizm mücadelesinden bağımsız düşünülemez.
Bu sayıdaki ilgili makaleler:
Batı'da Yetmez ama Evet, Kürt illerinde boykot
Darbe anayasasının değiştirilmesine “hayır” diyen solcuların 11 iddiasına yanıt
Anayasa değişikliği neden yetmiyor?
Sosyalist İşçi: 13 Eylül manzarası