Canan Şahin
20 Mayıs Cuma günü gazetelerin manşetleri bir kadın ölümü haberi daha verdi. Hülya Tazegül kafasından ve karnından yediği kurşunlarla, ayrılmak istediği eşi Turgay Tazegül tarafından öldürüldü. Tam da Ayşe Paşalı'nın katili olan eski eşi müebbet hapisle cezalandırılmış ve Türkiye'de ilk kez yargının bu kadar çabuk ve indirim uygumaladan karar vermiş olmasına sevinirken. Hülya olayında suçlular çok bariz. İki yıldır şikayetçi olduğu halde Turgay Tazegül'ü sadece ifadesini alıp bırakan polis kuvvetleri. Koruma isteği olmasına rağmen işçi bir kadının dertleriyle uğraşamayacak kadar yoğun ve ulaşılamayacak kadar yüksek olan Cumhuriyet Savcılıkları. Ve tabii ki kemer atölyesinde mesaisi bittikten sonra oğluna ekmek götüren karısını 'barışma' isteğni reddettiği için vuran Turgay Tazegül.
İki yıldır sürekli iş değiştirerek oğluna bakmaya ve yaşamaya çalışan bir kadındı Hülya. Aynen Ankara Adliyesi'nde çalışarak kızlarına bakmaya çalışan bir diğer işçi kadın Ayşe Paşalı gibi. Bu hikayeleri okuyan her kadının dünyayı erkek dünyası olarak görmesi çok olası. Feministler (sosyalist feministler dahil) yargı erkek, devlet erkek, sistem erkek derken aslında bu ilk bakışta görünen şeyi sloganlaştırıyorlar. Peki kadınların şiddet gördüğü ve yıkmak istediklerinde bedeli hayatlarını kaybetmeye kadar giden aile kurumu neden bu kadar önemli? Neden devlet iki yıldır şiddet gören bir kadının boşanma talebini hemen kabul etmeyecek kadar bu kuruma düşkün? Yani Marks'ın bundan 150 yıl önce adını koyduğu gibi bu aile neden kutsal?
Sistem erkek mi?
Kadınların içinde yaşadığımız sistemde 'ana rolü' çocuk doğurup büyütmek ve esas işi işçi olmak olan eşlerini tekrar çalışabilir halde tutmaktır. Buna Engels yeniden üretim süreci diyor. Bu rol kadınlar çalışsa da değişmez. İki yükü birden taşımak zorundadır. Peki bu durum erkek işçi ve patronların kadınları evde tutmak için birlikte hazırladıkları bir komplo sonucu mu doğmuştur? Hayır. Kadının özelleşti-rilmiş olan ev içinde ürettiği her şeyi toplumsallaştırmak sistem için pahalı olduğu için aile kurumu kutsanmıştır ve rolleri burjuva ailelerin değer yargılarıyla biçimlendirilmiştir. Yani kapitalist sistemde ailenin gerekliliği doğrudan erkek için değil sermaye birikimi içindir. Eve ekmek getiren erkek kendini evin reisi olarak hissederek aslında içinde olduğu ezilmişlik konumundan kendini bir kademe yükselmiş hisseder. Patriark değildir. Toprak sahibi değildir. Artık ürünün sahibi değildir. Fakat evinde çocuğunu büyüten kadının sabihi olduğunu sanabilir ya da bütün aileyi geçirdirecek (güya) paranın kontrolünü elinde tutabilir. Bütün bu iktidar ilüzyonları erkek işçileri egemen sınıfın aile değerlerine ikna edebilir. Benzer bir şekilde kadınlar da kendilerini pasifize eden değerlere ikna olabilirler. Bu istenendir, okul kitaplarında resmedilen, dinde anlatılan ve yasalarda maddeleşen cinsiyetçiliktir. Ama kadınlar bu rollere meydan okuyabilirler de? Nasıl?
Çalışan kadınlar, değişen değerler! Kutsal denge bozulur!
