‘Sınıf’, üretim araçlarıyla olan ilişkiniz ile ilgilidir. Eğer fabrika, dükkan, büro ya da diğer işyerlerine sahip az sayıda zengin insandan biriyseniz, iktidardaki sınıftansınız-dır. Eğer çalışma becerinizi bu iş yerlerinde satmak zorundaysanız, işçi sınıfındansınızdır.
Sağcılar, Ağustos ayındaki ayaklanmaları açıklamak için çoktan miadını doldurmuş bir klişeye başvurdular: “sınıf-altı”… Daily Telegraph gazetesinden bir başlık “Londra ayaklanmaları: ‘sınıf-altı’ saldırıyor” iken, Financial Times da ayaklanmaları “sınıf-altı”nın intifadası olarak tanımladı. Ancak bu fikir, terimin en ateşli savunucuları için bile savunulacak gibi değil… ‘Sun’ gazetesi bile ayaklananların işçiler olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı. Gazetenin ilk sayfasında bir manşet, ayaklanmaya katılanları “cankurtaran, postacı, kuaför, öğretmen, milyoner’in kızı, aşçı ve 11 yaşında bir öğrenci” olarak tasvir etti.
“Sınıf-altı” teorisi, toplumun çeperlerinde farklı bir halk katmanının varolduğunu söyler ve bu insanların varoşlarda kaotik, ahlak dışı hayat tarzlarında, gündelik işlerde çalışarak ve işsizlik maaşı talep ederek yaşadıklarını iddia eder. Bu teoriye göre, onların içinde bulundukları bu zor durum kendi kusurlarıdır ve hükümet politikalarıyla ilgisi yoktur. “Sınıf-altı” adlı bu sınıfa mensup olanların toplumsal yaşamda hiçbir payları olmadığından, davranışlarıyla çalışkan insanların hayatlarını mahvetmekte sorun görmezler.
Bütün bunlar doğru mu? Çalışan insanlar işçi sınıfına mensuplardır. Vasıfsız işçilik gerektiren, düşük ücretli işlerde, iş güvenliği olmaksızın çalışıyor olmalarının bir önemi yoktur. Nispeten daha güvenli işlerde çalışanlarla, gündelik işlerde çalışanlar arasında temel bir ayrım yoktur.
‘Sınıf’, üretim araçlarıyla olan ilişkiniz ile ilgilidir. Eğer fabrika, dükkan, büro ya da diğer işyerlerine sahip az sayıda zengin insandan biriyseniz, iktidardaki sınıftansınızdır. Eğer çalışma becerinizi bu iş yerlerinde satmak zorundaysanız, işçi sınıfındansınızdır.
Kontrol
Bunun tek istisnası; çalışan, ama işçi kitlelerine göre daha çok kontrol sahibi olanlardır. Bu kişiler orta sınıftandır.
Üst düzey yöneticiler ve küçük dükkan sahipleri bu sınıfa mensuptur. O halde işi olmayan ve üretim araçlarıyla bir ilişkisi olmayanların durumu nedir? Eğer büyük bir blok halinde hiç çalışmamış olan bir insan grubu olsaydı, “sınıf-altı” teorisinin destekçileri belki haklı olabilirlerdi. Ama böyle bir grup yok. İşçilerin büyük çoğunluğu hayatlarının en azından bir bölümünü (genellikle çoğunluğunu) çalışarak geçiriyorlar.
2002 tarihli bir rapor, “Yoksulluk ve Refah Devleti: Mitlerden Kurtulmak”, “sınıf-altı” adlı sürekli bir sınıf olmadığını ortaya koymuştur. Raporun yazarı, Profesör Paul Spicker, uzun bir zaman boyunca varolan bir “sınıf-altı”ndan bahsedilemeyeceği sonucuna varmıştır. Profesör Spicker, ayrıca, yoksulluğun kalıcı olarak dışlanan “sınıf-altı” grubunun ahlaki, kültürel ya da sosyal bir sorunu olmadığını, yoksulluğun herkesi etkileyen bir risk olduğunu da ilave etmiştir. İnsanların çalışıp çalışmamaları büyük ölçüde ekonominin durumuna bağlıdır. Elbette ki, uzun dönemler boyunca işsiz kalan insanlar da var. İşsizlik nedenlerinden birinin, çalışılan sürede ortaya çıkan sakatlıklar olması ise bir ironi!
İstihdam edilecekleri işler var olmadığı için bugün çok sayıda genç insan işsiz. Eğitime ayrılan bütçedeki kısıntılar nedeniyle çok az genç okullarını bitirdikten sonra eğitim görmeye devam edebiliyor. Ancak iş sahibi olmayan emekçiler, çalışmakta olan işçilerden farklı çıkarlara sahip bir sınıf oluşturmazlar. “Sınıf-altı” diye bir şey yoktur.
O halde, bu fikir neden bu denli yaygın?
Bizi yönetenler için, durum yalnızca ekonomiyle değil, ahlakla da ilgili ve onlar “sınıf-altı” teorisini çökmekte olan sistemlerini kurtarmak için kullanıyorlar.
“Sınıf-altı” fikri çok eski bir anlayışa, 18. yüzyıla ait, bazı yoksulların “yoksulluğa layık olduğu” anlayışına dayanıyor; kaynağını dünyaya, onu yönetenlerin baktığı açıdan bakmaktan alıyor.
Kendilerinden beklenenleri yerine getiren işçiler (çalışan, yasalara riayet eden ve şikayet etmeyen işçiler) “saygıdeğer” işçi sınıfı olarak tanımlanırken, diğerlerine “sınıf-altı” deniliyor.
Bu fikrin altında ırkçılık da yatıyor çünkü sözkonusu fikir, siyah ve genç insanlar da dahil olmak üzere, toplumdaki en yoksul ve en marjinal insanlara karşı duyulan korkuyu kamçılama çabasının bir parçası. Bu teoriyi geliştiren kişi, sağcı bir kriminolog olan Charles Murray. Murray, siyah insanların ve bekar ebeveynlerin suç işlemeye yatkın olduğunu da iddia etti.
Sağ, “sınıf-altı” teorisini üç şey için kullanıyor. Birincisi, emekçilerin “sınıf-altı” statüsüne geçebilecekleri tehdidiyle, işçi sınıfını bölmek. İkinci olarak, işsizlik ve yoksunluk için kapitalizmi değil, bireyleri suçlamak. Üçüncü olarak da, sosyal yardım ve hizmetleri azaltmak. Bu kesintinin nedeni, yalnızca insanların bu yardım ve hizmetleri “hak etmemeleri” değil. Aynı zamanda böylesi desteklerin insanları yoksulluğa mahkum ettiği için “zarar” veriyor olması. Bu nedenle, sosyal yardım ve hizmetleri azaltmak, onları iş bulmaya teşvik ediyor.
Bu bakış, işsizliğin kapitalist sistemin işleyişinden değil, motivasyon eksikliğinden kaynaklandığı varsayımına dayanıyor.
“Sınıf-altı”na yapılan saldırılar bir azınlığı hedefler gibi gösteriliyor. Oysa, işçi sınıfının tamamını etkileyen politikalar yürütülmesi ve herkesin hayatını daha da zorlaştıracak tedbirlerin alınması anlamına geliyor. Tembel ve ahlakı olmayan tek bir küçük sınıf var. O sınıfta milyoner politikacılar ve zenginler var ve bize hayatlarımızı nasıl yaşayacağımızı söyleme hakları yok.
Socialist Worker gazetesinden çevrilmiştir