Erkin Erdoğan
Borç krizi ve ekonomik çalkantı Avrupa'da giderek derinleşirken, bir dizi ekonomik faktör, Türkiye'nin bu olumsuz tablodan pek etkilenmediğini, hatta tersine bir gelişme içinde olduğunu gösteriyor.
Geçtiğimiz hafta yayınlanan verilere göre, Türkiye'nin imalat sektöründeki kapasite kullanım oranı, Eylül ayında, bir önceki yılın aynı seviyesine göre yüzde 2,7 oranında arttı. Artışın büyük bölümü yatırım malları ve dayanıklı tüketim malları alanındaki gelişmelerden kaynaklanıyor.
Türkiye'nin Eylül ayındaki ihracatı ise bir önceki yıla göre yüzde 16,4 artarak 10,7 milyar dolar seviyesine geldi. Yüzde 83'ü sanayi ürünlerinden oluşan ihracatın ilk dokuz aydaki toplamı, yüzde 21,7 artışla 99,5 milyar dolar olarak gerçekleşti. Yılsonunda bu rakam, muhtemelen 2008 seviyesini geçerek, 133 milyar dolar düzeyine gelecek ve Türkiye ekonomisi, tarihinin en yüksek ihracat rakamını yakalayacak.
Kredi derecelendirme kuruluşu Standard and Poors, yaz aylarında ABD'nin, Yunanistan'ın ve ardından İtalya'nın kredi notlarını, bütçe açıkları ve artan borç yükü gibi sebeplerle düşürürken, Eylül ayında Türkiye'nin notunu yükseltti. Bu artışla Türkiye "spekülatif pazarlar" arasından çıkarılıp, uzun bir aradan sonra "yatırım yapılabilir" pazarlar kategorisinde gösterildi.
Ekonominin kilit önemdeki alanlarından biri olan inşaat sektörü, 2010 yılında yüzde 17 büyüdü. Türkiye, 2011 yılının ilk çeyreğinde GSMH'deki yüzde 11'lik büyüme ile dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi olmuştu. Yılsonunda sağlanacak, muhtemelen yüzde 6 dolayındaki yıllık büyüme ise Avrupa'nın en yüksek oranı olacak.
Türk solunun bir kesimi ve CHP, AKP'yi, 'zayıf' olduğu ekonomi politikaları üzerinden eleştirmek gerektiğini söylerken bu rakamları ya görmezden geliyor, ya da ekonomik verilerin gerçeği yansıtmadığını düşünüyor olmalı!
Avro krizi Türkiye'yi nasıl etkiliyor?
Birçok veri gösteriyor ki, Türkiye, 2008 krizinin etkilerini üzerinden atarak bir toparlanma süreci yaşıyor. Hâlihazırda sürmekte olan Avro krizinin Türkiye'ye etkileri şu ana kadar oldukça sınırlı düzeyde kaldı ve ekonominin seyrinde bir değişme yaratmadı. Peki, Türkiye bu krizden nasıl oluyor da etkilenmiyor ve büyümeye devam ediyor?
Öncelikli sebep, Türkiye'nin, 2001 Şubat Krizi dolayısıyla sürdürülemez durumda olan finans sektörünü sert düzenlemelere tabi tutmak zorunda kalmış olması. Hatırlayacak olursak, 2001 krizinde Türkiye'de 21 banka batmış ve bu bankaların yönetimi TMSF'ye geçmiş, yani krizden doğan zarar kamulaştırılmıştı. 2001 Krizi'nin Türkiye'ye maliyeti, geçtiğimiz ay Ali Babacan'ın açıkladığı rakamla, 251,6 milyar TL oldu. Dolayısıyla Türkiye, bankacılık sektörünü, benzer bir kriz yaşamamak için sıkı denetim altına aldı.
2008 krizinin emlak sektöründeki kredi sıkışması, Avro krizinin ise borçlanma sorunu ile ortaya çıkması nedeniyle, ilk olarak bankacılık sektörü bu süreçten etkilendi. 2008'de emlak kredisi veren bankalar nasıl risk altına girdiyse ve bir kısmı battıysa, şu sıralar elinde Yunan bonosu olan bankalar risk altında. Krizin derinleşmesi halinde Avrupa bankacılık sektöründe bazı iflaslar kaçınılmaz hale gelecek.
Ancak Türkiye'de bankacılık sektörünün bu iki krizden hemen etkilenmesi zor görünüyor. Çünkü bankalar, riskli kredilere sıkı düzenlemeler nedeniyle yönelemiyor ve finans sektöründeki dalgalanmalara karşı nispeten güçlü durumda. Dolayısıyla Türkiye Avro krizinden ilk elde etkilenen ülkeler arasında yer almıyor ve ekonomi 2008'deki gibi küçülme eğilimine girmiyor.
Fakat var olan kriz ortamı, sınırlı ve geçici etkileri olan bir yapıda değil. Krizin arka planında kâr oranlarının düşme eğilimi yatıyor ve bu süreç karmaşık, yavaş ve çelişkili dinamiklerle gelişiyor. Krizin etkileri bu nedenle derhal ortaya çıkmıyor ve zamana yayılan bir seyir izliyor.
Şu ana kadar ekonominin etkilenmemiş olması, derinleşen bir Avro krizinin Türkiye'yi etkilemeyeceği anlamına gelmiyor. Tam aksine, Avrupa ekonomilerinin durgunluğa girmesi durumunda ilk etkilenecek ülkelerden birisi Türkiye. Nitekim Türkiye'deki ihracatın yarıdan fazlası Avrupa ülkelerine yapılıyor. Cari açık gibi başka bir dizi olgu da Türkiye ekonomisini dış etkilere daha açık hale getiriyor.
Bir başka faktör ise Avro bölgesinde gelişecek krizin bütün dünya ekonomisini sarsacak olması. Bu nedenle krizle ilgili toplantıları ABD de yakından takip ediyor ve krizin etkilerini minimize etmeye çalışıyor. Fakat alınan tedbirlere rağmen Avro krizinin yaratacağı kayba dair öngörüler giderek büyüyor. Bazı ekonomistlere göre Avrupa'daki borç krizinin 2008 krizinden daha yıkıcı sonuçları olabilir. Merkel, Almanya'nın muhtaç olduğu Avrupa pazarını kurtarmak için 440 milyar Avroluk kurtarma paketini parlamentodan geçirmeye hazırlanırken krizin domino etkisinden bahsediyordu. Krizin İspanya ve İtalya'ya doğru genişlemesi halinde nasıl bir kaybın ortaya çıkacağına dair kimse fikir yürütmek bile istemiyor.
Krizin dizginlenmesi için önerilen programın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği de oldukça tartışmalı. Yunanistan'da uygulanmaya çalışılan paket, krizin faturasını işçi sınıfına ödetmek dışında bir perspektife sahip değil. Oysaki borç krizini doğuran krediler 2000'li yıllarda sadece burjuvaziye ve zenginlere kullandırılmıştı. Dolayısıyla bu ekonomik saldırı, başta Yunanistan olmak üzere büyük bir sınıf mücadelesini tetikliyor. Krizin nasıl sonuçlanacağını da bu mücadelenin sonucu belirleyecek.
Türkiye henüz Avro krizinin doğrudan etkisi altına girmedi. Ancak Avrupa ve Türkiye arasındaki ekonomik ilişki düzeyine bakıldığında, Avrupa'da gelişecek durgunluktan ilk etkilenecek ülkelerden birisinin Türkiye olduğu açık. Daha büyük bir krize, dolayısıyla daha büyük bir sınıf mücadelesine Türkiye'de de hazırlıklı olmak gerekiyor.