Batuhan Kurtaran
Geçtiğimiz gün, Antalya Büyükşehir Belediyesi ve Antalya Kültür Sanat Vakfı (AKSAV) tarafından bu yıl 48'incisi düzenlenen Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali'nin açılış töreni yapıldı. Sosyal medyada yer alan tartışmalara ve ana akım medyanın servis ettiği haberlere bakacak olursak, bu sene festivale Rutkay Aziz'in yaptığı konuşmanın damga vurduğunu kestirmek hiç de zor değil.
Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği Başkanı Rutkay Aziz'in yaptığı konuşma salonda büyük alkış alması ve devamında gelen tepkileri incelediğimizde ise siyasi yelpazede sağdan sola geniş bir kesimin desteğini aldığını görüyoruz. Ünlü sanatçının yaptığı konuşmanın konularını ise Türkiye'deki kadın cinayetleri, sadece parasız eğitim istedikleri için tutuklanan öğrenciler, darbe dönemlerinde uygulanan sansür ve dünyada kol gezen açlık, savaş ve sömürü oluşturuyor. Sanatçının konuşmasına bu açıdan bakıldığında sosyalist soldan da destek alması pek şaşırtıcı değil aslında. Tabii, bu konuları dile getiren zihniyet görmezden gelinirse...
"Türkiye'nin gerçekleri"
"Gerçek sanatçılar, ülkesinin ve dünyanın gerçeklerine tanık olmakla yükümlüdür." cümlesiyle Türkiye'nin gerçeklerine değineceğini baştan ifade eden Aziz, "Benim Türkiye'min gerçeklerinde tanık olduğum olay, hukukun üstünlüğünün yittiği, adaletsiz bir kalkınma girişiminin hızla yol aldığı, parasız eğitim diye pankart açan genç arkadaşımın 16 ay tutuklu kalması..." diyerek sözlerine devam etmiş.
Kemalist aydın modelinden bunları duymak sıradan bir şey oldu artık. Sonuçta, laikliğin elden gittiği, hukukun ele geçirildiği, cumhuriyetin kazanımlarının tasfiye edildiği vb. iddialar Kemalist düşünce için "Türkiye'nin gerçekleri" olabilir. Zaten geçmiş yıllara bakacak olursak, özellikle de 2007 yılından beri geniş bir kesim bu komplo teorileri ile siyasette varoluşunu sürdürüyor. Asıl problem, bu siyaset anlayışının geniş bir sosyalist kesimden destek bulması.
Türkiye'nin gerçekleri demiştik... Neydi o gerçekler?
8 Ekim'de 341. hafta buluşmasını gerçekleştiren ve devlet tarafından "kaybedilen" evlatları için adalet isteyen Cumartesi Anneleri'dir Türkiye'nin gerçeği.
Bugün hâlâ devlet ve PKK arasında süren kirli savaş ve ölen binlerce insandır Türkiye'nin gerçeği.
Hapishanelerde tutuklu bulunan binlerce Kürt siyasetçidir Türkiye'nin gerçeği.
JİTEM tarafından katledilen 17 bin faili meçhul cinayettir Türkiye'nin gerçeği.
Hrant Dink'in katledilmesinin üzerinden 4 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen hâlâ adalet arayışının sürmesidir Türkiye'nin gerçeği.
Kışlalarda 'intihar' ve 'kaza' süsü verilen gizli cinayetlerdir Türkiye'nin gerçeği.
Askeri vesayetin hâlâ sürmekte olmasıdır Türkiye'nin gerçeği...
Bu örnekler daha da uzatılabilecek olmakla birlikte, elbette bunlara "Ordu göreve" çağrılarının yapıldığı, alenen hazırlanacak bir darbeye kitle tabanı oluşturmak için düzenlenen 'Cumhuriyet Mitingleri'nde ellerinde Türk bayrağı taşıyan yüz binlerce kişiye seslenen Kemalist bir aydından duyarlı olmasını bekleyecek değiliz. Zaten sorun yalnızca bu gerçeklerin dile getirilmemesi değil, ama aynı zamanda parasız eğitim istedikleri için 19 ay boyunca tutuklu bulunan insanların salt AKP karşıtlığından yola çıkarak muhalefet olma mücadelesi verenler tarafından siyasi bir gerekçe olarak kullanılması ve ulusalcı sosyalist kanattan destek bulmasıdır.
