Günümüzde televizyon reklamlarından tutun da siyasetçilere kadar kimsenin dilinden düşürmediği bir kelimedir 'özgürlük'. Hiç kimse 'ben özgürlük istemiyorum' ya da 'ben başkalarının özgür olmasını istemiyorum' demez, ancak yine herkesin kabul ettiği gibi üzerinde yaşadığımız dünya herkesin özgür olduğu bir dünya değil.
Sosyalistler için ise özgürlük, diğerlerinden farklı olarak, 'olsa ne kadar güzel olur' diye ifade edebileceğimiz bir tercih olmanın çok ötesinde olmazsa olmaz bir zorunluluktur. Özgürlükçü olmayan bir sosyalizm olamaz. Aynı zamanda belirsiz bir tarihte bir gün herkesin yaşayacağı soyut bir hayal ya da nihai hedef değil, bugünden inşa edilmesi, kurulması, pratiğe geçirilmesi gereken bir süreçtir. Üstelik, tepeden inmeci diğer devrimci akımların önerdiği gibi bu süreç sadece bu sistemin alaşağı edilmesiyle sona ermez.
Marks, Komünist Manifesto'da yeni toplumu tarif ederken, "Sınıfları ve uzlaşmaz sınıf çelişkileriyle birlikte eski burjuva toplumunun yerini, tek tek kişilerin özgür gelişiminin herkesin özgür gelişiminin koşulu olduğu bir birlik alacaktır", der. Yani birilerinin -bir parti, devlet, ordu- birilerine bahşettiği bir özgürlükten değil, toplumsal, kolektif, bireyin içinde yaşadığı toplum ile etkileşim içinde olarak özgürleştiği, tek tek kişilerin özgür gelişiminin herkesin özgür gelişiminin koşulu olduğu bir özgürlük anlayışından bahseder.
Eğer sosyalizmin 'işçi sınıfının kendi eseri olduğunu' düşünüyorsak, yani bu sistemi alaşağı edecek olanın ezilenlerin aşağıdan mücadelesi olduğuna inanıyorsak böylesi bir özgürlük anlayışını bugünden hayata geçirmek için mücadele etmek sosyalistlerin önde gelen görevlerinden birisidir. Çünkü özgürlük mücadelesi, soyut bir hedef değil, somut koşullardan yola çıkarak tanımlanan, talepleri olan bir mücadeledir ve kapitalizme karşı mücadelenin 'yan unsuru' değil olmazsa olmazlarından birisidir.
Egemen fikirler egemen sınıfın fikirleridir
Tabii ki tarih Marks'ın da ifade ettiği gibi sınıf savaşımları tarihidir. Dolayısıyla günümüzde belirleyici olan burjuvazi ve proletarya arasındaki mücadeledir. Ve bu mücadelede bizi sözünü ettiğimiz özgürlük anlayışının egemen olduğu bir topluma taşıma yeteneğine sahip olan güç işçi sınıfının mücadelesidir, çünkü işçi sınıfı üretim ilişkilerindeki konumu itibariyle bu sistemi kalbinden vurma yeteneğine sahip olan tek güçtür. Ancak burjuvazi ve proleterya arasındaki bu mücadelede egemen sınıf kendi varlığının ezeli ve ebedi ve zorunlu olduğunu topluma sadece zor kullanarak değil, aynı zamanda ikna ederek kabul ettirir. Marks bunu çok güzel bir şekilde 'egemen fikirler egemen sınıfın fikirleridir' cümlesiyle ifade eder. Egemen sınıf bu fikirleri ile hem içinde yaşadığımız sisteme bizi yeniden ikna eder hem de bu fikirlerle kendisine karşı mücadele edebilecek olanları milliyetler, inançlar, cinsiyetler ve cinsel yönelimler temelinde bölerek onların kazanma yeteneğini zayıflatmaya çalışır. Türk-Kürt, Alevi-Sünni, kadın-erkek, başörtüsü takan ve takmayan gibi ayırımlar aslında çıkarları bir ve ortak olan kesimleri sürekli karşı karşıya getirir.
