Şenol Karakaş
12 Eylül’de gerçekleşen referandumda soldan ve sağdan kopartılan fırtınanın gürültüsü bir kanara bırakılınca, yaşanan asıl tartışmanın AKP’nin karakteriyle ilgili olduğu anlaşılıyor. Referandumda “Hayır” kampanyası yapanların temel vurgusu, AKP’nin bir şeytan icadı olduğu yönünde. Buna göre, bir gördüğümüz AKP var, bir de “gerçek” AKP, gizli planları olan, cumhuriyet değerlerini İranvari, Humeyni yöntemleriyle ayaklar altına almak isteyen, alttan alta sivil bir diktatörlük kurmaya çalışan, faşistten daha beter olan, emperyalizmle işbirliği halinde Türkiye’ye biçilen yeni rollere halkımızı sürükleyen AKP.
13 Eylül itibarıyla her hangi bir şeriatçı darbe gerçekleşmediğine göre AKP hala gizliden gizliye çalışmaya devam ediyor belli ki!
Bu paranoyak analizlerin marksizmle, sınıflar mücadelesiyle hiçbir ilgisi yok. Adı üzerinde, analizler paranoyak teori parçacıklarıyla dolu. Hele hele bu analizleri sahiplenenlerin, referandumda “Hayır” oyu veren %42’lik dilimi, keskinleşmiş sol oylar olarak ilan etmesi, AKP korkusunun, şaşkınlığın bu kadarına pes dedirterek, MHP gibi sicilli faşist bir partinin aldığı ve emekli darbecilerin verdiği oyları solda saymaya neden olabiliyor.
Oysa AKP bildiğimiz türden bir burjuva partisidir. Milyonlarca insandan oy almayı başaran bir burjuva partisi! Demokratik bir parti değildir, değişim için varını yoğunu ortaya koyan bir parti de değildir, Türkler adına Kürt halkının en önemli dostu olan bir parti olmadığı gibi, darbe ve askeri vesayet sorununa “esas düşman içeridedir” diye yaklaşan bir parti de değildir.
Bir burjuva partisidir.
Bu parti hakkında yanılsama yaratan ise Türkiye’de cumhuriyetin oluşumundan beri hakim olan ve kendisini darbelerle pekiştiren devlet yapısıdır. Cumhuriyet devlet bürokrasisi ve sermayenin devlet kapitalisti birikim modeliyle birlikte şekillendi. Kemalizm, bu birikim modelinin ideolojisi oldu. Tek parti diktatörlüğü, asker ve sivil bürokrasinin sermaye gruplarıyla içli dışlı olan egemenliği, sola ve işçi sınıfına, dindar topluluklara, tüm gayri Müslimlere ve Kürt halkına karşı örgütlü bir devlet gücü olarak şekillendi.
İşte bazı solcuların sağcılığını tescilleyen “cumhuriyetin kazanımları” teorisi, bu devlet gücünün en tepesine çöreklenmiş olan silahlı ve silahsız devlet bürokrasisinin kazanımları ve değerleridir.
28 Şubat 1997’de gerçekleşen darbe, bu gücün son şatafatlı darbesi oldu. 1980’lerin ortasından itibaren, hem sermaye devlet bürokrasisiyle iktidarı geleneksel biçimiyle paylaşmaya son verme kararı aldı, hem de darbenin ağırlığını üzerinden atan toplumsal muhalefet giderek baş kaldırdı. Önce Kürt halkı baş kaldırdı. Sonra örgütlü işçi sınıfı 1989 bahar eylemleriyle toplumsal yapıyı salladı, ardından solun ve sosyal demokrasinin küresel kapitalizmin krizi karşısındaki çaresizliğine savrulmayan siyasal İslam kitlesel bir karakter kazandı.
28 Şubat darbesine kadar, “cumhuriyetin değerleri” delik deşik olmuştu zaten.
2001 krizine toplumun yanıtlarından birisi sağdan ve soldan merkez partileri meclis dışında itmek oldu.
AKP de 2002 yılında seçimlerde birinci parti oldu.
Tabanda, aşağılarda gelişen toplumsal değişim isteğinin bir yönünü, burjuva sınıfının egemenliğini pekiştirecek biçimde sahiplenen AKP, orta sınıflarla büyük sermaye arasındaki bağlantı kayışlarını da onararak, egemen sınıf açısından istikrarlı bir siyasi yapının şekillenmesinde belirleyici oldu.
AKP, demokratik olduğu için değil, mecbur olduğu, iktidar ortaklığının sona ermesini istemeyen silahlı-silahsız bürokrasi kendisini devirmek istediği için değişimden ve demokrasiden yana. Bu yüzden demokratik alanda attığı her ileri adımdan sonra hemen duraklıyor. Şaşırıyor, paralize oluyor. Kürt açılımı bu yüzden saçma sapan bir hale geldi.
Sosyalistler için, örgütlü işçi sınıfı için bu değişiklik, özgürlükler alanının genişlemesine yarayabilir. Yeter ki aşağıdan, sınırsız örgütlenme, düşünce ve ifade özgürlüğü için mücadele sürdürülsün.
AKP’yi gerçekten teşhir edecek olan da bu muhalefettir. Silahlı bürokrasinin kazanımlarını, “Cumhuriyet kazanımlarını” solun kazanımları olarak gören yaklaşım değil.
Bu tür muhalefet AKP’yi rakipsiz kılıyor. Lenin, “ağlamayan çocuğa meme vermezler” demişti. Türkiye’de askeri vesayet çökerken, reformlar için mücadelenin sözcülüğünü sosyalistler yapabilirse, AKP’nin elinden değişimin sözcüsüymüş gibi taşıdığı bayrağı almak için bir şansımız var.