Eğer kadın çalışarak biraz da olsa o köhnemiş aile kurumun dışına çıkıyorsa kriz kaçınılmaz olur. Çalışan kadınlar ev işleriyle ilgili erkeklerle tartışmaya başlar. Çünkü kadın artık kapalı dünyadan çıkmıştır ve doğal bir biçimde ev sorumluluklarının yerine getiricisi olmadığını düşünür. Bu her günkü çatışmalarda kadınların değiştirdiği çok şey var. Bunların bir kısmı ev içinde erkekle tartışarak kazandığı şeyler bir kısmı ise erkeklerin de desteğiyle patronlardan kazandığı şeyler. Doğum izinleri, eşit ücret hakkı, sendika hakkı vs. Şu ana kadar anlattığım dünyada kan, şiddet, taciz ve tecavüz hikayesi yok. Ama bunlar aslında bu sistemde kadınların günlük hayatlarının bir parçası olmuş denebilecek kadar yaygın. Turgay Tazegül işsiz ve alkolik bir işçi sınıfı erkeği. Hülya Tazegül'ün çalışarak geçindirmeye çalışmış olduğu "ailenin" içinde her gün kendi değersizliğinin acısını karısından çıkarmaya çalışmış bir erkek. Onu göz altına alıp bırakan polisler ise ailenin korunması gerektiğini kanunlardan öğrenerek uygulayan resmi kolluk güçleri. Hülya'ya koruma vermeyen savcılar ailenin toplumun en küçük en önemli en çekirdek en vazgeçilmez kurumu olduğuna her gün hükmedilen yargının yorumcuları. Bunların hepsi suçlu. Düne kadar bunların hiçbiri ceza almazdı. Nihayet Ayşe Paşalı'nın katili müebbet aldı. Turgay Tazegül de müebbet alabilir. Ama yargı ve polisin ihmalleri yanlarına kar kalacaktır. Cumhuriyet Başsavcılığı’nın ihmalini bir müebbet kararı daha kapatır mı? Ya da müebbet hapis cezaları kaç Hülya'yı kurtarır?
Bu cinayetlerin artması AKP muhafazakarlığının mı bir sonucudur?
AKP'nin, kadın sorunu söz konusu olduğunda aklına gelen ilk kelime 'aile'. Aileden ve Kadından Sorumlu Bakanı Aliye Kavaf yemiyor içmiyor aileyi koruma konferanslarına katılıyor. Eşcinseller aileye tehdit, gevşek boşanma yasaları aileye tehdit. Misyonu bu kurumu çelikten duvarlarla sarmak. Öyle ki Hülya Tazegüller içinden çıkamasınlar. Bütün bunlarla birlikte AKP bu konuda kendinden önceki iktidarlardan daha mı geride. Değil. CHP'sinden AKP'sine sistemin tüm burjuva partileri aynı değerleri savunur durur ezelden beri. Cinayet haberlerine baktığımızda karşımızdaki erkek profili ise Cuma namazından çıkmış, Fethullah Gülen cemaati üyesi ve kadınlara düşman 'gerici' bir erkek profili değil. AKP tabii ki iktidar partisi olarak yaşanan şiddetten sorumludur. Bakanlığı sığınma evi açmak yerine konferans düzenlediği için. Kadının doğuracağı çocuk sayısını tayin eden bir başkanı olduğu için. Ama ezilmişliğimiz AKP ile başlamadı ve AKP ile bitmeyecek.
Batsın, ahlakınız batsın!
Sistemin bize doğalmış gibi dayattığı roller değişmedikçe cinsiyetçilik yeniden üretilmeye devam edecek. Yasalar ve onun uygulayıcıları kadınlar aleyhine işlerken erkekleri korumaya çalışmıyor özünde. Norm haline getirdiği ahlak anlayışı ve kutsadığı aile kurumuyla kadınları ikinci cins yapan çünkü kadını yaptığı işleri maliyet olarak gören, kar güdüsünden başka bir güdüsü olmayan sermaye sahiplerinin değerlerini koruyor.
Sosyalistler cinslerin eşitliği için verilen tüm mücadelelerin örgütleyici olmak zorundalar. Yargısından medyasına tüm kurumlardaki cinsiyetçiliği teşhir ederken, kadınların özgürlüğü için onu tutsak eden tüm değerlere karşı da savaş açarlar. Kocalarından boşanmak isteyen kadınları 'ahlak' üzerinden suçlu ilan eden tüm değerlere, şiddet görürken şahit olunduğu halde gizlenen çünkü aile içinin özel olduğunu anlatan tüm ahlak değerlerine, oğlu ve eşine balyozla şiddet uygulamış birini gözaltından serbest bırakan yüce devletin üniformalı güçlerinin ahlaki değerlerine meydan okuyoruz.