Elitist bir bakış açısı: Halkın aşağılanması
Sanatçı Rutkay Aziz Türkiye'nin gerçeklerini sıraladıktan sonra sözlerine "Goethe'nin dediği gibi dünyanın en tehlikeli hali, cehaletin örgütlü eyleme geçme halidir. Bu da benim ülkemin bir gerçeğidir." diyerek devam etmiş.
Bu sözler toplumun dindar çoğunluğunu "gerici" veya "cahil" olarak gören elitist mantığın dışavurumundan başka bir şey ifade etmiyor. Aslına bakılırsa bu elitist mantıkla yeni tanışmıyoruz. Özellikle de Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı süresince, gerek seçim dönemlerinde olsun, gerekse de siyasetin en sakin anında Kemalist ve ulusalcı sosyalist kanattan buna benzer ifadeler çok duyduk. Hatta halkı aşağılayan bu mantık zaman geldi seçimlerde bir propaganda malzemesi bile oldu. Bunun örneklerini bulmak için çok uzağa gitmeye de gerek yok, daha 1 sene önce sanatçı Fazıl Say "Türk halkının arabesk yavşaklığından utanıyorum" diyerek geniş kesimlerin tepkisini çekmişti.
Rutkay Aziz'in dile getirdiği düşünceleri savunan anlayış hepimizin bildiği gibi geçtiğimiz yıl düzenlenen 12 Eylül referandumunda 'hayır'ı örgütlemişti. 'Hayır' oylarının istatistiki dağılımını incelediğimizde ise ortaya çıkan tablo bu elitist bakış açısı hakkında bizlere yeteri kadar ipucu vermekte zaten. Türkiye'nin en zengin, en burjuva, üst orta burjuva bölgelerinde hayat bulan bu mantık, şüphesiz hiçbir şekilde meşruluğa sahip değil.
AKP muhalifliği üzerinden birleşik mücadele mümkün mü?
Son yıllarda ortaya çıkan gelişmelerle birlikte şöyle bir soru canlanıyor: AKP karşıtlığı birleştirici mi?
Özellikle de Ergenekon davası tutuklamalarıyla birlikte bu soru geniş bir kesimin zihinlerini kurcalamıyor değildi. Bu sorunun cevabı her ne kadar devrimci sosyalistler açısından açık bir şekilde belli olsa da, son dönemde birtakım ulusalcı sosyalistlerin İşçi Partisi gibi ırkçı/milliyetçi kesimle dayanışma açıklamaları yapıp, ortak mücadele arayışlarına girmesiyle büyük bir kesim de kafasındaki bu soru işaretini gidermiş oldu.
Bugünün Türkiye'sinde muhalif kanada bakacak olursak iki farklı eğilim görüyoruz. Bunlardan birincisi, CHP ve MHP'nin başını çektiği "vatanın bölünmez bütünlüğü" temelinde Kürtlere ve Ermenilere düşman olan, müzakere yerine çözümsüzlüğü ve savaşı pohpohlayan kesim. Aynı kesime gerek elitist bakış açısıyla, gerekse de Kürt hareketiyle arasına mesafe koyarken ırkçı/milliyetçi İşçi Partisi'yle arasına mesafe koymayan ulusalcı sosyalistlerde dahil.
Diğer ikincisi ise, "savaşma, konuş!", “Barış hemen şimdi” diyerek Kürt halkının özgürlüğünden ve barıştan yana olan, Hrant'ın ve binlerce faili meçhul cinayetin sorumlusu olan devletten hesap sorulması için mücadele eden, askeri vesayete karşı en kararlı mücadeleyi örgütleyen, bir burjuva partisi olan AKP'nin bütün baskıcı ve neo-liberal politikalarına karşı çıkan devrimci sosyalistlerdir.
Çok açıktır ki, bu iki kesimin birlikte bir mücadele örgütlemesi bir yana, yana yana gelmeleri dahi söz konusu olamaz. Hatta bir adım öteye gidecek olursak, bu ayrışmanın hayırlı olduğunu bile söylemek mümkün.