Dolayısıyla sosyalistler sadece 'ekmek peynir' mücadelesiyle değil, toplumun tüm ezilenlerin mücadelesini ve özgürlük talebini kendi mücadelesi ve talebi olarak görür ve bu mücadelelerin kazanması için onlarla birlikte davranır. Çünkü her bir ezilen kesimin kendi taleplerinden yola çıkarak verdiği mücadele hem mücadele edenleri değiştirir, onların kafalarındaki egemen fikirleri kırar hem de bütün ezilenleri bu mücadelede birleştirir.
Dolayısıyla her tür özgürlük talebi emek eksenli mücadele ile doğrudan bağlantılıdır.
Her kazanılan özgürlük talebi 'ekmek peynir' mücadelesi de dahil olmak üzere başka mücadelelerin kazanmasının önünü açar, ezilenlerin kendine olan güvenini kazanmasını ve bir sonraki mücadeleye daha güçlü atılmasını sağlar.
Bugüne kadar neler yaptık?
'Tüm ezilenlere özgürlük istiyoruz' talebiyle bir araya gelen yazarlar, akademisyenler, sanatçılar, aktivistler, insan hakları savunucuları ve sosyalistler 4 Kasım 2010'da bir imza kampanyası başlattı:
n Başbakanın rektörlerle yaptığı görüşmeyi protesto ederken polisin şiddet uygulamasını protesto etmek için 8 Aralık'ta Anakara'da yürüyüş gerçekleştirdi.
n Kürtçe'ye, başörtüsüne, Cem Evlerine özgürlük demek için 10 Aralık'ta basın toplantısı yaptı. Basın toplantısına, Osman Ergin, Doğan Tarkan, Hayko Bağdat, Necmiye Alpay, Eren Keskin, Zeynep Tanbay, Şanar Yurdatapan, Ferhat Kentel ve birçok destekçi katıldı.
n İnisiyatifin öğrenci aktivistleri 11 Aralık günü "Üniversitelerde Özgürlük İstiyoruz İnsiyatifi" olarak sokağa çıktı ve "Bu ülkede öldürülme yaşı sıfır" diyerek Dolmabahçe'de bir öğrencinin çocuğunu düşürmesine neden olan polis şiddetini protesto etti. Polis dışarı, anadil, başörtüsü içeri diyen öğrenciler taleplerini dillendirdi.
n İnisiyatiften öğrenciler, 18 Aralık günü Genelkurmay'ın bir gün önce sitesinden yayınladığı Kürt'lerin anadilde konuşma hakkına saldıran muhtıraya karşı "Kürtler Kürtçe konuşur!" diyerek, İstanbul'da Galatasaray Meydanı'nda, Ankara'da Yüksel Caddesi'nde bir araya geldi.
n Üniversitelerde Özgürlük İstiyoruz İnisiyatifi, 25 Aralık'ta Ankara'da büyük bir basın açıklaması ve yürüyüş gerçekleştirdi. Öğrenciler, polis baskısına ve paralı eğitime karşı çıktı, anadilde eğitime ve başörtüsüne özgürlük taleplerini haykırdı.
n ODTÜ'de polisin tekrarladığı polis şiddetini protesto etmek için 6 Ocak'ta Ankara'da sokağa çıktı. Polis şiddetine son diyen öğrenciler, devletin senelerdir süren baskısına karşı mücadele çağrısı yaptı.
n Bursa'da, "Demokratik Anayasanın, Özgürlüklerin Önündeki Engeller ve Demokratik Özerklik" konulu bir panel düzenledi.
n KCK davasından bir gün önce 12 Ocak günü İstanbul, Ankara ve İzmir'de sokağa çıktı, yüzlerce insan Kürt siyasetçilerinin serbest bırakılmasını talep etti.
n 13 Ocak'ta, 15. kez mahkeme karşısına çıkan kürt siyasetçilerinin davasını takip etmek için Özgürlük İnsiyatifi aktivistleri Amed'e gitti.
n 5 Şubat’ta İstanbul İHD'de Kürtçe Öğreniyoruz etkinliği düzenledi. KCK mahkeme heyetinin katılmadığı kursa çok sayıda kişi katıldı.
