"Lenin’in ulusal sorundaki siyasi görüşü, basit bir 'eşitlik' algısından daha fazlasını içeriyordu. Kapitalist toplumda, egemen sınıfın işçi sınıfının birliğini bölecek her türlü fikrine karşı mücadele etmek gerekliydi. Bu yüzden, ezen ulus sosyalistlerinin, ezilen ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını tanımak dışında alacakları her tavır, kendi egemen sınıflarının çıkarlarına verecekleri bir ödündü.
Ozan Tekin
Hükümetin geçtiğimiz yıl başlattığı açılım sürecinin, barış için Mahmur ve Kandil’den gelen barış elçilerinin tutuklanmasıyla kapanması, Kürt sorununda savaş ve çözümsüzlük sürecini yeniden başlattı. Çatışmalarda her gün onlarca insan ölüyor. Savaş yanlısı CHP-MHP cephesi ırkçılığı yükseltmeye çalışırken, AKP Kürt halkının temsilcilerini muhatap almıyor, Kürt halkına devletin bir asırlık inkâr ve imha politikalarıyla saldırıyor.
Kürt sorunuyla ilgili gelişmeler, anayasa değişikliği referandumu süreciyle birlikte işliyor. Statükonun bekçilerinden faşist MHP’nin miting yaptığı İnegöl’de, aynı gün Kürtler tehdit ediliyor. Çıkan kavga, faşistlerin kışkırtmasıyla Kürt halkına linç girişimine dönüşüyor. Ertesi gün aynı sahneler Hatay’ın Dörtyol ilçesinde tekrarlanıyor. Bölgeye girmek isteyen BDP heyeti Dörtyol’a sokulmuyor. Hükümet ise, provokasyonların çift taraflı olduğunu söyleyerek, anayasa değişikliği sürecinde muhatap almadığı BDP’yi ve Kürt Özgürlük Hareketi’ni, Kürt halkının katilleriyle, Ergenekoncularla aynı kefeye koymaya çalışıyor.
Savaşın sorumlusu Kürt halkı mı?
Ana akım medyada Kürtlerin ayrılma hakkı ırkçılık temelinde ele alınırken, solun çeşitli unsurları, ölümlerin durması için Kürt hareketine silah bırakma çağrısı yapıyor.
Sorunun Kürt hareketinin silah bırakmasıyla çözüleceğini düşünen anlayış, sorunun tarihini ve nedenlerini bilmiyor olmalı. Kürt Özgürlük Hareketi, barış umudu doğduğunda, 2009 yılının ilk aylarında bir kez daha tek taraflı ateşkes ilan etmişti. Bu ateşkesin süresi, açılıma devam edileceği, Kürt siyasetçilerin ve Kürt önderlerin muhatap alınacağı ümidiyle defalarca uzatıldı. Ancak henüz açılımın ilk aylarında, Türk ordusunun operasyonlarında onlarca gerilla hayatını kaybetmişti.
Üstelik, Kürt halkına ezelden beri savaşmayı dayatan, demokratik yollarla siyaset hakkı tanımayan yine Türkiye Cumhuriyeti’ydi. Kürt sorununun sebebi PKK’nin varlığı değil, devletin bir ulusun kimliğini reddetmesi, buna karşı çıkıldığında ise savaş yöntemlerine başvurması.
Marksistlerin ulusal soruna bakışı
Sosyalistler, kapitalist toplumda halkların aynı ulusal devletler içerisinde yaşamalarını ancak “gönüllü birliktelik” kapsamında onaylayabilirler. Bunun anlamı şudur: ezilen ulus, kendisini sınırları içerisinde tutan bir devletin içinde yer almaya devam edip etmeyeceğine kendisi karar verir. Bu konuyla ilgili ezilen ulusun siyasi hareketine akıl vermek, ezen ulus sosyalistlerinin işi değildir. Ezen ulus sosyalistleri, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını, ayrılma hakkı dahil, koşulsuz olarak tanırlar. Türkiyeli sosyalistler, Leninist kendi kaderini tayin hakkı ilkesi gereğince, Kürt halkının siyasi hareketine “koşulsuz-eleştirel” destek verirler. Eleştiri, ancak ve ancak desteğin “koşulsuz” olduğu durumda yapılabilir.
Bolşevik Parti liderlerinden Lenin, 20. yüzyılın başında, ulusların kaderlerini tayin hakkını savunurken şöyle diyordu:
“Kapitalizm gelişmektedir ve türdeş olmayan toplulukların bütünleşmiş devletleri içinde olsun, ayrı ulusal devletler içinde olsun, şu ya da bu biçimde gelişmeye devam edecektir. Her iki durumda da işçiler sömürüleceklerdir ve sömürüye karşı başarıyla savaşım verebilmek için, proletarya, her türlü milliyetçilikten arınmış olmalıdır; o, eğer deyim uygun düşerse, çeşitli ulusların burjuvazileri arasında üstünlük uğruna süregelmekte olan, savaşımda mutlak olarak yansız kalmalıdır. Eğer herhangi bir ulusun proletaryası, "kendi" ulusal burjuvazisinin ayrıcalıklarını en hafif şekilde de olsa desteklerse, bu, kaçınılmaz olarak, öteki ulusun proletaryası arasında güvensizlik yaratacaktır; işçilerin uluslararası sınıf dayanışmasını zayıflatacak, onları bölecektir ve böyle bir duruma sevinecek olan, ancak burjuvazi olacaktır ve ulusların kendi kaderini tayin etme ya da ayrılma hakkının reddedilmesi, uygulamada kaçınılmaz olarak, egemen ulusun ayrıcalıklarının desteklenmesi anlamını taşır.”
