İttihat ve Terakki'nin günümüzde de izleyicisi olan Türkiye Cumhuriyeti canhıraş bir şekilde inkar politikasına yaslanmakta. Büyük bir kırım ve trajedi üzerine inşa edilen bir devlet her daim aynı politikaları hayata geçirme potansiyeline de sahiptir.
Fransa Parlamentosu'nda Ermeni soykırımını inkara dönük cezai yaptırımların uygulanmasına dönük ceza yasasının görüşülmesi ve onaylanması ile birlikte Türkiye'de bildik milliyetçi inkarcı yaklaşımlar da ortaya döküldü.
Cumhurbaşkanlığından TBMM'ye, işveren örgütlerinden medyaya, milliyetçi sendikalardan ve örgütlere kadar geniş bir yelpazede saldırgan bir kampanya başlatıldı.
Türkiye Cumhuriyeti; resmi ideolojisinin uzun yıllar üzerini örttüğü sakladığı gerçekler ortaya çıkmaya başlayınca bu kez inkar ideolojisini devreye soktu. Oysa 1915'te yaşananlar ne üzeri örtülebilecek ne de inkar edilebilecek tarihsel olaylardı. Mecliste grubu bulunan partiler Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) hariç resmi söylemde mutabakat sağladı. Başbakan "kimsenin atalarımızın soykırım yaptığını söylemeye haddinin olmadığını" söyledi. Hükümetin bir milletvekili "1915'te Türk soykırımı yaşanmıştır. 2.5 milyon Türk Ermeniler ve Ruslar tarafından öldürülmüştür" diyerek tartışmaya büyük bir bilimsel katkı yaptı. CHP ulusal tehlikeye işaret edip Fransa'yı kendi geçmişiyle yüzleş- meye davet etti. MHP ise olayların tartışılmasına dahi tahammül edemeyen bir söylem geliştirdi.
1915 zorunluluk muydu?
Medya, milliyetçi saldırganlıkta ise başı çekti. Kudurdular, azgın azınlık gibi manşetlerle hedef gösteren provokatif bir yayın çizgisi geliştirdi. Fransa'da yasayı hazırlayan milletvekiline dönük tecavüz ve ölüm tehditleri bu yayınlardan sonra başladı. Bütün bu yayınlar, görüşler gösterdi ki Ermenilerin 1915'te maruz bırakıldıkları muamele Türk egemen sınıfının ve ideolojisinin bir kırılma noktası.
Resmi ideoloji 1915 olaylarını savaş koşullarında ortaya çıkmış bir zorunluluk olarak anlatma çabası içinde. Bu söyleme göre 1. Dünya Savaşı'nda Ermeniler Osmanlı Devleti için büyük bir tehdit oluşturmaya başlamıştı. Rusya'ya yaslanan Ermeni çeteleri mazlum Türk köylerini basıp yağma ve katliama girişmişlerdi. Bu mezalimi engellemek için Osmanlı Devleti de Ermenileri zorunlu göçe (tehcire) tabi tutmuştu. Tehcir esnasında da hastalıktan ve başıbozukların saldırısından kaynaklı doğal olaylar gelişmişti.
Bu söylem, Osmanlı nüfusunun yaklaşık yüzde onunu oluşturan yaklaşık 1.5-2 milyon Ermeni'nin nasıl buharlaştığını açıklamaktan çok uzak. Anadolu'da nüfusun gelişim seyrine bakacak olursak bugün 8-10 milyon olması gereken Ermeni nüfusun 50 bine düştüğü gerçeğini açıklayamadığı gibi.
Tehcirle sınırlı kalmayan plan
Bugün çok sayıda kaynak göstermekte ki Ermenilerin Anadolu'dan temizlenmesi ne başlayan Ermeni ayaklanmalarının ne de savaşın sonucuydu. 1913-1918 arasında Osmanlıya hakim olan İttihat ve Terakki'nin özel bir planının sonucu idi. Osmanlıdan kalan toprakları Türkleştirme politikası bu planın esas haliydi. Ulusal birliği eldeki toprakları gayri Türk-lerden ve gayri müslimlerden temizleyerek gerçekleştirebileceğini düşünen İttihat ve Terakki bu planı uzun tartışmalar sonrası hayata geçirdi.
İttihat ve Terakki birkaç küçük Ermeni ayaklanmasını bu planı hayata geçirmenin bir fırsatı olarak kullandı. Taner Akçam'a göre de özellikle 3. ordunun abartılı, yönlendirici raporları da gelişmelere tuz biber ekti. Örneğin Türk resmi tezlerinde çokça anlatılan Zeytun olayları aslında bir grup asker kaçağı Ermeni'nin teslim olmayıp direnmesiyle sınırlı olan bir gelişmeydi. Ayrıca bölgedeki Ermeniler bu askerleri teslim olmaları konusunda ikna etmişti. Ama İttihat ve Terakki bu tür küçük vakaları Ermenilerin büyük bir hazırlık içinde olduğu ve devleti arakadan hançerleye-cekleri safsatası üzerine kurdu.
1915'de başlatılan tehcir planın tek parçası değildi. Asıl plan, tehcire tabi tutulan Ermeni konvoylarının imhası idi. Tehcirin imha olarak planlandığına ilişkin sayısız kaynak var. Dönemin Alman Başkonsolosu Mardtmann "Talat'ın kendisine tehcire ilişkin söz konusu olanın Ermenilerin imha edilmesidir" dediğini 30 Haziran 1915 tarihli raporunda aktarır. (Taner Akçam, 'Ermeni Meselesi Hallolunmuştur' İletişim Yayınları s.167)
Tehcire ilişkin imha planı İttihat Terakki'nin önde gelen isimlerinden Bahettin Şakir'in denetiminde Teşkilat-ı Mahsusa tarafından büyük oranda gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle Teşkilat-ı Mahsusa o dönemde gözünü kan bürümüş milisler tarafından doldurulmuştur. Bu döneme ilişkin yazılı kaynakların azlığı dikkat çekicidir. Bunun bir nedeni emirlerin yazılı olarak değil sözlü olarak hayata geçirilmesiydi. Bir diğer nedeni de savaşta mağlup olan Talat Paşa hükü-metinin düşmesiyle Ekim-Kasım 1918'de Teşkilat-ı Mahsusa ve İttihat Terakki'nin arşivlerinin imha edilmesiydi.
Yüzleşmek ön koşul
Ulus devlet yaratmak, ulusal sermaye sınıfının oluşumuna ön ayak olmak için planlı bir şekilde devreye sokulan Ermeni soykırımı Türk devletinin kuruluşunun ilk harcı oldu. Türkiye Cumhuriyeti'nin çatısı bu kolon üzerinde yükselmekte. Bu nedenle İttihat ve Terakki'nin günümüzde de izleyicisi olan Türkiye Cumhuriyeti canhıraş bir şekilde inkar politikasına yaslanmakta. Büyük bir kırım ve trajedi üzerine inşa edilen bir devlet her daim aynı politikaları hayata geçirme potansiyeline de sahiptir.
Elbette tarihi gerçekler genelleştikçe, daha geniş kesimler tarafından benimsendikçe o kolonu ayakta tutan gerekçeler de dağılacaktır. İnkar yerine kabul ve özür hayata geçtiğinde kimse etnik kökeninden, inancından dolayı tedirgin olmayacaktır.