Sosyalizm ve özgürlük
Bugün ise Türkiye'de özgürlük mücadelesinin somutlandığı birkaç alan var. Bunların başında Kürt özgürlük hareketi ve bu hareketin talepleri geliyor. Kürtlerin verdiği özgürlük mücadelesi, bu toplumdaki milliyetçi fikirlerin kırılmasında çok önemli bir rol oynadı. Kürt kelimesinin aslında 'kart kurt' sesinden geldiğinin anlatıldığı günlerden bugün demokratik özerkliğin tartışıldığı, ana dilde eğitim talebinin somut bir gerçeklik olarak önümüzde durduğu günlere geldik. Bugüne kadar asıl olarak Kürtlerin verdiği özgürlük mücadelesi sayesinde bugüne gelmiş olan bu alanda anadilde eğitim hakkının kazanılması, demokratik özerklik hakkının kazanılması sadece Kürtlerin daha da özgürleşmesini sağlamayacak. Marks'ın da ifade ettiği gibi, 'bir başka ulusu ezen bir ulus özgür olamaz'. Kürtlerin özgürlüğü demek hepimizin özgürlüğü demektir. Dolayısıyla Hatip Dicle'nin milletvekilliği hakkının gaspedilmesine karşı mücadele edenler bundan sonra da Kürt halkının ve özgürlük isteyen başka kesimlerin talepleri etrafında demokrasi ve özgürlük mücadelesi vermeye devam etmelidir.
Örneğin Ermeni sorunu olarak adlandırılan sorun etrafında verilen mücadele aslında sadece Ermenilerin özgürlük sorunu değil, yıllardır bu topraklarda yaşayan ve kendi tarifine uymayan herkesi baskı altında tutan Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş ideolojisine vurulan en büyük darbe olması noktasında hepimizin özgürlük sorunudur. Soykırımı tanımak zorunda kalan bir devlet artık kendi topraklarında yaşayan ve kendisini Türk olarak tanımlamayan hiç kimseye yıllardır Ermenilere ve başka azınlıklara yaptığını yapamayacaktır.
Örneğin farklı cinsel yönelimlerin ve kadınların, sahip oldukları kimliklerinden dolayı verdikleri mücadele ve bu mücadeleye sahip çıkmak toplumda iliklerimize kadar işlemiş olan, ta çocukluğumuzdan itibaren beynimize kazınan ve her alanda karşımıza çıkan cinsiyetçi fikirlere büyük darbe vuruyor.
Bu özgürlük alanlarını genişletmek, örnekleri çoğaltmak mümkün. Alevilerin ve her türlü inancın özgürlük talebi, zorunlu din derslerine karşı çıkmak, başörtüsü mücadelesine koşulsuz destek olmak, her türlü örgütlenme ve düşünce özgürlüğü mücadelesi eşit derecede çok önemlidir. 12 Eylül'ün askeri vesayetinden tamamen kurtulmuş, demokratik ve özgürlükçü bir anayasanın yapılması için, demokrasi ve özgürlük isteyen herkesle birlikte mücadele etmek çok önemlidir. Sosyalistlerin görevi ise sadece bu mücadelelere destek olmak değil, tüm bu alanlardaki mücadeleleri kendi mücadelesi olarak görmek ve kazanmaları ve birleşmeleri için mücadele etmektir. Çünkü Lenin'in de dediği gibi, sosyalistler sadece işçi sınıfının yine çok önemli olan günlük mücadelesinin değil, 'tüm ezilenlerin kürsüsü'dür.