Lenin’in ulusal sorundaki siyasi görüşü, basit bir “eşitlik” algısından daha fazlasını içeriyordu. Kapitalist toplumda, egemen sınıfın işçi sınıfının birliğini bölecek her türlü fikrine karşı mücadele etmek gerekliydi. Bu yüzden, ezen ulus sosyalistlerinin, ezilen ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını tanımak dışında alacakları her tavır, kendi egemen sınıflarının çıkarlarına verecekleri bir ödündü. Farklı ulustan işçilerin birliğini sağlamanın yegane yolu, ezen ulus işçilerinin, kendi burjuvazileriyle aralarında hiçbir ortak çıkar ilişkisi olmadığını ezilen ulusun emekçilerine ispatlamasıydı.
İşçi sınıfını bölen fikirlere karşı mücadele
Kapitalizm altında hâlâ ulusal çelişkiler var, Bolşeviklerin bu konudaki görüşleri hâlâ güncel. Türkiyeli sosyalistler, Kürt halkının nasıl yaşayacağına karar veremezler, Kürt siyasi hareketine ağabeylik yapılmazlar. Onların görevi, Batı’daki emekçiler arasında Türk milliyetçiliğine karşı amansız bir mücadele vermek, Kürt halkı özgürleşmeden Türkiyeli işçilerin özgürleşemeyeceğini anlatmak, Türk egemen sınıfına sorunun çözümü için Kürt halkını, Kürt Özgürlük Hareketi’ni ve Kürt liderleri muhatap alması yönünde baskı yapmaktır.
Şovenizm nedir?
Dünyayı farklı uluslar arasındaki mücadeleyle açıklayıp, kendi ulusunun diğer uluslardan üstün olduğunu ve başka ulusları ezebileceğini savunan anlayışa şovenizm denir. Marksist gelenek içerisinde, şovenizm kavramı asıl olarak 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla gündeme gelmişti.
Savaş patlak verdiğinde, 2. Enternasyonal’in üyesi sosyal demokrat (o zamanki anlamıyla Marksist) partilerin çoğunluğu, kendi hükümetlerinin savaş bütçelerinin lehinde oy kullandılar. Bu, farklı uluslardan işçilerin, ulusal burjuvazilerinin çıkarları nedeniyle birbirleriyle savaşmaları anlamına geliyordu.
Bir ulusun nasıl yaşayacağına başka bir ulusun karar vermesine, ulusal baskıya soldan gerekçe bulanlara ise “sosyal-şovenist” denir.
Şovenizme karşı mücadele
Başta Rusya’daki devrimci sosyalistler olmak üzere, bazı ülkelerin partileri ise bu anlayışa karşı çıktı. Lenin, 1. Dünya Savaşı’na girmeyi savunarak işçi sınıfını ulusal burjuvazinin peşine takan, proletaryanın uluslararası birliğine zarar veren sosyal demokratları “sosyal şovenizm”le suçluyordu. Bu fikir ayrılığı, Zimmerwald Konferansı’nın toplanmasına ve 2. Enternasyonal’in dağılmasına neden oldu. Günümüzün sosyal demokrat geleneği, bu bölünmede sosyal şovenist tutum alan reformist kökenlerden geliyor.
Lenin için, 1. Dünya Savaşı’nda sadece “barış” sloganını öne çıkartmak da yeterli değildi. Emperyalist savaştan işçi sınıfının hiçbir çıkarı olamazdı; proletarya, paylaşım savaşı döneminde “ulusal savunmayı zayıflatmama” gerekçesiyle mücadelesinden bir an bile ödün vermemeli, kendi ülkesindeki bunalımı derinleştirmeye ve bunu işçi sınıfının iktidarına yol açacak bir iç savaşa dönüştürmeye çalışmalıydı. Bu nedenle, Lenin, Nisan Tezleri’nde “devrimci yenilgicilik” taktiğini öne sürdü. Buna göre, emperyalist paylaşım savaşında her ülkenin sosyalistleri, kendi hükümetlerinin yenilgisi için uğraşmalıydı: “Gerici bir savaşta, devrimci bir sınıf kendi hükümetinin yenilgisini arzulamaktan başka bir tutum takınamaz ve hükümetinin askeri açıdan gerilemesinin onun yıkılmasını kolaylaştırıcı bir gelişme olduğu gerçeğini görmezlikten gelemez. Savaşa katılmış tüm ülkelerin sosyalistleri 'kendi' hükümetlerinin yenilgiye uğramasını arzuladıklarını ifade etmelidirler. Devrimci yenilgicilik sloganının reddedilmesi, devrimci savaşkanlığın içi boş, bayağı bir söz haline getirilmesi ya da su katılmamış bir ikiyüzlülük anlamına gelir.”